اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | يَعْلَمُوا | bilmediler mi ki |
|
3 | أَنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah’tır |
|
5 | هُوَ | O |
|
6 | يَقْبَلُ | kabul eden |
|
7 | التَّوْبَةَ | tevbeyi |
|
8 | عَنْ |
|
|
9 | عِبَادِهِ | kullarından |
|
10 | وَيَأْخُذُ | ve alan |
|
11 | الصَّدَقَاتِ | sadakaları |
|
12 | وَأَنَّ | ve şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | هُوَ | O |
|
15 | التَّوَّابُ | tevbeyi çok kabul edendir |
|
16 | الرَّحِيمُ | çok esirgeyendir |
|
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ
Hemze, istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir.
Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1. İki mef’ûl alanlar,
2. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar,
3. İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette يَعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
هُوَ يَقْبَلُ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَقْبَلُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَقْبَلُ merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
التَّوْبَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَنْ عِبَادِه۪ car mecruru يَقْبَلُ fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَأْخُذُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الصَّدَقَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler îrabını hareke ile alırlar.
وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel , birinci masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur.
هُوَ fasıl zamiridir. التَّوَّابُ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ ise اَنَّ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ isimleri mübalağa sıygasındandır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Ayet istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir. Cümle soru anlamında olmayıp, kınama/azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Maksat, tövbelerinin kabul olunacağını kalplerine yerleştirmektir.
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا şeklindeki soru “bilsinler” manasında emir hükmündedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi, masdar teviliyle يَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu isim cümlesinde هُوَ fasıl zamiri, kasr ifade eder.
اَنَّ ’nin haberi olan يَعْلَمُ سِرَّهُمْ, muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah, gereği gibi yapıldığı takdirde tövbeleri kabul edeceğini belirtmektedir. يَقْبَلُ fiilinin عَنْ harfiyle geçişli kılınması tecavüz manasını içermesindendir. (Beyzâvî)
Fahreddin er-Râzî’ye göre: عَنْ ve مِنْ harf-i cerleri, manaca biribirine yakın iki harftirler. Fakat عَنْ uzaklaşma manasını taşır. Mesela, “Falanca, padişahın sağ tarafına oturdu.” denildiğinde bu, o kimsenin sağ tarafta biraz uzağa oturduğunu ifade eder. O halde ayetteki عَنْ عِبَادِه۪ lafzı da tövbe eden kimsenin o günahı sebebiyle Allah'ın kendisini kulluğuna kabulünden uzak düştüğüne inanıp efendisince kovulmuş olmadan ötürü gönlünde bir kırıklık ve burukluk olması gerektiğini ifade eder. İşte عَنْ edatı, tövbe eden kimsenin bu şuuru taşıması gerektiğine üstü kapalı bir uyarı ihtiva eder.
Aynı üslupta gelerek اَنَّ ’nin haberine matuf olan وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ [Sadakaları alır] ibaresinde أْخُذُ fiili قبل fiili yerine istiare edilmiştir. “Kabul etmek” manasındadır. أْخُذُ fiilinde mecaz-ı mürsel vardır da denilebilir. (Mahmud Sâfî)
Bu ayet, onların tövbelerinin kabulünü, verdikleri sadakaların kendilerini temizlediğini, kalplerine huzur ve güven verdiğini tespit ve izah eder. Burada sadaka almak, temizlemek ve arındırmak, zahiren Peygambere (s.a.) isnat ediliyorsa da gerçekte onların tövbelerini kabul eden de sadakaları alan da Allah'tır. Bu kelam, “(Resulüm) sana biat edenler, gerçekte Allah'a biat ederler.” ayeti kabilinden olmak üzere Peygamberin (s.a.) şanını yüceltir. (Ebüssuûd)
Ayetteki ikinci masdar harfinin dahil olduğu وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ cümlesi de faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedin izafet terkibiyle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
هُوَ şan zamiridir. Allah’ın tövbeleri kabul edeceği manasını tekid eder.
التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Masdar-ı müevvel وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl cümleleri önceki manayı tekid kastıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.