مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | كَانَ | yakışmaz |
|
3 | لِنَبِيٍّ | hiçbir peygambere |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَكُونَ | olmak |
|
6 | لَهُ | sahibi |
|
7 | أَسْرَىٰ | esirler |
|
8 | حَتَّىٰ | kadar |
|
9 | يُثْخِنَ | ağır basıncaya |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
12 | تُرِيدُونَ | siz istiyorsunuz |
|
13 | عَرَضَ | geçici malını |
|
14 | الدُّنْيَا | dünya |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah ise |
|
16 | يُرِيدُ | istiyor |
|
17 | الْاخِرَةَ | ahireti |
|
18 | وَاللَّهُ | Allah |
|
19 | عَزِيزٌ | daima üstün |
|
20 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Bedir Savaşı’nda yetmiş kadar düşman savaşçısı esir alınmıştı. Bunlar İslâm’ın düşmanı ve onun mensuplarını yok etmeyi amaç edinmiş kimselerdi. Savaşta öldürülmeleri halinde yapabilecekleri kötülükler engellenmiş, İslâm düşmanlarının sayısı azaltılmış olacaktı. Buna rağmen müslüman savaşçılar onları öldürmeyip esir aldılar. İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre (Sîre, II, 281) Peygamberimiz, amcası Abbas, Ebü’l-Buhtürî gibi bazı isimleri sayarak bunların istemeden Bedir’e geldiklerini bildirmiş ve öldürülmemelerini istemişti. Bazı sahâbîlerin düşmanı öldürmek yerine esir almalarında bu isteğin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Harp bitip ganimet ve esirlerin ne yapılacağı konusunun görüşülmesi başlayınca esirler hakkında iki görüş ortaya çıktı. Meselenin bundan sonrasını Müslim’in naklettiği bir hadisten takip edelim. Hz. Ömer anlatıyor: “Hz. Peygamber, Ebû Bekir’e ve bana, ‘Bu esirler hakkında düşünceniz nedir?’ diye sordu. Ebû Bekir, ‘Bunlar amca ve akraba çocuklarıdır, onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Böylece fidye kâfirlere karşı bize güç olur, belki Allah’ın hidayetiyle ileride müslüman da olurlar’ dedi… Ben de, ‘Doğrusu ben Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Bana göre, kellelerini uçurmamız için bize izin vermelisin; Ali, Ak^l’in, ben de filan yakınımın kafasını keselim, çünkü bunlar kâfirlerin öncüleri ve ileri gelenleridir’ dedim. Resûlullah, benim değil de Ebû Bekir’in görüşünü tercih etti. Ertesi gün yanlarına geldiğimde ikisini de oturmuş ağlar halde buldum ve ‘İkiniz niçin ağlıyorsunuz?’ diye sorduğumda Resûlullah, ‘Arkadaşlarının, fidye alarak başıma getirdikleri yüzünden!’ dedi ve (yakındaki bir ağacı göstererek) ‘Cezayı kendilerine şu ağaç kadar yaklaşmış gördüm’ buyurdu” (Müslim, “Cihâd”, 58).
Esir alınmadan bütün düşmanların öldürülmesi hükmü şüphe yok ki tarihî şartlara bağlı bir zaruretten, İslâm’ı koruma amacından kaynaklanıyordu, yoksa Allah’ın devamlı hükmü bu değildi. Savaşta gerekirse esir de alınacaktı, sonra bunlara adalete uygun şekilde işlem yapılacaktı (Muhammed 47/4). Allah’ın devamlı ve yazılı hükmü, metne göre “kitab”ı bu idi. Nitekim 69. âyet bu genel hükmü ifade ediyor, aldıkları ganimeti gönül rahatlığı ile yiyebileceklerini bildiriyordu. Müslümanları uyarmasının, hatta kınamasının sebebi, bu savaşa mahsus olmak üzere gerekeni yapmamaları ve belki içlerinden bazılarının geçici dünya varlığını isteyerek, yani akrabalık bağının verdiği duyguların etkisinde kalarak veya esir edinmenin sağlayacağı nüfuz ve hâkimiyet arzusuna kapılarak dinlerini ve canlarını tehlikeye atmalarıydı. Bu hatalarına rağmen ceza görmemeleri hem genel geçer hükmün böyle olacağından ileri geliyordu hem de Allah’ın âdetine göre “kanunsuz, uyarısız suç ve ceza yoktu.” Ayrıca Bedir Savaşı’na katılanların bütün günahlarını bağışlayacağını da vaad etmişti.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 708-709
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِنَبِيٍّ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismidir. يَكُونَ mansub nakıs muzari fiildir. Veya tam fiildir.
لَـهُٓ car mecruru يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Veya يَكُونَ fiiline müteallıktır.
اَسْرٰى kelimesi يَكُونَ ‘ nin ismi veya faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُثْخِنَ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine veya يَكُونَ fiiline müteallıktır.
يُثْخِنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. فِي الْاَرْضِ car mecruru يُثْخِنَ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ
Fiil cümlesidir. تُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَرَضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الدُّنْيَا muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
تُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
يُر۪يدُ fiili mübtedanın haberi olarak mahalllen merfûdur. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْاٰخِرَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ haber olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ۟ ise ikinci haberdir.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi menfi كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
لِنَبِيٍّ car mecruru, يَكُونَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki cümle, masdar teviliyle muahhar mübtedadır.
Masdar-ı müevvel cümlesindeki يَكُونَ tam fiildir. Nakıs olması caizdir.
Gaye ve cer harfi حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ cümlesi, mecrur mahalde يَكُونَ fiiline, nakıs kabul edildiği takdirde, يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِنَبِيٍّ kelimesindeki tenvin cins ifade eder. Ayrıca olumsuz sıygada umum ifade etmiştir.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ tabirinde istiare vardır. Bununla kastedilen, ‘’durumu ağırlaştırmak, öldürmeleri çoğaltmak’’tır. Bu ifade, ‘’Bu iş beni çökertti’’ diyenin sözünden alınmıştır ki; ‘’Bu iş üzerime olanca ağırlığıyla çöktü, kalbime fena halde acı verdi’’ demektir. (Şerîf er-Radî)
اِثْخَانٌ Aslında kalınlık demek olan ثخَان ve ثخَانة kökünden kalınlaştırmak demektir. Sonra bu anlamdan alınarak, savaşta düşmanın esas kuvvetlerini iyice vurarak, gücünü kırmak ve askerlerini yerinden kımıldayamaz hale getirmek, kesin bir yenilgiye uğratmak durumuna اِثْخَانٌ denilmiştir. Buna göre ayetin manası şu demek olur: Hiçbir peygamber için bulunduğu ülkede küfrü kahredip İslam’ı yüceltecek şekilde küfür ehline karşı kesin zafer elde edip, hak kuvvetlerinin istila ve istikrarını sağlayıp, yaptığı savaşta Allah düşmanlarını iyice kırıp kuvvetlerini yok edinceye kadar esirleri bulunması, yani askerlerinin esir tutmakla meşgul olması doğru ve meşru bir hareket değildir. Ancak ishan hasıl olduktan sonra esir alması meşru olabilir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Ayetteki مَا كَانَ lafzının manası, nefyetmek ve tenzih etmektir. Yani, “Bahsedilen mana, peygambere uygun düşmez ve yakışmaz “ demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki حَتّٰى kelimesi, “intihâ-i gaye” içindir. Binaenaleyh [“Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır basıp (harb edip) zaferler kazanıncaya kadar esirler alması (vâkî) olmamıştır”] Enfal/67 ayeti, peygamberin, ancak yeryüzünde tam bir hakimiyet kurduktan sonra esir edinebileceğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
نَبِيءٍ kelimesi nekre gelerek, bunun, İsrailoğullarındaki peygamberlerin savaşlarında daha önceki bir hüküm olduğuna işaret etmiştir. (Âşûr)
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ - وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يُر۪يدُ - تُر۪يدُونَ ve كَانَ - يَكُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدُّنْيَاۗ - الْاٰخِرَةَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عَرَضَ - الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. حَك۪يمٌ ikinci haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, tazim ve hükmün kuvvetlenmesi içindir.
Zamir yerine zahir isim lafza-i celâl zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için izmardan izhara dönülmüş ve Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
Allah’ın عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
[Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Savaş esirleri için Hz. Ömer “öldürelim” diyor, Hz. Ebubekir “fidye alalım” diyor. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ebu Bekir gibi düşünmeye meylediyor. Onun üzerine bu ayet nazil oluyor.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Dünya mal ve menfaati manasında عَرَضَ kelimesi kullanılmıştır. Çünkü dünya malı sebatlı ve devamlı değildir. Sanki (arızî birşey gibi) önce ortaya çıkıyor, sonra da ortadan kayboluyor. İşte bundan ötürü kelamcılar arazları ‘araz’ diye adlandırmışlardır. Bu arazlar da aynen madde gibi sebatsızdırlar. Çünkü arazlar, maddelere arız olur ve o maddeler devam ettikleri halde, onlar maddeden silinip kaybolur. (Fahreddin er-Râzî)
Burada عَرَضَ الدُّنْيَاۗ şeklinde muzâfın zikri, dünyanın süratle zevale erdiğini ve geçici olduğunu hissettirir. (Âşûr)