Enfâl Sûresi 53. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ  ...

Bunun sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu böyledir
2 بِأَنَّ çünkü
3 اللَّهَ Allah
4 لَمْ asla
5 يَكُ ك و ن
6 مُغَيِّرًا değiştirmez غ ي ر
7 نِعْمَةً ni’meti ن ع م
8 أَنْعَمَهَا onları nimetlendirdiği ن ع م
9 عَلَىٰ
10 قَوْمٍ bir millet ق و م
11 حَتَّىٰ sürece
12 يُغَيِّرُوا değiştirmediği غ ي ر
13 مَا bulunanı
14 بِأَنْفُسِهِمْ kendilerinde ن ف س
15 وَأَنَّ ve şüphesiz
16 اللَّهَ Allah
17 سَمِيعٌ işitendir س م ع
18 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
 

Yukarıda geçen uygulama örneklerinden sonra burada genel bir kural, ilâhî bir âdet açıklanıyor: Allah’ın kullarına sayısız nimetleri vardır, bunları baştan vermesinin veya esirgemesinin de ilâhî adalet ilkesiyle çelişmeyen hikmet ve sebepleri mevcuttur. Ancak Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lutfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar… İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 670

 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ 

 

  

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهَ  lafza-i celâli  أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَمْ يَكُ  cümlesi  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  يَكُ ‘nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مُغَيِّراً  kelimesi  يَكُ ‘nun haberi olup lafzen mansubdur. 

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ يَكُ  kelimesi için şu açıklamayı yapar:  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı ‘nûn’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazfedilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, C. 3, S. 115-116)

نِعْمَةً  kelimesi ism-i fail olan  مُغَيِّراً ‘in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ  cümlesi  نِعْمَةً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

اَنْعَمَهَا  fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلٰى قَوْمٍ  car mecruru  اَنْعَمَهَا  fiiline müteallıktır. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُغَيِّرُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مُغَيِّراً ‘e müteallıktır.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vâv-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُغَيِّرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِاَنْفُسِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُغَيِّراً  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

 

  

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ  ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  سَمِیعٌ  kelimesi  اَنَّ  ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَلِيمٌ  ise ikinci haberdir.

سَمِیعٌ - عَلِيمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ 

 

  

Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harfi nedeniyle mecrur mahalde,  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tazim ifade eder.

Bu ayette  ذٰلِكَ  ile hükme işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

Masdar-ı müevvel olan…اَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden menfi isim cümlesi,  اَنَّ ’nin haberidir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle şiddetli bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

لَمْ يَكُ مُغَيِّراً  cümlesi bunun sünnetullahın ve hikmetin gereği olduğunu ilan eder. Çünkü muzari fiilin menfi gelişi, menfiliğin teceddüdünü ifade eder. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

مُغَيِّراً , نِعْمَةً ’ın mef’ûlüdür.  مُغَيِّراً ‘nin ism-i fail olması mef’ûl almasını mümkün kılmıştır. Kelimedeki tenvin tazim ve nev ifade eder.

نِعْمَةً  için sıfat konumundaki  …اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sıfat cümleleri ıtnâb babındandır.

Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى ‘nın dahil olduğu  يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ  cümlesi, gizli  أن  sebebiyle masdar tevilindedir.  مُغَيِّراً  fiiline müteallıktır.

يُغَيِّرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ ‘nin sılası mahzuftur.  بِاَنْفُسِهِمْۙ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

بِاَنْفُسِهِمْۙ  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. Yani ‘nefislerinde yerleşen ve kendilerine bağlı olan’ manasındadır. (Âşûr) 

مُغَيِّراً - يُغَيِّرُوا  ve  نِعْمَةً - اَنْعَمَهَا  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

 

  

اَنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki  أَنَّ ٱللَّهَ سَمِیعٌ عَلِيمٌ  cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

سَمِیعٌ , عَلِيمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında “vav” olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Bu cümlede gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Kendilerinde meydana gelen değişikliğin, Allah’tan başka ilâhlara davet eden sözleri olduğundan  سَمِيعٌ  sıfatı  عَلِيمٌ  sıfatından önce gelmiştir. (Âşûr) 

 

Kādî şöyle demektedir: "Ayetin manası şudur: Allah Teâlâ onlara akıl, kudret vermek; engelleri ortadan kaldırarak yollarını kolaylaştırıp âsân etmek (kolaylaştırmak) suretiyle in'am ve ihsanda bulunmuştur. Onun böyle yapmasının maksadı, onların Allah'a ibadet ve şükürle meşgul olmaları, küfürden vazgeçmeleridir. Fakat onlar bu durumları fısk ve küfür cihetine sarfedince Allah'ın onlara olan nimetlerini değiştirmiş oldular. Böylece de hiç şüphesiz onlar, nimetin gazab-ı ilahî ile, lütuf ve keremin de mihnet ve azap ile değiştirilmesine müstehak oldular." Kādî sözüne devamla şöyle demektedir: "İşte bu husus, Allah Teâlâ'nın hiç kimseye işin başında azap ve zarar vermediğine; O'nun yaptığı şeyin, daha önce işlenmiş birtakım günahlara verdiği bir karşılık olduğuna delalet eden en kuvvetli delillerindendir. Bundan dolayı karşı çıkanlarımızın dediği gibi, eğer Cenab-ı Hak o insanları, onların bedenlerini ve akıllarını cehennem için yaratmış olsaydı, bu doğru olmazdı."

 

Alimlerimiz de ayetin zahirinin İmam Kādî'nin dediği şeyi hissettirdiğini ama ayeti bu manaya hamlettiğimiz takdirde, Allah'ın sıfatının insanın fiiline bağlı olması gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü eğer Allah'ın hükmü bu değiştirme ve iradeye göre olsaydı, o zaman bu hüküm ancak insanın o fiili yapması halinde tahakkuk eder; kuldan böyle bir fiil sadır olmadığı zaman da Allah'ın o hükmü ve iradesi tahakkuk etmemiş olurdu. Bu durumda da insanın fiili, Allah'ın zatında bir sıfatın meydana gelmesinde müessir olmuş olurdu ve böylece insan, Allah'ın sıfatını değiştirmiş ve onda tesirli olmuş olurdu. Halbuki bunun böyle olamayacağı aklın bedaheti ile sabittir. Şu halde bu ayeti zahirî manasına hamletmenin mümkün olmadığı; doğrusunun Allah'ın sıfatının, yaratıkların sıfatlarına galip gelmesi olduğu anlaşılır. Dolayısıyla (o hususta) Allah'ın hükmü ve kazası olmaz ise, kulun herhangi bir işi yapması veya sözü söylemesi imkânsızdır. (Fahreddin er-Râzî)