وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْر۪يقاً بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَاداً لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ |
|
|
2 | اتَّخَذُوا | edinenler var |
|
3 | مَسْجِدًا | bir mescid |
|
4 | ضِرَارًا | zarar vermek (için) |
|
5 | وَكُفْرًا | ve nankörlük etmek (için) |
|
6 | وَتَفْرِيقًا | ve ayrılık sokmak (için) |
|
7 | بَيْنَ | arasını |
|
8 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlerin |
|
9 | وَإِرْصَادًا | ve gözetlemek (için) |
|
10 | لِمَنْ | kimseyi |
|
11 | حَارَبَ | savaşan |
|
12 | اللَّهَ | Allah |
|
13 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisiyle |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | قَبْلُ | önceden |
|
16 | وَلَيَحْلِفُنَّ | ve yemin edecekler |
|
17 | إِنْ |
|
|
18 | أَرَدْنَا | biz istemedik |
|
19 | إِلَّا | başkasını |
|
20 | الْحُسْنَىٰ | iyilik(ten) |
|
21 | وَاللَّهُ | oysa Allah |
|
22 | يَشْهَدُ | şahidtir |
|
23 | إِنَّهُمْ | onların |
|
24 | لَكَاذِبُونَ | yalan söylediklerine |
|
Yesrib’deki (Medine) Hazrec kabilesinin ileri gelenlerinden Ebû Âmir isimli bir şahıs Hıristiyanlığı benimsemiş ve bu alanda bilgilerini ilerletip papaz olmuştu. Resûlullah’ın Medine’ye göç etmesi bu ve benzeri kimselerin menfaatlerine ters düşüyordu. Bu yüzden Ebû Âmir, Medine’ye geldiği günden itibaren Hz. Peygamber’e muhalefet etti ve onun düşmanları olan Mekkeli müşriklerle ittifak içine girdi. Bu muhalefeti sürdürebilmek için bazı adamlarıyla birlikte Mekke’ye gitti ve Bedir Savaşı’nda müslümanlara karşı savaştı. Bedir yenilgisine müşriklerden daha fazla üzüldü ve onların intikam duygularını harekete geçirdi. Ayrıca gerek Uhud gerekse Hendek savaşlarında hazır bulunup Medineli hemşehrilerini Resûlullah ve müslümanlar aleyhine tahrik etmeye çalıştı. Bunda başarılı olamayınca Mekke’ye yerleşti. Mekke müslümanlar tarafından fethedilince Tâif’e geçti. Huneyn Savaşı’nda Hevâzin kabilesi yenilgiye uğrayınca da Şam’a kaçtı. Şam’a kaçarken münafıklara, “Olabildiğince hazırlık yapın, ben Bizans imparatoruna gidip kuvvet getireceğim, Muhammed’i ve arkadaşlarını Medine’den çıkaracağım” diye haber gönderdi. Ebû Âmir’in Medine’deki münafıklarla yaptığı iş birliği çerçevesinde hazırlanan oyunlardan biri mescid süsü verilen bir toplanma yeri inşa edilmesiydi. Münafıklar gerçekte kötü niyetle, fakat Mescid-i Kubâ ve Mescid-i Nebî’ye uzakta oturan yaşlıların cemaate yetişemediklerini, diğer insanların da soğuk ve yağmurlu gecelerde anılan mescidlere ulaşmalarındaki zorlukları bahane ederek Sâlim b. Avf kabilesinin bulunduğu yerde bir mescid inşa ettiler. Resûlullah’ın onayını alıp bu yapıya meşruiyet kazandırmak üzere kendisinden mescidi ibadete açmasını ve dua etmesini istediler. Hz. Peygamber o sırada Tebük Seferi’nin hazırlıklarıyla meşgul olduğunu belirtti ve “İnşaallah döndüğümüzde orada namaz kılarız” buyurdu. Tebük Seferi dönüşünde münafıklar tekrar aynı taleple müracaatta bulundular. İşte Resûlullah gerçekte fesat ve nifak yuvası olarak inşa edilen bu mescidde namaz kılmak üzere oraya gitmeye hazırlanırken bu âyetler nâzil oldu. Âyetteki bu uyarı üzerine Hz. Peygamber anılan mescidi yıktırdı. Âyetteki “zararlı eylemler gerçekleştirmek üzere yapılmış mescid” anlamına gelen ifadeden hareketle siyer ve İslâm tarihi ile ilgili eserlerde, yıkılan bu yapı Mescid-i Dırâr adıyla anılagelmiştir (Taberî, XI, 23-26; Hüseyin Algül, “Mescid-i Dırâr”, İFAV Ans., III, 206-207).
108. âyette “daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulduğu” bildirilen mescidin hangisi olduğu hususunda ilk dönem İslâm âlimlerinden nakledilen rivayetler iki noktada toplanır. Bunlardan birine göre maksat Mescid-i Nebevî, diğerine göre Kuba Mescidi’dir. Taberî birinci görüşü destekleyen rivayetleri daha sağlam bulmaktadır (bk. XI, 26-28).
110. âyette geçen ve “huzursuzluk kaynağı” diye çevirdiğimiz rîbe kelimesi, “kuşku, erişilmez emel, pişmanlık ve kin” gibi mânalara gelmektedir. Bunlardan hareketle şu yorumlar yapılmıştır: Münafıkların mescidi yaparken içlerinde taşıdıkları kuşku ve nifak sürüp gidecektir; o binayı yaparken gözettikleri amaç erişilmez bir hayal olarak kalacaktır; böyle bir iş yapmaktan duydukları pişmanlığı hep yaşayacaklardır; binanın yıktırılmasından dolayı duydukları kin devam edip gidecek ve bütün bu duygular sebebiyle devamlı bir huzursuzluk içinde yaşayacaklardır. Âyetin “yürekleri paramparça oluncaya kadar” diye çevirdiğimiz kısmıyla, kalplerinin bu konuyla olan bağı tamamen kopuncaya kadar devam edeceğine işaret edilmektedir. Müfessirlerin çoğunluğu bu bağın kopmasını “ölüm” olayı ile açıklamışlar ve âyete “Onlar ölmedikleri sürece bu konudaki kuşkuları sürer gider” şeklinde mâna vermişlerdir. Bununla birlikte, “Onlar yaptıkları aşırılıktan yüreklerini parçalayacak derecede pişmanlık ve üzüntü duyarak tövbe edinceye kadar kuşkuları devam eder” yorumu da yapılmıştır (Râzî, XVI, 198; Şevkânî, II, 460).
Bu âyetler belirli bir olay vesilesiyle inmiş olmakla beraber, özellikle 109. âyette soyut bir anlatım biçimiyle ortaya konan ölçü dikkate alınırsa, burada temsilî bir örnekten hareketle şu mesaja ağırlık verildiği görülür: İki yüzlü davrananlar arasında zararlı eylemler planlayan, inkârcılığı örgütlemeye ve müminlerin arasına ayrılık sokmaya çalışanlara karşı uyanık olunmalı, onların iyi niyet iddiaları ihtiyatla karşılanmalıdır; Allah’ın rızâsına takvâ esası üzerine kurulu işlerle erişilir ve Allah kötülüklerden arınmayı samimi olarak isteyen kişileri sever; iki yüzlü davranmayı huy haline getirenlerin yürekleri kuşkunun esiri olur ve ölünceye kadar kendi kişiliklerini bulamadan bu kuşkunun girdabında bocalar dururlar; dünyada böyle bir bunalımı yaşadıkları gibi âhirette de acı bir sonla karşılaşacaklardır, zira onların akıllarınca başarı gibi görünen eylemleri aslında uçurumun kenarına yapılmış binadan farksızdır, kısa bir süre sonra bu bina onların cehenneme yuvarlanmaları sonucunu doğurur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 60-62
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْر۪يقاً بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَاداً لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mahzuf mukaddem haberin muahhar mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri, منهم الذين اتّخذوا مسجدا şeklindedir.
İsm-i mevsûlün sılası اتَّخَذُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسْجِداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ضِرَاراً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya Mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُفْراً وَتَفْر۪يقاً kelimeleri atıf harfi وَ ’la ضِرَار ’e matuftur.
بَيْنَ mekân zarfı, تَفْر۪يقاً ’e müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِرْصَاداً kelimesi atıf harfi وَ ’la ضِرَاراً ’e matuftur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte اِرْصَاداً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası حَارَبَ اللّٰهَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
حَارَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlün bih olup lafzen mansubdur. رَسُولَهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru حَارَبَ fiiline müteallıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
يَحْلِفُنَّ fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الْحُسْنٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Maksûr isimlerin marife halinde sonundaki elif-i maksûre kelimenin kök harflerinden biriyse (yani kelimenin üçlü kökünün üçüncü harfini oluşturuyorsa) de veya kök harflerinden biri değilse de bütün îrab halleri takdiren olur.
Maksûr isimlerin nekre halinde sonundaki elif-i maksûre kelimenin kök harflerinden biriyse bütün îrab halleri takdiren olur ve tenvinli fetha ile yazılır ve okunur. Eğer ki kök harflerinden biri değilse bütün îrab halleri yine takdiren olur, ancak tek fetha ile yazılır ve okunur. Çünkü sondaki illet harfi ilave olunca kelime gayri munsarif olup cer ve tenvini kabul etmez. Buradaki الْحُسْنٰى kelimesi illet harfi ilave olunan gayri munsarif bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
يَشْهَدُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَشْهَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَاذِبُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَاذِبُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْر۪يقاً بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَاداً لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ
Ayet önceki ayetteki وَاٰخَرُونَ ’ye وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, takdiri منهم olan mahzuf mukaddem haberin, muahhar mübtedasıdır. Bahsi geçenleri tahkir amacıyla gelen mevsûlün sılası اتَّخَذُوا مَسْجِداً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضِرَاراً ,وَكُفْراً ,وَتَفْر۪يقاً ,وَاِرْصَاداً kelimeleri mef’ûlün lieclih veya hal konumunda masdardır. Bu masdarların mef’ûlün mutlak olduğu da söylenmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ başındaki harf-i cerle birlikte اِرْصَاداً ’e müteallıktır. Sılası حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. İsmi mevsûl tahkir kastıyla gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
الَّذ۪ينَ - مَنْ ve اللّٰهَ - رَسُولَهُ ve ضِرَاراً - كُفْراً - حَارَبَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كُفْراً - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ
وَ atıftır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle mukadder kasemin cevabıdır. لَ, kasemin cevabının başına gelen harftir. Mahzuf kasemle birlikte cümle, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.
Âşûr bu cümlenin itiraziyye veya hal cümlesi olduğu görüşündedir.
Cümledeki nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا, kasr oluşturmuştur. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümle, kasemin cevabına tefsir niteliğindedir.
Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller de olabileceği gibi kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki اَرَدْنَٓا fiilinde iltifat sanatı vardır.
اِنْ ve اِلَّا ile yapılan kasrlar, ما ve اِلَّا ile yapılandan daha kuvvetlidir.
الْحُسْنٰى “hayır” manasındadır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Âşûr bu cümlenin itiraziyye cümlesi olduğu görüşündedir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ikaz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde mehabet ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan يَشْهَدُ, muzari fiil şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna ve müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde (hayal gücünde) canlanır ve anlaşılması kolaylaşır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle nasb mahallinde يَشْهَدُ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette 7 tane tekid unsuru vardır: لَ kasem harfi, şeddeli nun (2 tekid sayılır), kasr üslubu (2 tekid sayılır), اِنَّ ve lam-ı muzahlaka.
Mescid edinenlerin; zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasına tefrika sokmak ve daha evvel Allah ve Resulü ile savaşan kişinin yolunu gözlemek şeklinde sıfatları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
مِنْ قَبْلُ (daha evvel) buyruğundan maksad “Dırar Mescidinin yapımından önce” demektir.
Cenab-ı Hakk, bu mescidi bu dört vasıfla niteleyince,
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَا اِلَّا الْحُسْنٰى [Bununla iyilikten başka bir şey kastetmedik.] diye yemin edeceklerdir, buyurdu. Bu, “Onlar, bu mescidi yapmakla, güzel bir iş yaptıklarına yemin ederler.” demektir. Bu güzel iş de zayıflarının, hastalarının ve Allah Resulü’nün mescidine gidemeyen acizlerin işlerini kolaylaştırmak amacıyla, Müslümanlara duydukları şefkattir! Bu böyledir, zira onlar Allah'ın Resulüne, “Biz, hastalıklı ve muhtaç olanlar ile yağmurlu ve soğuk gecelerden dolayı bir mescit yaptık.” diyorlardı.
Daha sonra Cenab-ı Hakk, وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ [Allah şahitlik eder ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.] buyurmuştur. Bu, “Allah, Resulünü onların yalan yere yemin ettikleri yemine muttali kıldı.” demektir. Bil ki bu ayetin başındaki وَالَّذٖينَ kelimesi, mübteda olmak üzere mahallen merfû olup, haberi hazf edilmiştir. Kelamın takdiri de وَ مِمَّنْ ذَكَرْنَا الَّذِينَ “Mescit yapanlar da bahsettiklerimizdendir.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)