Tevbe Sûresi 28. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ اِنْ شَٓاءَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...

Ey iman edenler! Allah’a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنَّمَا şüphesiz
5 الْمُشْرِكُونَ ortak koşanlar ش ر ك
6 نَجَسٌ pisliktir ن ج س
7 فَلَا artık
8 يَقْرَبُوا yaklaşmasınlar ق ر ب
9 الْمَسْجِدَ Mescid-i س ج د
10 الْحَرَامَ Haram’a ح ر م
11 بَعْدَ sonra ب ع د
12 عَامِهِمْ yıllarından ع و م
13 هَٰذَا bu
14 وَإِنْ ve eğer
15 خِفْتُمْ korkarsanız خ و ف
16 عَيْلَةً yoksulluğa düşmekten ع ي ل
17 فَسَوْفَ yakında
18 يُغْنِيكُمُ sizi zengin edecektir غ ن ي
19 اللَّهُ Allah
20 مِنْ -ndan
21 فَضْلِهِ kendi lutfu- ف ض ل
22 إِنْ eğer
23 شَاءَ dilerse ش ي ا
24 إِنَّ şüphesiz
25 اللَّهَ Allah
26 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
27 حَكِيمٌ hikmet sahibidir ح ك م
 

5. âyetin tefsirinde belirtildiği üzere, bu sûrenin başındaki ve bu âyetteki bildirim İslâm’ın tebliği açısından bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Zira artık Mekke’nin fethi gerçekleşmiş, Kâbe’deki putlar yıkılmış ve Hicaz bölgesinin en güçlü kabileleri İslâmiyet’i kabul etmişlerdir. Bu aşamada Kâbe çevresindeki müşriklere sınırsız bir inanç özgürlüğü tanıyarak burada kalmalarına izin vermek, son tahlilde müslümanların bu kutsal mekânını, bölgeden yeni temizlenen putperestliğe açık bırakmak anlamına gelirdi. Kur’an’ın müslüman olmayanlarla ilişkiler konusundaki âyetleri birlikte değerlendirildiğinde, bu âyetin getirdiği düzenlemede insan hakları açısından yadırganacak bir durum olmadığı kolayca görülür. Zira burada, kültür değişimiyle sıkı irtibatı olan dinî bir düzenleme söz konusudur. Köklü kültür değişimlerinde, bu gibi zaman ve mekâna özel veya geçici tedbirler zorunlu hale gelebilmektedir. 

 Âyetteki hükmün ekonomik açıdan bazı olumsuz sonuçları da beraberinde getireceği ihtimaline karşı, muhatapları bu ihtimalin olumsuz etkilerinden kurtaracak bir açıklamada bulunulmuştur. Gerçekten, böyle bir düzenlemenin Kâbe’nin o güne kadar süregelen misyonu ile yakından ilişkili olan ticarî potansiyeli olumsuz yönde etkilemesi tabii idi. Fakat yüce Allah, maddî sıkıntı kaygısıyla bu buyruğun buruk karşılanmaması için bir uyarıda bulunmuş, o çevredeki müslümanların herhangi bir mahrumiyet endişesi duymadan ilâhî buyruğa teslim olmalarını istemiş ve kendisi dilediğinde başka sebepler meydana getirerek onları zengin kılabileceğini bildirmiştir.

 Âyette müşrikler için yapılan niteleme, onlara yasaklanan bölge ve yasağın kimleri kapsadığı hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Putperestlerin “neces” (pis, kirli) olmaları, âlimlerin çoğunluğuna göre mânevî anlamdadır. Müşrikler, başta Allah’a ortak koşma yönündeki inançları olmak üzere, Kâbe’yi çıplak tavaf etme, murdar et yeme, babasının eşiyle evlenme gibi çirkin davranışları sebebiyle böyle nitelendirilmişlerdir (Zemahşerî, II, 146). Âyette, müşrikler hakkındaki nitelemenin hasr ifadesi içinde yani “onlar ancak şöyledirler” şeklinde tercüme edilebilecek bir cümlede yer alması, bu hususta tereddüt edilmemesi gerektiğini belirtmek içindir (İbn Âşûr, X, 160); bu anlam meâle “biliniz ki” şeklinde yansıtılmıştır. Âlimlerin ekseriyetine göre âyetteki Mescid-i Harâm tamlamasından maksat Harem bölgesidir, dolayısıyla yasaklanan yer Harem diye anılan mıntıkadır. Âyetin devamındaki ifade de bu anlayışı destekleyici niteliktedir (Râzî, XVI, 26). Bazı âlimlere göre ise yasaklanan yer Mescid-i Harâm ile sınırlıdır, müşriklerin Harem bölgesinin diğer yerlerine girmelerine engel olunmaması gerekir (Şevkânî, II, 398). Bu yasağın yahudileri ve hıristiyanları kapsayıp kapsamadığı hususunda farklı rivayetler bulunmakla beraber, günümüze kadar uygulanagelen kural, müslüman olmayanların bu bölgeye sokulmaması yönündedir. Kur’an’da bu iki din mensuplarının “kâfir” olarak nitelendirilmesi ve bu kesimden bir kısmının şirk (Allah’a ortak koşma) sayılacak inançlarına yöneltilen eleştirilerle Hz. Peygamber’in Arap yarımadasında ikamet ile ilgili bazı hadisleri onların da bu kapsamda kabul edilmesi sonucunu doğurmuştur (Derveze, XII, 105-107). Fakat –uygulamaya ilişkin izahlar böyle olmakla beraber– âyette özel bir kelime seçimi yapılarak “müşrikler”den söz edildiği ve Kur’an’da Ehl-i kitabın müşrik olarak nitelenmediği dikkate alınırsa, –özel şartlarda ve âyetin getirdiği düzenlemenin amacına hizmet eden durumlarda yapılabilecek istisnaî uygulamalar dışında– kural olarak Ehl-i kitabın bu yasak kapsamında düşünülmemesi Kur’an’ın ruhuna daha uygun düşer. Öte yandan, Derveze’nin, Kur’an tefsiri alanına önemli bir katkı sağlayan değerli eserine, Arap milliyetçiliği bulaştırarak buradaki ulvî amacı “İslâm’ın sancağını taşıyan Arap ırkının vatanı olması”yla irtibatlandırması (XII, 107) gerek burada yer alan düzenlemenin hedefiyle gerekse Kur’an’ın diğer âyetlerindeki ruh ile bağdaşmaz.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 2 Sayfa: 749-750

 

نجس Necese : نَجَسٌ Murdar, kirli ya da pis olmak veya o hale gelmek demektir ve bu da iki çeşittir: Bir kısmı duyu organlarıyla diğer kısmı ise basiret gözüyle algılanır ki bu ayeti kerimede Allah-u Teala müşrikleri bu ikinci kısım kapsamında nitelemiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri necis ve necâsettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عيل Ayele : Adam fakir ya da muhtaç idi veya o hale geldi anlamında عالَ – يَعِيلُ fiili kullanılır. Mastarı عَيْلَةٌ, ismi faili ise عائِلٌ şeklinde gelir. Türkçede de kullandığımız iyal (إعالٌ) kelimesinin kökü de bu fiilin if’al babına dönüşmesinden elde edilir ki manası da iyali çoğaldı demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âile ve iyaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ 

 

يَٓا  nida  harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ ’dir. 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.

الْمُشْرِكُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  نَجَسٌ  haber olup lafzen merfûdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  ذوو نجس  şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا عزموا زيارة مكّة فلا يقربوا المسجد الحرام (Mekke’yi ziyarete karar verdiklerinde Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar) şeklindedir.

نَجَسٌ  sıfat-ı müşebbehedir. (Âşûr)

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(Pis olmak anlamına gelen)  نَجَسٌ  kelimesinin hem tekili hem çoğulu, hem müennesi hem de müzekkeri aynı gelir. Tesniyesi ve çoğulu yoktur, çünkü masdardır.  ن  harfi esreli,  ج  harfi de sakin olmak üzere  نِجْس  ise ancak onunla beraber  رِجْس  kelimesi kullanılırsa kullanılır. Tek başına kullanılacak olursa  ن  harfi üstün ve  ج harfi esreli  نَجِس yahut da  ج harfi ötreli olmak üzere  نَجُس  denilir. (Kurtubî)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَقْرَبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْمَسْجِدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْحَرَامَ  kelimesi  الْمَسْجِدَ nin sıfatıdır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  لَا يَقْرَبُوا  fiiline müteallıktır.  عَامِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هٰذَٓا  işaret ismi,  عَامِهِمْ’in atf-ı beyanı veya onun bedeli olarak mahallen mecrurdur.

الْمُشْرِكُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ اِنْ شَٓاءَۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  خِفْتُمْ  şart fiili olarak mahallen meczumdur.

Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

عَيْلَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar.

يُغْن۪يكُمُ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ فَضْلِه۪ٓ  car mecruru  يُغْن۪يكُمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri,  فعل (Yapar) şeklindedir.

يُغْن۪يكُمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  غني ’dır.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

  اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  عَل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah (cc) için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası  اٰمَنُٓوا, müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. 

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu't Tefasir)

Kur’an-ı Kerim’de  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  hitabından sonra gelen konular genellikle imanı iyice yerleştirmeye yönelik meselelerdir. (Taberî)

يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazi bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen, bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çeker hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret eder.

Sonra  اَيُّ  gelmiştir. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. Buna ibhamdan sonra beyan denir. Dikkati artırır, arkadan emir mi, nehiy mi yoksa bir hüküm mü gelecek, onu dinlemeye hazırlar.

Sonra da  هَا  gelir. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ müminlere seslenirken hem yakın hem de uzak için kullanılan  يَٓا  nida edatını kullanmıştır. ( Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresi’nin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

Nidanın cevabı  اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.

الْمُشْرِكُونَ  mevsuf ve maksûr,  نَجَسٌ  sıfat ve maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. 

Mevsuf yani müşriklere; sıfat yani pisliğe tahsis edilmiştir ama mevsûfun pislikten başka özellikleri de vardır. Dolayısıyla izâfîdir.

Lafızda teşbih-i beliğ vardır. Yani, onlar içlerinin ve itikatlarının bozukluğu hususunda pislik gibidirler. Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş böylece teşbih-i beliğ olmuştur. (Safvetu’t Tefasir)

Hakk Teâlâ'nın,  اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ [ Müşrikler ancak bir necistir.] buyruğu, bu görüşün yanlış olduğunu delalet eder. Çünkü  اِنَّمَا  kelimesi hasr (sadece) manası ifade eder. Bu da müşriğin sadece necis olduğunu gösterir. Binaenaleyh abdestsiz kimsenin uzuvlarının (manen) necis olduğunu söylemek, bu nassa terstir. Şaşarım! Bu nas müşriğin pis olduğu, müminin ise böyle olmadığı hususunda sarîh bir ifadedir. Buna rağmen bazıları bu hükmü tersyüz ederek müşriğin temiz, müminin ise eğer abdestsiz ve cünüp ise pis olduğunu söylerler ve müşriklerin uzuvlarını (el-yüzlerini) temizlemek için kullandıkları suyun temiz ve temizleyici olarak devam ettiğini, en büyük peygamberlerin bile (abdest almak için) uzuvlarında kullandıkları suyun necaset-i galizâ olduğunu (pislendiğini) iddia ederler. İşte bu şaşılacak şeylerdendir. (Fahreddin er-Râzî) 

اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ  sözündeki hasr sıygası, onların necis oldukları hususundaki tereddütleri ortadan kaldırmak için kullanılmıştır. Necaset tavsifindeki (nitelendirmesindeki) bu mübalağa, onların neredeyse necasetten başka bir vasfa sahip olmadıklarını (tek vasıflarının necaset olduğunu) ifade eder.(Âşûr)


 فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ 

 

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle mukadder sorunun cevabı olarak gelen beyânî istînâf cümlesine atfedilmiştir. Takdiri şöyle olabilir: تنبّهوا فلا يقرب المشركون المسجد الحرام (Dikkat edin! Müşrikler Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar)

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mescid-i Harâm’dan maksat harem bölgesidir. Mescit kelimesinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi)

فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ [Mescide yaklaşmasınlar] tabirinde mübalağa ifade etmek için “girmeyin” yerine “yaklaşmayın” tabiri kullanılmıştır. (Safvetu’t Tefasir, Beyzâvî)

بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ  [Onun için bu yıllarından sonra] yani bu yıl yapacakları hacdan sonra  لَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ  [Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar]. (Keşşâf)

هٰذَاۚ  ile zamana işaret edilmesi konunun önemini vurgulamak içindir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

عَامِ  kelimesinin  هِمْ  zamirine izafe edilmesi, bu yıl verilen korkutucu hükmün onlara mahsus olduğu manasını kuvvetlendirmek içindir. (Âşûr)


وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ

 

وَ ’la gelen cümle nidanın cevabına matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır.  خِفْتُمْ عَيْلَةً müspet mazi sıygada gelmiş şart cümlesidir.  فَ  karinesiyle gelen, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ  cümlesi şartın cevabıdır. Cümle istikbal harfi  سَوْفَ  ile tekid edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve itaate teşvik içindir.

فَضْلِه۪ٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ, şan ve şeref kazanmıştır.

اٰمَنُٓوا - الْمُشْرِكُونَ  ve  عَيْلَةً - يُغْن۪يكُمُ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


اِنْ شَٓاءَۜ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart üslubundaki cümlede takdiri  فعل  olan cevap  mahzuftur. شَٓاءَ  şart fiilidir. Mef’ûlü mahzuftur.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنْ شَٓاءَ  kaydının zikredilmesi, umutların her şeyden kesilip yalnız Allah Teâlâ'ya bağlanması içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)

 

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’lil hükmünde istînâfiyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Allah'ın  عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Çoğu yerde  حَك۪يمٌ  kelimesinin iki manası vardır: 

1. Hükmetmek, 

2. Bir işi hikmetli olarak yapmak.