اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهاً وَاحِداًۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اتَّخَذُوا | edindiler |
|
2 | أَحْبَارَهُمْ | hahamlarını |
|
3 | وَرُهْبَانَهُمْ | ve rahiplerini |
|
4 | أَرْبَابًا | rabler |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | ayrı |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | وَالْمَسِيحَ | ve Mesih’i de |
|
9 | ابْنَ | oğlu |
|
10 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
11 | وَمَا |
|
|
12 | أُمِرُوا | oysa emredilmemişti |
|
13 | إِلَّا | dışında |
|
14 | لِيَعْبُدُوا | ibadet etmeleri |
|
15 | إِلَٰهًا | bir ilaha |
|
16 | وَاحِدًا | tek olan |
|
17 | لَا | yoktur |
|
18 | إِلَٰهَ | tanrı |
|
19 | إِلَّا | başka |
|
20 | هُوَ | O’ndan |
|
21 | سُبْحَانَهُ | O münezzehtir |
|
22 | عَمَّا | şeylerden |
|
23 | يُشْرِكُونَ | ortak koştukları |
|
Burada yahudi ve hıristiyanların Allah’ı bırakıp da insanları rab edinmeleri eleştirilmektedir. Yahudiler bakımından bu kimseler onların din bilginleridir (yahudi din âlimleri hakkında kullanılan “ahbâr” kelimesinin açıklaması için bk. Mâide 5/44). Hıristiyanlar bakımından ise bu kimseler onların rahipleri ve özellikle Hz. Îsâ’dır. Âl-i İmrân (3/64, 80) ve Yûsuf (12/39) sûrelerinde olduğu gibi burada da hem “ulûhiyyet birliği” hem de “rubûbiyyet birliği”, yani Tanrı ve rab olarak tek bir varlığa inanıp bağlanmanın kaçınılmazlığı üzerinde durulmaktadır (bk. Âl-i İmrân 3/64). Bir başka anlatımla, “Rab edinme” ifadesini içeren bu âyetlerde yahudilerin ve hıristiyanların din âlimlerini ve din adamlarını Tanrı edindikleri yani onlara taptıkları değil Tanrı benzeri bir otorite tanıdıkları ifade edilmiş olmaktadır. Nitekim Adî b. Hâtim ile Hz. Peygamber arasında bu âyet hakkında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet olunmuştur:
– “Yâ Resûlellah! Biz onlara kulluk etmiyorduk ki!
– “Peki, onlar size istediklerini helâl, istediklerini haram kılıyorlar ve siz de onlara uyuyor değil miydiniz?”
– “Evet!”
– “İşte burada söylenen de odur” (Zemahşerî, II, 149; Râzî, XVI, 37).
Ruhbân rahip kelimesinin çoğuludur. Rahip sözlükte “korkan” anlamına gelir. “Allah korkusu içine yerleşmiş ve dışına vurmuş, kendini Allah’a kulluk etmeye hasretmiş kişi” anlamında olmak üzere Hıristiyan din adamlarına bu ad verilmiştir (Râzî, XVI, 37; İbn Âşûr, X, 170). Hıristiyanlık’ta kutsal ruhbanlık sakramenti, hıristiyan tebliğinin Îsâ tarafından havârilere devredilmesi geleneğine kadar çıkarılır. Ruhbanlık sırrının Yeni Ahid’deki zeminine delil olarak Mesîh’in insan ve Tanrı arasında ara bulucu konumu gösterilir. Kilisenin başı olan Mesîh yetkilerini havârilere, havâriler de din adamlarına aktarır. Mesîh’in temsilcisi olarak seçilen din görevlileri üç rütbe altında toplanabilir: Piskopos, rahip (veya papaz), diyakos (papaz yardımcısı). Bunların atanmasında belirli kural ve usuller vardır. Kardinal adı verilen din adamları grubu yüksek dereceli piskoposlardan oluşur ve bir anlamda kilisenin en üst düzeydeki genel kurulunun temsilcileridirler. Piskoposların üzerinde yer alan papalık kurumu, temel bir hiyerarşi olmaktan çok, idarî bir görev mahiyetindedir. Papa bütün Katolikler’in başı, Îsâ’nın Petrus aracılığıyla vekili ve Roma piskoposudur. Ortodokslar arasında yetkileri en geniş piskoposlara ise patrik ve metropolit unvanları verilir. Özellikle reform kaynaklı bazı kiliseler ibadet için özel din adamlarının varlığını gerekli görmezken, çoğu kiliseler, kökenini Yeni Ahid’e çıkardıkları din görevlilerini kilisenin varlığı için zorunlu sayar. Katolik ve Ortodoks kiliselerine göre din adamlarının görevleri ve hiyerarşisi ilk havârilerden günüışı ve bu kavramın peygamber olmayan kişilerin ilâhî yetkilerle donatılmış gibi gösterilmesine alet edilmesi tasvip edilmez. Nitekim bu âyette ruhbanlarca istismar edilen dinî otoritenin hıristiyan toplumu üzerindeki olumsuz etkilerine işaret edilerek yahudilerin rabbileri kutsallaştırması gibi hıristiyanların da zamanla Îsâ’yı ve rahipleri kutsallaştırdıkları belirtilmiştir. Ayrıca Kur’an’da, ruhbanlığın aslında Hıristiyanlık’ta bulunmayıp sonradan ihdas edildiğine işaret edilmiş, fakat Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için bazı hıristiyanlarca başlatılan bu hareketin gereğinin yerine getirilmediğine dikkat çekilmiştir (Hadîd, 57/27; Mustafa Sinanoğlu, “Hıristiyanlık”, DİA, XVII, 365).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsir
Cilt: 2 Sayfa: 759-761
Peygambermiz bu ayeti şöyle açıklamıştır:” Onlar hahamlarına ve rahiplerine ibadet etmediler. Fakat hahamları ve rahipleri bir şeyi onlara helal kılınca helal sayıyor, haram kılınca da haram sayıyorlardı.
( Tirmizi, Tefsir 9/10).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ
Fiil cümlesidir. اِتَّخَذُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَحْبَارَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَرُهْبَانَهُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرْبَاباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِ car mecruru اَرْبَاباً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمَس۪يحَ kelimesi atıf harfi اَحْبَارَهُمْ ’e matuftur. ابْنَ kelimesi ise الْمَس۪يحَ ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهاً وَاحِداًۚ
وَ haliyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُمِرُٓوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır.
لِ harfi, يَعْبُدُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اُمِرُٓوا fiiline müteallıktır.
يَعْبُدُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلٰهاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَاحِداً kelimesi اِلٰهاً ’in sıfatıdır.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi اِلٰهاً وَاحِداً ’in ikinci sıfatıdır. (Âşûr)
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
سُبْحَانَهُ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harf-i ceriyle birlikte يُشْرِكُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُشْرِكُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُشْرِكُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ
Önceki bahsin ta’lili hükmündeki ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَاباً [Hahamlarını ve rahiplerini rabler edindiler.] cümlesi mana olarak 28. Ayetteki اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ ifadesine benzer. Yani “Helal ve haram kılma ve itaat ve emirlerine sarılma konularında rabler kabul ettiler.” demektir. (Safvetu’t Tefasir)
اَحْبَارَ kelimesi “alimler” demektir. Mürekkep manasındaki حبر kelimesinin türevidir. Çok mürekkep yalamış kişileri ifade eder.
اَحْبَارَهُمْ - رُهْبَانَهُمْ - الْمَس۪يحَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an, c. 8, s. 723)
اَرْبَاباً ’deki tenvin, nev ve tahkir ifade eder.
Rabb edinmenin yalnız İsa'ya tahsisi Yahudilerin, Üzeyr'i rab edinmediklerine işarettir. İsa'nın annesi Meryem'e nispet edilmesi, onun annesi tarafından beslenip büyütüldüğüne delalet eder. Bu da onun ilâh olmayacağını gösterir. (Ebüssuûd)
Rahip, kalbinde korku ve haşyet yerleşmiş olan, korkunun izi yüzünde ve elbisesinde görünen kimsedir. Örfte ahbâr, Hazreti Harun’un (a.s.) çocuklarından itibaren Yahudi alimleri manasına; ruhban ise manastırlarda kalan Hristiyan alimleri manasına kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
اَحْبَارَ kelimesi Yahudi alimi manasındaki حَبْرٍ’ın çoğuludur. (Âşûr)
مَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهاً وَاحِداًۚ
وَ haliye, مَٓا nafiyedir. Cümle menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهاً وَاحِداًۚ cümlesi , mecrur mahalde اُمِرُٓوا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefiy harfi مَٓا ve اِلَّا istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille, car-mecrur arasındadır. Hakiki kasrdır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰهاً ’deki tenvin tazim ifade eder.
اِلٰهاً - اَرْبَاباً - لِيَعْبُدُٓوا ve اِلٰهاً - اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu kısmının sonunda vakfetmek yani durmak caizdir. Çünkü bundan sonra gelen cümle başlı başına bağımsız bir cümle olarak değerlendirilmeye uygun olabildiği gibi, bu cümlenin aynı zamanda وَاحِداً kelimesinin sıfatı olması da caizdir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle tevhidi kuvvetlendirmek için gelmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi اِلٰهَ olan لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, معبود بحقّ (gerçek mabuttur) veya موجود (vardır) olabilir.
هُوَ, mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
لَٓا ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsuf, hakiki kasrdır. Ulûhiyet sıfatı Allah Teâlâ’ya tahsis edilmiş, yani Allah’tan başkasında ulûhiyet sıfatının olmadığı ifade edilmiştir. Ama elbetteki Allah’ın başka sıfatları vardır.
سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
سُبْحَانَكَ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. سُبْحَانَهُ itiraz cümlesidir. İtiraz; konu ile direkt olarak alakası olmayan bir cümlenin araya girmesi sanatıdır.
سُبْحَانَهُ cümle-i mûteriza olup zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar.
سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ cümlesi, Allah Teâlâ’yı zatı hakkında uydurdukları şeylerden (attıkları iftiralardan) tenzih ve teberri etme amacıyla gelmiş müstenefedir. Bu sebeple şirk olarak isimlendirilmiştir. (Âşûr)
Ebüssuûd şöyle der: Sübhan kelimesinin سبح ’dan türemiş, tef’il kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyle olur: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim. (Safvetu’t Tefasir)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَّا başındaki harf-i cerle birlikte سُبْحَانَهُ ’ya müteallıktır. Sılası يُشْرِكُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
اِلٰهَ - اِلَّا - مَٓا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İki kasr cümlesi vardır. Biri مَٓا ve اِلَّا ile diğeri لَٓا ve اِلَّا ile gelmiştir. Her ikisi de hakiki kasrdır.