يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُرِيدُونَ | istiyorlar |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | يُطْفِئُوا | söndürmek |
|
4 | نُورَ | nurunu |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | بِأَفْوَاهِهِمْ | ağızlariyle |
|
7 | وَيَأْبَى | halbuki istemez |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | إِلَّا | başkasını |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | يُتِمَّ | tamamlamaktan |
|
12 | نُورَهُ | nurunu |
|
13 | وَلَوْ | şayet |
|
14 | كَرِهَ | hoşlanmasa da |
|
15 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
Bu âyette, herkesin kolayca tasavvur edebileceği bir benzetmeden yararlanılarak inkârcıların bir üfleme ile ilâhî ışığı söndürme arzusu içinde oldukları, ama Allah Teâlâ’nın buna müsaade etmeyeceği ve bu ışığı tamamlayacağı ifade edilmektedir. Bunu İslâm meşalesinin eninde sonunda herkesi aydınlatacağı şeklinde anlamak mümkündür. Nitekim tarihin her döneminde peygamberlerin getirdiği vahyin parıltısından rahatsız olup inananları bir kaşık suda boğma istek ve çabası içinde olanlar görülmüştür. Fakat bu ışık, bu tür esintiler karşısında bazı dalgalanmalara ve zafiyetlere mâruz kalsa bile asla söndürülememiştir; insanlığın günümüzde ulaştığı nokta da, tevhid inancına dayalı olan bu mesajın gitgide daha bir yaygınlık kazandığını, ilgiyle karşılandığını ve kısa bir süre içinde bu aydınlığın bütün beşeriyeti kuşatacağını göstermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 761
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ
Fiil cümlesidir. يُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُطْفِؤُ۫ا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُورَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاَفْوَاهِهِمْ car mecruru يُطْفِؤُ۫ا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُطْفِؤُ۫ا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi طفأ ’dir.
وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَأْبَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَأْبَى fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُتِمَّ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. نُورَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْكَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فالله متمّ نوره (Allah nurunu tamamlayacaktır) şeklindedir.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ cümlesi, masdar tevili ile يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
نُورَ اللّٰهِ izafetinde Allah lafzına muzâf olan نُورَ, şan ve şeref kazanmıştır.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ [Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.] cümlesinde, Allah Teâlâ’nın hidayet nurunun, İslam dininin insanlara yol gösterici aydınlığını örtbas etmeye, mani olmaya çalışanların hali güneşi üfleyek söndürmeye çalışanların haline temsîli istiare yoluyla benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
نُورَ اللّٰهِ ifadesiyle İslam nuru kastedilmiştir. Çünkü İslam, ışık saçan nuru ve kesin delilleriyle nuru ve ziyası ile her tarafı aydınlatan güneşe benzer. Bu, istiare babındandır. Bu istiare, güzel istiarelerdendir. (Safvetu’t Tefasir)
Kâfirlerin hali ufukları saran muazzam bir nuru üfürükle söndürmeye kalkışan bir zavallının haline benzetilmiştir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ’nın بِاَفْوَاهِهِمْ [ağızlarıyla] sözünde ilginç ve ince bir mana vardır. Şöyle ki: Yüce Allah (bu ifadeyle) onların hilelerinin zayıflık ve tutarsızlıklarının etkisizlik derecesini bildiriyor. Bir kimse düşünelim ki yanmakta olan ateşi, parlayan alevleri sadece üfleyerek söndürmeye uğraşıyor. Elinde yangın söndürme işinde kullanılması âdet olan el ve ayakla bastırma gibi veya üflemekten daha etkili olacak başka söndürme yolları kullanma, mesela su püskürtme, moloz atma ve benzer çarelere başvurma gibi bir imkânı yok. İşte o inkârcıların İslam’a zarar verme çabaları, bu (şekilde yangını üfleyerek söndürmeye uğraşan) adamın yaptığından daha fazla bir sonuç doğurmaz. (Şerîf er-Radî)
Bu ayetin maksadı, Yahudi ve Hristiyanların reislerinden sadır olan çirkin fiillerden üçüncü bir çeşidini göstermektir. Bu da o ileri gelenlerin, Hz. Peygamberin peygamberlik işini iptal ve onun şeriatının doğru, dininin sağlam olduğunu gösteren delilleri gizlemek için çalışmalarıdır. Ayette bahsedilen nûrdan maksat, Hz. Muhammed’in (s.a.) peygamberliğinin hak ve doğru olduğunu gösteren delillerdir. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
İstînâfa matuf cümlede يَأْبَى fiili, لم يرد (istemedi) manasındadır. Bu durumda اِلَّٓا hasr edatıdır. Kasrla tekid edilen cümle faide-i haber inkâri kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُتِمَّ نُورَهُ cümlesi masdar teviliyle يَأْبَى fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Kasr, fiille mef’ûl arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller de olabileceği gibi kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hal cümlesi olan وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ, şart üslubunda haberî isnaddır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle şarttır. Takdiri, فالله متمّ نوره (Allah nurunu tamamlayıcıdır) olan cevap, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
Şart cümlesinin mazi fiil sıygasında gelmesi kâfirlerin gelecekte de bu durumdan hoşlanmayacaklarının işaretidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88)
Burada أبَى (asla kabul etmedi) fiili, لم يرد (murad etmedi) yerine kullanılmıştır. Dikkat edersen, يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا [söndürmek isterler] ifadesi, يَأْبَى اللّٰهُ ifadesiyle karşılanmış ve bu ifade [Allah da nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.] ifadesi yerine kullanılmıştır. (Keşşâf)
Allah ve Nur isimlerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.