Enfâl Sûresi 54. Ayet

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ  ...

Bunların durumu, tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlar, biz de onları günahları sebebiyle helâk etmiştik ve Firavun ailesini de suda boğmuştuk. Hepsi de zalim kimselerdi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَدَأْبِ (Evet) gidişi gibi د ا ب
2 الِ ailesi ا و ل
3 فِرْعَوْنَ Fir’avn
4 وَالَّذِينَ ve kimselerin
5 مِنْ
6 قَبْلِهِمْ onlardan öncekilerin ق ب ل
7 كَذَّبُوا yalanlamışlardı ك ذ ب
8 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
9 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
10 فَأَهْلَكْنَاهُمْ biz de onları mahvetmiştik ه ل ك
11 بِذُنُوبِهِمْ günahlarıyle ذ ن ب
12 وَأَغْرَقْنَا ve boğmuştuk غ ر ق
13 الَ ailesini ا و ل
14 فِرْعَوْنَ Fir’avn
15 وَكُلٌّ ve hepsi de ك ل ل
16 كَانُوا ك و ن
17 ظَالِمِينَ zulmedicilerdi ظ ل م
 

Yukarıda (52. âyet) müşriklere yönelik bir uygulamanın tarihî örneği verilmişti. Bu âyet ise genel kuralın, ilâhî âdetin, tarihte olup biten bazı örnek ve uygulamalarını hatırlatmaktadır.

 Âyetlerden anlaşıldığına göre sosyal değişim daima düz bir çizgide ve ileriye veya önce ileriye sonra geriye doğru seyretmez. Allah’ın sünnetine (koyduğu kanunlara) göre değişimin belirleyici âmili ne tarihtir ne de insan iradesi dışında bir başka sebeptir. Fert ve toplum olarak insanlar kendi iradeleriyle inanç, ahlâk ve zihniyet bakımından değişirler. Bu değişme üst yapıda, kültür ve medeniyette de değişmeler meydana getirir, değişim kemale doğru da zevale doğru da olabilir, değişimin ilâhî kanunu ve kuralı budur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

Cilt: 2 Sayfa: 670

 

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

  

كَدَأْبِ  car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri;  دأب هؤلاء  şeklindedir.

اٰلِ  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ , atıf harfi  وَ ‘la  اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e atfedilmiştir.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ

 

  

Fiil cümlesidir.  كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır.

رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ 

 

  

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَهْلَكْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَهْلَكْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri, Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِذُنُوبِهِمْ  car mecruru  اَهْلَكْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf  harfidir.  اَغْرَقْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَغْرَقْـنَٓا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

 

اٰلَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِرْعَوْنَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

 

 وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

 

  

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

كَانُوا ظَالِمٖينَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.  ظَالِمٖينَ kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

ظَالِمٖينَ  kelimesi, sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ

 

  

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  كَدَأْبِ, takdiri  دأبهم  (Onların durumu, hali) olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

كَ  teşbih harfidir. Müşebbeh söylenmemiştir. Müşebbehün bih Firavun’un ailesi ve ondan öncekilerin durumudur.

Muzafun ileyh olan  اٰلِ فِرْعَوْنَۙ ‘ye matuf olan has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ ‘nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

Bu ayet 52. ayetteki teşbihin aynısıyla başlamıştır. Aralarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Firavun ailesi ifadesiyle aslında ailesinden değil Firavun’un adamlarından bahsedilmiştir. Onun ailesi olarak vasıflandırılması, bu adamların Firavun’a ailesi kadar yakın olmasından dolayıdır.

 

 كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ

 

  

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Aynı üslupta gelen  فَاَهْلَكْنَاهُمْ  cümlesi  فَ  ile,  وَاَغْرَقْـنَٓا  ise  وَ  ile makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  هِمْ  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  اٰيَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

بِذُنُوبِهِمْ  ‘deki  بِ  harfi, sebebiyet içindir.

فَاَهْلَكْنَاهُمْ - اَغْرَقْـنَٓا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette, gaib zamirden azamet zamirine geçilerek iltifat sanatı yapılmıştır.

بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  ifadesinden sonra “O onları helak etti” değil,  فَاَهْلَكْنَاهُمْ  buyurularak azamet zamiriyle tehdit artırılmıştır.

كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  [Onlar Rablerinin ayetlerini yalanladılar.] cümlesi, onların kendi hallerini değiştirdiklerini,  فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ  [Biz de günahları yüzünden onları helak ettik.] cümlesi de kendilerine yapılan muameleyi açıklar.

Bu cümle, istînâfî bir cümle olup önceki istînâf cümlesi gibi geçen makablini (kendinden öncesini) açıklayıcı mahiyettedir. Nitekim burada onların durumu, mezkûr (önceki) kavimlerin durumuna benzetilmiştir.

Nitekim Firavun’un kavmi ile ondan öncekiler, hallerini değiştirdiler. Allah Teâlâ da onlara verdiği nimeti değiştirdi. (Ebüssuûd)

 

اَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ Onların boğulması, helakın kapsamı içinde olduğu halde ayrıca ifade edilmesi, boğulmanın korkunçluğunu bildirmek içindir.

Bu da ayetlerde meleklerin zikredilmesinden sonra Cebrail’in ayrıca zikredilmesi kabilindendir. (Ebüssuûd)

 

 وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

 

  

Ayetin fasılası  وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki  كُلٌّ ’deki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri;  كلّ آل فرعون  (Firavun ailesinin hepsi) şeklindedir. (Âşûr)

Cümlede müsned,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek Firavun ailesinin zalimliğini sabitlemiştir.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

كُلٌّ كَانُوا ظَالِمٖينَ  “Bütün bunların hepsi zalim idiler.” İç dünyalarında inkâr ve küfrü adeta iman ve tasdik yerine koymuş ve böyle bir değişim ile kendi helaklerine sebep olmuş ve kendi kendilerine zulmetmiş zalim kavimler idiler. (Elmalılı)

 

كَذَّبُوا -كَانُوا - ظَالِمٖينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. “Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

اٰلِ فِرْعَوْنَ  lâfzı iki kere zikredilmiştir. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır: 

1) İkincisi, adeta birinciyi tafsil ve izah eder gibidir. Çünkü birincisinde, onların yakalanmaları, ikincisinde de denizde boğulmaları mevzubahis edilmiştir ki bu,   onların yakalanışlarıyla ilgili bir ayrıntıdır.

2) Birincisi ile onların başına ölüm anında gelen şeyler, ikincisi ile de kabirde ve ahirette onların başlarına gelecek azap kastedilmiştir.

3) Birincisinde, "Onlar, Allah'ın ayetlerini inkâr etmişlerdi" ifadesi; ikincisinde de "Onlar, Rabblerinin ayetlerini yalan saymışlardı" ifadesi yer almıştır. Bundan dolayı birinci ifade onların ilahî delilleri inkâr ettiklerine; ikincisi de Hak Subhanehu ve Teâlâ'nın onları büyütüp, onlara pek çok şekilde in'amda bulunduğuna, ama buna rağmen, bunca nimetlere ve nimetlerin peşpeşe gelmesine karşılık, onların Allah'ın terbiye etmesinin ve lütfedişinin (rububiyetinin) delillerini inkâr ettiklerine bir işarettir. Bundan dolayı birincisinin cezası, onları yakalamak; ikincisinin cezası da onları helak edip boğmaktır. İşte bu da nimetlere karşı nankörlüğün, helak ve yok oluşta büyük tesiri olduğunu gösterir.

 

Cenab-ı Allah daha sonra bu ayetini  وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِمٖينَ  ["Bunların hepsi zalim idiler"] diye bitirmiştir. Hak Teâlâ'nın bu sözle maksadı, onların inkâr edip isyanda bulunmaları ile kendi kendilerine, eziyet edip dehşete düşürmeleri ile ise diğer insanlara zulmetmiş olduklarını ve kendisinin onları ancak zulümleri sebebiyle helak ettiğini ifade etmektir." (Fahreddin er-Râzî)