وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
Kur’an, muhtelif âyetlerde kıyametin kopma zamanıyla ilgili bilginin Allah’a mahsus gayb bilgilerinden olduğunu, O’nun dışında, melekler dahil hiç kimsenin bu konuda bilgi sahibi olmadığını ifade ederken (meselâ bk. A‘râf 7/187; Lokmân 31/34; Fussılet 41/47); burada olduğu gibi birçok sûrede kıyametin nasıl kopacağına dair tasvirlerde bulunmakta, bir taraftan evrenin yok oluşuyla diğer taraftan da insanların bilinen bir hayattan başka bir hayata intikalleri esnasında karşılaşacakları dehşet dolu manzaralarla ilgili etkileyici anlatımlara yer vermektedir. Bu âyetlerde de kıyametin kopması esnasında göklerde ve yerde meydana gelecek değişiklikler tasvir edilerek kıyamet günü hakkında Tekvîr ve İnfitâr sûrelerinde anlatılanlar pekiştirilmektedir. Asıl maksat ise insanları uyarma ve onları şimdiden o gün için hazırlık yapmaya teşvik etmektir.
1-2. âyetlerden kıyametin kopma zamanı geldiğinde gökteki yıldızların Allah’ın emrine boyun eğerek yörüngelerinden çıkıp birbirine çarpmak suretiyle parçalanacakları anlaşılmaktadır. 3. âyette zikredilen “yerin dümdüz edilmesi” olayını İbn Âşûr (XXX, 219-220) üç şekilde açıklamıştır: 1. Derinin gerilip düzeltildiği gibi yeryüzündeki dağ ve tepelerin yok edilmesi sonucu dümdüz hale getirilmesi (krş. Tâhâ 20/105-107); 2. Şiddetli deprem sebebiyle yeryüzünde meydana gelecek olan yarılma ve lav püskürmesi gibi jeolojik değişimler neticesinde yeryüzü alanının genişlemesi; 3. Yerin küresel şeklinin bozularak uzun bir şekil alması. Bu ve benzeri değişikliklerin evrendeki genel düzenin bozulmasının doğal bir sonucu olarak meydana geleceği düşünülebilir. 4-5. âyetlerde yeryüzünde meydana gelecek bu değişiklikler sonunda yerin, içindeki ölüleri, maden ve diğer şeylerden ne varsa hepsini dışarı fırlatacağı bildirilmektedir (krş. Tekvîr 81/1-6; İnfitâr 82/1-5). 1-5. âyetlerde kıyamet tasvir edilirken “izâ” edatıyla “şöyle olduğunda” şeklinde şart cümleleri sıralanmışsa da bunların cevabı muhatabın anlayışına bırakılmıştır; tefsirlerde bu noktanın izahı için “herkes yaptığının karşılığını görecektir” veya “artık olan olmuş, işi işten geçmiştir, ondan sonra neler olacağını düşünün!” gibi mânaların takdir edildiği görülmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 583-585وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la تَخَلَّتْ cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. اَذِنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. لِرَبِّهَا car mecruru اَذِنَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُقَّتْ atıf harfi وَ ‘la اَذِنَتْ ‘e matuftur.
حُقَّتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la surenin ilk ayetindeki mukadder şart fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اَذِنَتْ fiiline müteallik لِرَبِّهَا izafetinde, الْاَرْضُ ‘ya ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması الْاَرْضُ ‘ya tazim ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَحُقَّتْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle اَذِنَتْ لِرَبِّهَا cümlesine atfedilmiştir.
حُقَّتْۙ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Bu ayet, 2. ayetle birebir aynıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr, ıtnâb ve terdid sanatları vardır. لِرَبِّهَا ‘daki هَا zamiri dünyaya aittir.
Terim olarak tekrar, “söz söyleyenin, bir vasıf, övgü, yergi, korkutma, tehdit vb.lerini tekid etmek için bir kelimeyi lafız ve mana olarak yeniden söylemesi, tekrar etmesi, yani birden fazla kere söylemesidir.
İlk beş ayette, yer ve göğün Cenab-ı Allah’ın emrine karşı mutlak itaat içinde oldukları yüksek ve âlî bir üslupla anlatılmaktadır.
Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu ayet iki kere zikredildi. Zira birincisi gökle ilgili, ikincisi yerle ilgilidir. Her bir şey bir başka şeyle bağlantılı olunca tekrar sayılmaz. اِذَا ’nın cevabı hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: Bütün bu sayılanlar gerçekleşince sözle ifade edilemeyecek derecede korkunç şeyler olacaktır. (Rûhu’l Beyân)
Rabbini dinlediği zaman ona kulak verdiği yani kudret eserine itaat ettiği zaman demektir. Bu da onun yarılmasını irade ettiği zaman olacaktır ki, ona amirine kulak veren ve sözünü dinleyen biri gibi itaat eder. (Beyzâvî)
Ayetteki وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا ifadesi [Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman] manasındadır. Çünkü أذن له fiili “ona itaat etti, onu dinledi” manasınadır. Ayetteki حُقَّتْۜ kelimesi, senin, “Falanca şuna müstehaktır, o buna layıktır ve bu onun hakkıdır.” manasında söylediğin, هوحقِق به ve هومهما حُقَّ بكذا deyimlerindendir, yani “O arz boyun eğmeye, karşı koymaya layıktır, bu onun hakkıdır, ona yakışan budur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)