Tevbe Sûresi 35. Ayet

يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ  ...

O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ O gün ي و م
2 يُحْمَىٰ kızdırılır ح م ي
3 عَلَيْهَا üzerleri
4 فِي içinde
5 نَارِ ateşi ن و ر
6 جَهَنَّمَ cehennem
7 فَتُكْوَىٰ dağlanır ك و ي
8 بِهَا bunlarla
9 جِبَاهُهُمْ onların alınları ج ب ه
10 وَجُنُوبُهُمْ ve yanları ج ن ب
11 وَظُهُورُهُمْ ve sırtları ظ ه ر
12 هَٰذَا (işte) budur
13 مَا şeyler
14 كَنَزْتُمْ yığdıklarınız ك ن ز
15 لِأَنْفُسِكُمْ nefisleriniz için ن ف س
16 فَذُوقُوا o halde tadın ذ و ق
17 مَا şeyleri
18 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
19 تَكْنِزُونَ yığıyor(lar) ك ن ز
 

İlk âyette önce, yahudi din âlimlerinden ve hıristiyan din adamlarından birçoğunun, dini istismar etmek suretiyle haksız kazanç elde ettiklerine ve bu şekilde sağladıkları güçle insanları Allah’ın gösterdiği yoldan alıkoyma çabası içinde olduklarına dikkat çekilmiştir. Bu kimselerin din üzerinden çıkar sağlamalarıyla ilgili olarak, verdikleri hükümler için rüşvet almaları, ilâhî kitapta değişiklik yapıp yazdıkları tahrif edilmiş nüshaları satmaları, Allah katında duaların kabulüne aracı olacağı izlenimi vererek bağış almaları, günah çıkarma karşılığında bir gelir elde etmeleri ve birçok dolambaçlı yollarla kendileri için malî kaynaklar oluşturmaları gibi izahlar yapılmıştır. Allah yolundan alıkoymanın şekli ile ilgili olarak da tefsirlerde, zaman ve mekâna göre değişik çabaların sarfedildiğine dair açıklamalar yer alır (Taberî, X, 117; Reşîd Rızâ, X, 395-402). Âyette daha sonra, topluma iyi örnek olacak yerde kişisel ihtiraslarını bütün değerlerin üstünde tutan bu din temsilcileriyle birlikte, –özellikle o günkü şartlarda– temel iktisadî mübâdele araçları olan altın ve gümüşü stok ederek ekonomiyi durağanlaştıran ve böylece toplumun çeşitli mahrumiyetlere mâruz kalmasına sebebiyet veren kimselerin de acı veren bir azaba çarptırılacakları bildirilmiştir. Müteakip âyette de, bu cezanın ne kadar ağır olacağını gösteren bir tasvire yer verilmiştir. 34. âyette, Allah’ın hoşnut olacağı yollara harcamak üzere mâkul birikim sağlayan kişilerin bu kapsamda düşünülmemesi için konan özel kayıttan, burada, iktisadî hayatın canlılığını sağlayan mübâdele araçlarını sırf kişisel servetlerini artırma amacıyla kilitleyenlerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu ifadenin tefsiri sırasında Hz. Peygamber’e ve sahâbîlere atfen zikredilen birçok rivayet de, başta zekât ödemeleri olmak üzere gereken vecîbeleri ihmal etmeksizin ve üzerinde kul hakkı bulundurmaksızın servete sahip olmanın buradaki yergi ifadesinin kapsamında olmadığını göstermektedir. İbn Âşûr, esasen âyetin bu konuya sırf servet sahibi olma ve mal stoklamayı yerme veya hayır yollarına harcama yapmayı övme bağlamında değinmediğini, âyetteki tehdit ifadesinin harcama yapmaksızın (ekonominin tıkanmasına yol açacak tarzda) servet biriktirmeyle ilgili olduğunu belirtir (X, 177).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 762-763

 
حمي Hameye: حَمْيٌ Ateş ve güneş gibi sıcaklığın kaynağı olan veya ısı veren cevherlerden ve bedendeki hararetten sâdır olan sıcaklıktır. Kabaran ve artan gazap kuvvesi de حَمِيَّةٌ kelimesiyle ifade edilir ve müstear olarak bir yere yaklaşmaya mani olmak/men etmek ya da yaklaşmasına karşı orayı himaye etmek/savunmak anlamlarında kullanılır. İşte bu sebeple kelimenin bir diğer kullanımı da korumaktır. Kuran-ı Kerim’in Maide 103. ayeti kerimesinde buyurulan حامٍ sözcüğü erkek devenin on batın boyunca yük taşıyarak bu sayede sırtını binilmesi için yasak ettiği, himaye ve koruma altına aldığı söylenmek istenir. Ayrıca أحْماءُ الْمَرْأةِ terimi kadının kocası tarafından tüm yakınlarıdır. Bu da onların kadın için birer himaye edici olmaları sebebiyledir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri himaye, hâmî ve Hamiyet’tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ 

 

Zaman zarfı  يَوْمَ  mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  يعذّبون يوم  (azap ettikleri gün) şeklindedir.  يُحْمٰى   ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحْمٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلَيْهَا  car mecruru  يُحْمٰى  fiiline müteallıktır.  ف۪ي نَارِ  car mecruru  يُحْمٰى  fiiline müteallıktır. 

جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir.  تُكْوٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.

بِهَا  car mecruru  تُكْوٰى  fiiline müteallıktır.

جِبَاهُهُمْ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ظُهُورُهُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  جِبَاهُهُمْ’e matuftur.

    

 هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ

 

Cümle mahzuf fiilin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  يقال لهم هذا ما كنزتم (Onlara; hazineniz budur, denir.) şeklindedir.

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَنَزْتُمْ dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَنَزْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

لِاَنْفُسِكُمْ  car mecruru  كَنَزْتُمْ deki failin veya mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنزتم فلم تنفقوا فذوقوا (Eğer biriktirir ve harcamazsanız tadın.) şeklindedir.

ذُوقُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كان nin dahil olduğu isim cümlesidir.   

كُنْتُمْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْنِزُونَ fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.

تَكْنِزُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ 

 

Fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ, önceki ayetteki azaba delalet eden mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdir …  يعذّبون يوم  (..gününde azap eder.) olabilir.

Muzari fiil sıygasındaki  يُحْمٰى  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

Aynı üsluptaki …فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ  cümlesi muzâfun ileyhe  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.

يُحْمٰى  ve  تُكْوٰى  fiilleri meçhul bina edilerek, faile değil mef’ûle dikkat çekilmiştir.

ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla cehennem ateşi, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Cehennem ateşinin korkunç derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

جِبَاهُهُمْ - ظُهُورُهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

يُحْمٰى - تُكْوٰى - نَارِ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

جِبَاهُهُمْ - جُنُوبُهُمْ - ظُهُورُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır. Bu uzuvlardan maksat bütün vücutlarıdır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

Biriktirilen ve zekâtı verilmeyen mallar, kıyamet gününde cehennem ateşinde kızdırılarak onları ellerinde bulunduranların alınlarına, böğürlerine ve sırtlarına yapıştırılacaktır. Bu uzuvların zikredilmesinden maksat, insanların, o malları biriktirmeleri ya zenginlikle itibar kazanmak ya da lezzetli yemekler yemek ve güzel elbiseler giymek içindir.

Şöyle de düşünülebilir: Onlar, yardım isteyen muhtaçlardan yüz çeviriyor, yanlarını ve sırtlarını dönüyorlardı ya da bunlar insan bedeninin en şerefli kısımlarıdır.

Çünkü bu kısımlar, bedenin başlıca uzuvlarını beyin, kalp ve ciğeri içerir. Söz konusu kısımlar, dört cihetin asılları insan bedeninin ön ve arka tarafları ve iki yanlarıdır. (Ebüssuûd)


 هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, takdiri  يقال لهم  (Onlara …. denir.) olan cümlenin naib-i failidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi ifade eder. Bu cümlede  هٰذَا  tahkir ifade eder. Cehennem ehlinin azabına işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓاnın sılası  كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَنَزْتُمْ  fiilinde irsâd sanatı vardır.

تُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ…….هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ  gaipten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ  [İşte kendiniz için biriktirdikleriniz!] Yani sırf nefsinizin faydalanması, zevk alması yani p tutuştuğu heveslerine ulaşması için biriktirdiğiniz -fakat- size zarar verecek, azaba ve kınanmaya yol açacağını bilmediğiniz şeyler… -Bu ifadenin başında “Onlara denilir ki:” ifadesi düşünülmelidir. (Keşşâf)


فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ

 

فَ, takdiri  إن كنزتم فلم تنفقوا (Eğer biriktirir ve infak etmezseniz) olan mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz  önünde canlandırarak dikkatleri artırır.

فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُون  [Biriktirdiğiniz şeyler -in vebalini- tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.

تَكْنِزُونَ - كَنَزْتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Bu, sizin kendiniz için biriktirdiğiniz şeylerdir. Siz bunu harcayarak Rabbimizin rızasını (kazanma yolunu) tercih etmediniz. Bundan infâk etmek suretiyle kendi menfaatinizi ve Rabbinizin ikabından kurtulmayı düşünmediniz. Böylece de gördüğünüz gibi sanki bunları, Allah size azap versin diye biriktirmiş oldunuz.” demek suretiyle onları iyice susturmuş cevap veremez hale getirmiştir. Daha sonra “Artık saklayıp istif ettiğiniz bu nesnelerin acısını haydi tadın bakalım.” buyurmuştur. Bu, “Sizler o malları, Allah'ın size emrettiği bir şekilde ne dininiz ne de dünyanız için sarf etmediniz. O halde başka şeylerin değil, bunların vebalini tadınız.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)