Tevbe Sûresi 103. Ayet

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...

Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خُذْ al ا خ ذ
2 مِنْ
3 أَمْوَالِهِمْ onların mallarından م و ل
4 صَدَقَةً bir sadaka ص د ق
5 تُطَهِّرُهُمْ kendilerini temizleyeceğin ط ه ر
6 وَتُزَكِّيهِمْ ve yücelteceğin ز ك و
7 بِهَا onunla
8 وَصَلِّ ve du’a et ص ل و
9 عَلَيْهِمْ onlara
10 إِنَّ çünkü
11 صَلَاتَكَ senin du’an ص ل و
12 سَكَنٌ huzur verir س ك ن
13 لَهُمْ onlara
14 وَاللَّهُ ve Allah
15 سَمِيعٌ işitendir س م ع
16 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
 

İmkânları olduğu halde Tebük Seferi’ne katılmayan ve bunun pişmanlığını yaşayan kişiler, mallarını getirip Resûlullah’a takdim etmişler, kendilerini arındırmak üzere bunları almasını ve sadaka olarak dağıtmasını, bir de bağışlanmaları için dua etmesini istemişlerdi. Hz. Peygamber ise kendisine böyle bir şey emredilmediğini ve onların mallarından alamayacağını söyledi. Âyet bunun üzerine indi (Taberî, XI, 16-18). Âyeti bu rivayeti esas alarak yorumlayan âlimlerin bir kısmı buradaki sadaka ile, günahlara kefâret olmak üzere alınan gönüllü bağışların kastedildiği kanaatindedir. Aynı rivayetin ışığında yorum yapan bazı âlimlere göre –yaptıklarından nedamet duyan bu kişiler– zaten zekât ile yükümlüydüler; âyet Resûlullah’tan onların daha önce vermekten kaçındıkları zekâtı kabul etmesini istemiş oldu. Fakihlerin çoğunluğuna göre ise âyet yeni bir sözün başlangıcıdır ve burada farz olan zekâtın alınması konusuna temas edilmektedir (Râzî, XVI, 177).  Kur’an daha Mekke döneminin ilk yıllarında Allah’ın birliği (tevhid) inancı ile sosyoekonomik dengenin kurulması ve korunması arasında çok sıkı bir bağ bulunduğunu müslümanların kafalarına ve gönüllerine yerleştirmiş, malî yükümlülükleri belirli kurallara bağlamadan önce toplumun bu yönde bilinçlendirilmesine ağırlık vermiştir. Bu arada Mekke döneminde inen sekiz âyette zekât kelimesi de kullanılmıştır; fakat bu âyetlerde geçen zekât kelimesiyle, Medine’de farz kılınan nisabı, nisbeti belirli, harcama yerleri gösterilmiş zekâtın kastedilmediği açıktır. Bu dönemde de zekât dinî bir yükümlülük olmakla birlikte, bu görev mutlak nitelikteydi, müslümanlar bunun miktarını durum ve şartlara göre belirliyorlardı. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti sırasında ilk dinlenme yeri olan Kuba’da okuduğu hutbeden itibaren, malî yükümlülükler konusu âyetlerde ve hadislerde daha yoğun bir biçimde işlenmeye başlamış, bu dönemde yirmi iki âyette daha zekât kelimesi mârife (belirli isim) olarak kullanılmıştır. Bu arada Mekke döneminde olmayan ve zekât ile eş anlamlı kullanıldığı genellikle kabul edilen sadaka kelimesi on iki ayrı Medenî âyette yer almıştır. Zekâtla ilgili âyetler ve tarihî bilgiler ışığında nisabı ve miktarları belirli zekâtın –kesin olmamakla beraber– hicretin 2. yılında ramazan orucundan hemen sonra farz kılındığı anlaşılmaktadır. 9. yılda bu âyetle farz kılındığını ileri süren âlimlerin bu görüşünü ise, zekâtın devlet tarafından düzenli bir şekilde toplanıp dağıtılmaya bu tarihte başlanmış olduğu şeklinde açıklamak mümkündür. 
 Sözlükte “artma, çoğalma, arıtma, övgü ve bereket” gibi anlamlara gelen zekât, terim olarak, “Allah’ın Kur’an’da belirttiği yerlere harcanmak üzere farz kıldığı, dinen zengin sayılan kişilerin mallarından alınan belirli pay”ı ifade eder. Ayrıca, bu payın maldan çıkarılması işlemine de zekât denir. Malî bir ibadet olan zekâtın Kur’an’da ve hadislerde hemen her zaman, bedenî bir ibadet olan namazla birlikte zikredilmesi bu iki dinî görev arasındaki güçlü bağı gösterir. Her şeyden önce bir ibadet olan zekâtın, birçok insanî ve ahlâkî hedefleri ve iktisadî gayeleri vardır. Dolayısıyla Allah’ın buyruğuna uyarak O’nun hoşnutluğunu kazanmaamacıyla zekâtın yerine getirilmesi, kulun dünya ve âhiret mutluluğuna vesile olduğu gibi topluma da birçok fayda sağlar. 
 Zekâtın harcama yerleri Kur’an’da tek tek sayılmış olmakla beraber (Tevbe 9/60), zekât yükümlüleri, zekâta tâbi mallar, zekât yükümlülüğünün alt sınırı (nisab), ödenecek miktar, ödeme zamanı ve şekli gibi konular daha çok Hz. Peygamber’in söz ve uygulamaları ile açıklığa kavuşturulmuştur. Bununla birlikte âyet ve hadislerin yorumlanmasındaki farklılıklar sebebiyle bazı meselelerde fıkıh doktrinleri arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır (geniş bilgi için bk. Yûsuf el-Kardâvî, Fıkhü’zzekât, I-II; Mehmet Erkal, “Zekât”, İFAV Ans., IV, 519-574).
 Âyetin “arındırmak ve temize çıkarmak üzere” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmında geçen arındırma ve temize çıkarma fiillerinin öznesinin Hz. Peygamber olduğu kanaati hâkimdir. Birinci fiilin sadakanın sıfatı olduğu görüşü esas alındığında ise âyete, “Onların mallarından, kendilerini temize çıkarmak üzere onları arındıracak sadaka al!” şeklinde mâna vermek gerekir. Bu fiillerden ilkinin masdarı olan tathîr, “günahların onların üzerinde bıraktığı kötü etkileri gidermek”, ikincisinin masdarı olan tezkiye ise “iyice temizlemek, bereketini arttırmak” mânasına gelir. Öte yandan “senin duan” diye tercüme edilen “salâteke” tamlaması, (Hz. Peygamber’e hitaben) “senin onlar için duada bulunman, günahlarının bağışlanmasını istemen” anlamıyla, “onlara huzur verir” diye tercüme edilen “sekenün lehüm” ifadesi de “Onlar için rahmettir, tövbelerinin kabul edildiği inancını sağlar ve gönüllerini huzura kavuşturur, onları şereflendirir” şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, III, 78; Zemahşerî, II, 170-171; Şevkânî, II, 454-455).

 

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 55-57

 

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  خُذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

مِنْ اَمْوَالِهِمْ  car mecruru  خُذْ   fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  صَدَقَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تُطَهِّرُهُمْ   fiili  صَدَقَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  تُطَهِّرُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تُزَكّ۪يهِمْ بِهَا   cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

تُزَكّ۪يهِمْ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِهَا  car  mecruru  تُزَكّ۪يهِمْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  صَلِّ   illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  صَلِّ  fiiline müteallıktır.

تُزَكّ۪يهِمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زكو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِاِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

صَلٰوتَكَ  kelimesi ,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَكَنٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  سَكَنٌ ’e kelimesine müteallıktır.

 

وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. سَمِیعٌ  birinci haberi olup lafzen merfûdur.  عَلِیم  ise ikinci haberdir.

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ

 

Ayet emir üslubunda gelmiş müstenefedir. Talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen  تُطَهِّرُهُمْ  cümlesi,  صَدَقَةً  için sıfattır.

Aynı üslupta gelen  تُزَكّ۪يهِمْ  cümlesi  تُطَهِّرُهُمْ ’a matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. 

Sıfat cümlelerindeki fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صَدَقَةً ’deki tenvin nev ve tazim içindir.

مِنْ اَمْوَالِهِمْ ’deki  مِنْ, ba'diyet ifade eder.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَصَلِّ عَلَيْهِمْ  cümlesi,  خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

صَدَقَةً  kelimesi aslında  كذب ’in zıddıdır. İmanın göstergesi olduğu için sadakaya, fakire verilen paraya, isim olmuştur.

تُطَهِّرُهُمْ  - تُزَكّ۪يهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


  اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ

 

وَصَلِّ عَلَيْهِمْ  emrinin ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur. Ayrıca Hz. Peygambere ait zamire muzâf olan  صَلٰوتَ, bu izafetle şan ve şeref kazanmıştır.

اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ  ibaresinde teşbih-i beliğ vardır. Çünkü mübalağa ifade etmek için Yüce Allah duayı, huzur ve sükunun kendisi kılmıştır. Bunun aslı,  كالسكن  (huzur ve sükûnet gibidir) şeklindedir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilerek teşbih-i beliğ olmuştur. (Safvetu't Tefasir)

سَكَنٌ  bir şeyin harekete geçtikten sonra sakinleşip eski haline dönmesi demektir. (Müfredat)

صَلٰوتَكَ - صَلِّ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle ta’lil manasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah’ın  سَم۪يعٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemalat anlamı ve tazim vardır.

Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.