Enfâl Sûresi 68. Ayet

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...

Eğer Allah’ın daha önce verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldığınız şey (fidye)den dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْلَا eğer olmasaydı
2 كِتَابٌ bir yazı ك ت ب
3 مِنَ -tan
4 اللَّهِ Allah-
5 سَبَقَ geçmiş س ب ق
6 لَمَسَّكُمْ size mutlaka dokunurdu م س س
7 فِيمَا dolayı
8 أَخَذْتُمْ aldığınız fidyeden ا خ ذ
9 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
10 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
 

Bedir Savaşı’nda yetmiş kadar düşman savaşçısı esir alınmıştı. Bunlar İslâm’ın düşmanı ve onun mensuplarını yok etmeyi amaç edinmiş kimselerdi. Savaşta öldürülmeleri halinde yapabilecekleri kötülükler engellenmiş, İslâm düşmanlarının sayısı azaltılmış olacaktı. Buna rağmen müslüman savaşçılar onları öldürmeyip esir aldılar. İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre (Sîre, II, 281) Peygamberimiz, amcası Abbas, Ebü’l-Buhtürî gibi bazı isimleri sayarak bunların istemeden Bedir’e geldiklerini bildirmiş ve öldürülmemelerini istemişti. Bazı sahâbîlerin düşmanı öldürmek yerine esir almalarında bu isteğin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Harp bitip ganimet ve esirlerin ne yapılacağı konusunun görüşülmesi başlayınca esirler hakkında iki görüş ortaya çıktı. Meselenin bundan sonrasını Müslim’in naklettiği bir hadisten takip edelim. Hz. Ömer anlatıyor: “Hz. Peygamber, Ebû Bekir’e ve bana, ‘Bu esirler hakkında düşünceniz nedir?’ diye sordu. Ebû Bekir, ‘Bunlar amca ve akraba çocuklarıdır, onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Böylece fidye kâfirlere karşı bize güç olur, belki Allah’ın hidayetiyle ileride müslüman da olurlar’ dedi… Ben de, ‘Doğrusu ben Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Bana göre, kellelerini uçurmamız için bize izin vermelisin; Ali, Ak^l’in, ben de filan yakınımın kafasını keselim, çünkü bunlar kâfirlerin öncüleri ve ileri gelenleridir’ dedim. Resûlullah, benim değil de Ebû Bekir’in görüşünü tercih etti. Ertesi gün yanlarına geldiğimde ikisini de oturmuş ağlar halde buldum ve ‘İkiniz niçin ağlıyorsunuz?’ diye sorduğumda Resûlullah, ‘Arkadaşlarının, fidye alarak başıma getirdikleri yüzünden!’ dedi ve (yakındaki bir ağacı göstererek) ‘Cezayı kendilerine şu ağaç kadar yaklaşmış gördüm’ buyurdu” (Müslim, “Cihâd”, 58).

 

 Esir alınmadan bütün düşmanların öldürülmesi hükmü şüphe yok ki tarihî şartlara bağlı bir zaruretten, İslâm’ı koruma amacından kaynaklanıyordu, yoksa Allah’ın devamlı hükmü bu değildi. Savaşta gerekirse esir de alınacaktı, sonra bunlara adalete uygun şekilde işlem yapılacaktı (Muhammed 47/4). Allah’ın devamlı ve yazılı hükmü, metne göre “kitab”ı bu idi. Nitekim 69. âyet bu genel hükmü ifade ediyor, aldıkları ganimeti gönül rahatlığı ile yiyebileceklerini bildiriyordu. Müslümanları uyarmasının, hatta kınamasının sebebi, bu savaşa mahsus olmak üzere gerekeni yapmamaları ve belki içlerinden bazılarının geçici dünya varlığını isteyerek, yani akrabalık bağının verdiği duyguların etkisinde kalarak veya esir edinmenin sağlayacağı nüfuz ve hâkimiyet arzusuna kapılarak dinlerini ve canlarını tehlikeye atmalarıydı. Bu hatalarına rağmen ceza görmemeleri hem genel geçer hükmün böyle olacağından ileri geliyordu hem de Allah’ın âdetine göre “kanunsuz, uyarısız suç ve ceza yoktu.” Ayrıca Bedir Savaşı’na katılanların bütün günahlarını bağışlayacağını da vaad etmişti.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 2 Sayfa: 708-709

 

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

  

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır.  كِتَابٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri,  حكم كتاب (Kitabın hükmü) şeklindedir.

Haber mahzuftur. Takdiri,  موجود (mevcuttur.) şeklindedir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  كِتَابٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.

سَبَقَ  fiili,  كِتَابٌ ‘un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.  سَبَقَ  fetha üzere mebni mazii fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

لَ  harfi  لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  مَسَّكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  مَسَّكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَخَذْتُمْ  ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اَخَذْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

عَذَابٌ  kelimesi  مَسَّ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘un sıfatıdır.

 

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

  

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesi  كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. 

Sübut ifade eden cümlenin müsnedi, mazi fiil sıygasında cümle formunda gelerek hudûs ifade etmiştir. Müsnedün ileyh olan  كِتَابٌ ’un tenkiri tazim içindir.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Rabıta harfi  ل  ile gelen cevap cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَسَّكُمْ ,  مَٓا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)

 اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ifadesinde mecazî isnad vardır.  اَخَذْتُمْ  fiili azaba isnad edilmiş, mübalağa yoluyla azaptan kurtulmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Onları gerçekte azabıyla yakalayan Allah Teâlâ’dır.

عَذَابٌ ‘daki tenvin azabın büyüklüğünü, korkunçluğunu ifade eder. Öyle bir azap ki kelimelerle tarif edilemez, demektir. 

عَذَابٌ  için sıfat olan  عَظ۪يمٌ  sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ  ifadesi, azaptan kurtulmanın sebebidir. (İbn Ebi’l-İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr, s. 309; Bedî‘u’l-Kur’an, II, 109; Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 348.)

عَذَابٌ ; hale uygun ve tabiata münasip demektir. Mekruh şeyler ve ceza için kullanılması da o kişinin haline cezanın uygun olması sebebiyledir. Kökünde şiddet manası olmadığı için Kur’an’da çoğunlukla makama uygun bir sıfatla gelmiştir.

Ayette hüsn-i ta‘lîl sanatı vardır.

Terim olarak hüsn-i ta‘lîl, konuşanın ifadeye güzellik katmak amacıyla bir şeyin bilinen sebebini açıkça veya zımnen inkâr ederek amaca uygun güzel edebî bir illet getirmesidir. Ancak bu hususta bilinen gerçek sebeple itibarî sebep arasında bir benzeşme ilgisinin bulunması şarttır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)