Enfâl Sûresi 55. Ayet

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ  ...

Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Artık onlar iman etmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 شَرَّ en kötüsü ش ر ر
3 الدَّوَابِّ canlıların د ب ب
4 عِنْدَ göre ع ن د
5 اللَّهِ Allah’a
6 الَّذِينَ kimselerdir
7 كَفَرُوا kafirlerdir ك ف ر
8 فَهُمْ artık onlar
9 لَا
10 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن
 

Allah’a göre, fiilleri iyi veya kötü olarak değerlendirilebilen canlıların en kötüsü, en âdi ve aşağılık olanı, inkâr eden, bu şekilde yaşayan ve bir türlü imana gelmeyen, yaptıkları antlaşmaya, verdikleri söze sadık kalmayan, hiçbir şeyden çekinmeyerek her defasında sözünden dönen kimselerdir.

 Müşrik, münafık ve yahudilerden bazı grup ve kabileler Hz. Peygamber’le saldırmazlık, hak ve hukuka saygı, düşmanla iş birliği yapmama gibi konularda antlaşmalar yapıyor, sonra da bunu bozuyorlardı. Meselâ yahudilerden Benî Kaynukå‘, antlaşmaya aykırı olarak, bölgelerinde alışveriş yapmaya gelen bir müslüman kadına tacizde bulunmuşlar, kadın yere düşüp mahrem yerleri açılınca da gülüşüp eğlenmişlerdi. Orada bulunan bir müslüman sataşan yahudiyi öldürdü, diğerleri de müslümanı öldürdüler. Bedir’le Uhud savaşları arasında meydana gelen bu olay üzerine müslümanlar, Benî Kaynukå‘a karşı harekete geçtiler. Yine münafıkların reisi Abdullah b. Übey adamlarıyla beraber Uhud Harbi’nde müslümanların safında yer almış, sonra askerlerin üçte birini teşkil eden gücünü geri çekerek müslümanlara zarar vermişti (İbn Hişâm, Sîre, III, 68; İbn Âşûr, X, 48). Allah’tan korkmayanları cezalandırmak ve geride kalanlar için de caydırıcı bir örnek oluşturmak üzere sert tedbirler alınmış, savaşta yakalanmaları halinde aman verilmemesi istenmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

Cilt: 2 Sayfa: 701-702

 

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

شَرَّ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  الدَّوَٓابِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عِنْدَ  mekân zarfı, ism-i tafdil olan  شَرَّ  kelimesine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

شَرَّ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. ’Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  ta’liliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 

 

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا

 

  

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsned konumundaki has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ ‘nin sılası  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Akletmeyenler Allah katında yaratıkların en şerlisi olarak vasıflanmıştır.

Allah katında hayvanların en kötüsü manasındaki  اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesinde kâfirler hayvanlara benzetilmiş, hatta onlardan daha kötü sayılmıştır. Burada son derece bir belâgat ve îcâz vardır. Çünkü kâfir hakkı işitmez, hayvan da işitmez. Kâfir hakkı konuşmaz, hayvan da konuşmaz. O yer, hayvan da yer. Geriye şu kaldı: Kâfir zarar verir, hayvan zarar vermez. Artık nasıl ondan daha kötü olmasın?! (Safvetü't Tefasir)

Söz konusu kâfirlerin insanların en kötüsü değil de yeryüzündeki bütün canlıların en kötüsü sayılması, onların insan nev'inden (cinsinden) değil ancak hayvan cinsinden sayıldıklarını belirtir. Bununla beraber onlar, o hayvanlardan da kötüdür. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ küffârı  الدَّوَٓابِّ  menziline koymuş, Hakkı dinlemeyen ve düşünmeyen kâfirleri, işitmeyen ve anlamayan hayvanlarla bir tutmuştur. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

 

 فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

 

  

فَ , ta’liliyyedir. Cümle ta’liliyye veya beyânî istînâftır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ  cümlesi, sıla cümlesi üzerine atfedilmiştir. Sıla cümlesinin kastettiği imayı tamamlamıştır. Yani İslam'dan önce inkâr edip küfrü devam edenler, İslam çağrısını işittikten sonra da inanmayacaklardır. (Âşûr) 

 

يُؤْمِنُونَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

كَفَرُوا - لَا يُؤْمِنُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. “Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)