Tevbe Sûresi 40. Ayet

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ...

Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا eğer
2 تَنْصُرُوهُ siz ona yardım etmezseniz ن ص ر
3 فَقَدْ iyi bilin ki
4 نَصَرَهُ ona yardım etmişti ن ص ر
5 اللَّهُ Allah
6 إِذْ hani
7 أَخْرَجَهُ (Mekke’den) çıkardıklarında خ ر ج
8 الَّذِينَ kimseler
9 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
10 ثَانِيَ ikincisiydi ث ن ي
11 اثْنَيْنِ iki kişiden ث ن ي
12 إِذْ iken
13 هُمَا ikisi
14 فِي
15 الْغَارِ mağarada غ و ر
16 إِذْ hani
17 يَقُولُ diyordu ق و ل
18 لِصَاحِبِهِ arkadaşına ص ح ب
19 لَا
20 تَحْزَنْ üzülme ح ز ن
21 إِنَّ şüphesiz
22 اللَّهَ Allah
23 مَعَنَا bizimle beraberdir
24 فَأَنْزَلَ (İşte o zaman) indirdi ن ز ل
25 اللَّهُ Allah
26 سَكِينَتَهُ sekinesini س ك ن
27 عَلَيْهِ onun üzerine
28 وَأَيَّدَهُ ve onu destekledi ا ي د
29 بِجُنُودٍ askerlerle ج ن د
30 لَمْ
31 تَرَوْهَا sizin görmediğiniz ر ا ي
32 وَجَعَلَ ve kıldı ج ع ل
33 كَلِمَةَ sözünü ك ل م
34 الَّذِينَ kimselerin
35 كَفَرُوا inanmayan(ların) ك ف ر
36 السُّفْلَىٰ alçak س ف ل
37 وَكَلِمَةُ ve sözü ise ك ل م
38 اللَّهِ Allah’ın
39 هِيَ o
40 الْعُلْيَا yüce olandır ع ل و
41 وَاللَّهُ ve Allah
42 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
43 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Riyazus Salihin, 82 Nolu Hadis
Ebû Bekir es-Sıddîk, Abdullah İbni Osman İbni Âmir İbni Ömer İbni Kâ’b İbni Sa’d İbni Teym İbni Mürre İbni Kâ’b İbni Lüey İbni Galib el-Kureşî et-Teymî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre -ki Allah kendilerinden razı olsun, kendisi, babası ve annesi sahâbîdir- o şöyle demiştir:
(Hicret yolculuğunda) biz Resûlullah ile mağaradayken, tepemizde dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını gördüm ve:

Ey Allah’ın elçisi! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olsa mutlaka bizi görür, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler düşünüyor)sun, Ebû Bekr?”
(Buhârî, Tefsîru sûre (9), 9; Fezâilü’l-ashâb 2; Müslim, Fezâilüs-sahâbe 1)

Riyazus Salihin, 9 Nolu Hadis
Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eş`arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? Diye soruldu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:

“Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”
(Buhârî, İlim 45, Cihad, 15, Farzu’l-humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13)

 

غور Ğavera : غَوْرٌ alçak ya da basık yer manasında kullanılır. غارٍ dağdaki mağaradır. İf’al babındaki kulllanımı أغارَ düşmanın üzerine saldırdı demektir. Âdiyat suresi 3. ayetinde bu kalıbın ismi failiyle المُغِيراتِ şeklindeki ifadede düşmanın üzerine akın eden atlar kastedilmiştir.(Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mağaradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

سفل Sefele : سُفْلٌ yüksekliğin zıddıdır. أسْفَلُ sözcüğü daha /aşağı/alçak veya en aşağı/alçak manasındadır ve münnesi (dişil) سُفْلَى dır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sefil, süflî ve sefâlettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.   تَنْصُرُوهُ  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

نَصَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اِذْ  zaman zarfı,  نَصَرَهُ  fiiline müteallıktır.  اَخْرَجَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخْرَجَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ثَانِيَ  kelimesi  اَخْرَجَهُ deki gaib zamirin hali olarak fetha ile mansubtur.

اثْنَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı,  اِذْ اَخْرَجَهُ deki sözden  bedeldir.

هُمَا فِي الْغَارِ  ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir  هُمَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي الْغَارِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı, ikinci  اِذْ ’den bedeldir.  يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  لِصَاحِبِه۪  car mecruru  يَقُولُ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  لَا تَحْزَنْ dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْزَنْ  meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  مَعَ  mekân zarfı,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

سَك۪ينَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  اَيَّدَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِجُنُودٍ  car mecruru  اَيَّدَهُ  fiiline müteallıktır.

لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi  بِجُنُودٍ in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَرَوْهَا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

كَلِمَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

السُّفْلٰى  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubtur. 


وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَلِمَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هِيَ  fasıl zamiridir.  الْعُلْيَا  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

عَز۪يزٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ۟  ise ikinci haberdir.

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ 



اِلَّا  kelimesi  اِنْ ve  لَا dan müteşekkildir. İstînâfiyye olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygasındaki  لا تَنْصُرُوهُ  cümlesi şarttır.

ف  karinesiyle gelen  فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ  cümlesi ise cevaptır. Tahkik harfi  قَدْ la tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Zaman zarfı  اِذْ in muzâfun ileyhi olan …اَخْرَجَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ nin müsnedün ileyh olması tahkir içindir. Sılası  كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayetteki ikinci zaman zarfı  اِذْ, öncekinden bedel-i iştimâldir. (Âşûr) 

Muzâfun ileyhi olan  هُمَا فِي الْغَارِ  cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Muhatapların bildiği bir mağara olan الْغَارِ daki marifelik ahd içindir. (Âşûr)

اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ  [O zaman onlar mağaradaydılar.] ayetinde geçen mağara (الْغَارِ), dağdaki bir oyuk demektir. Bununla da Sevr mağarası kastedilmektedir. (Kurtubî)

Üçüncü zaman zarfı  اِذْ, ikinciden bedeldir. Muzâfun ileyh olan  يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli  لَا تَحْزَنْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İbni Kayyim el Cezviye: Hüzün; gücü, azmi ve kalbi zayıflatır. İradeye zarar verir, şeytana müminin üzülmesinden daha sevimli bir şey yoktur.

لَا تَحْزَنْ  [Tasalanma!] ifadesi, tasalanmayı kesin olarak yasaklamadır. Halbuki nehiyler (yasaklamalar), devamlılığı ve tekrarı gerektirir. Bu da Hz. Ebubekir'in, bundan sonra kesinlikle ne ölümünden önce ne ölürken ne de ölümünden sonra mahzun olmayacağını gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ  [Allah yardım etmişti.] ifadesinin şart cümlesinin cevabı olması iki şekilde açıklanabilir: İlkine göre anlam, “Siz ona yardım etmezseniz, bilin ki yanında sadece bir kişiden başka hiç kimse yokken de ona yardım eden, etmişti… ki bir kişiden daha da azı olmaz.” şeklindedir. Bu durumda “Allah ona yardım etmişti.” ifadesi o zaman nasıl yardım ettiyse gelecekte de yardım edecektir anlamına gelir. İkincisine göre ise anlam, “Allah ona yardımı zorunlu kılmış, onu o zaman muzâffer kılmıştır. Dolayısıyla, ondan sonra da onu asla terk etmeyecektir.” şeklindedir. (Keşşâf) 

اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا  cümlesi  ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Lafza-i celâlin, kalplerde mehabet ve muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mütekellimin  Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَعَنَاۚ ’ın müteallakı olan  اِنَّ ’nin haberi mahzuftur.

Mesel  tarikinde tezyîl olan bu cümle, ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bunun gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

 

فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında zahir isimle tekrarlanması kalplerde mehabet ve muhabbet duygularını artırmak indir.

بِجُنُودٍ ’deki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade eder.  لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi,  بِجُنُودٍ  için sıfattır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

سَك۪ينَتَ [Sekinet], Allah’ın insanın kalbine verdiği ve onun sükun bulmasını, düşmanın asla kendisine ulaşamayacağını bilmesini sağlayan emniyet ve güvendir.  جُنُودٍ [Ordular]dan maksat, Bedir, Ahzab ve Huneyn Savaşlarındaki meleklerdir. (Keşşâf)


 وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ

 

…فَاَنْزَلَ اللّٰهُ  cümlesine  وَ ’la atfedilen bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰى  cümlesinde inkâr edenlerin sözü, “en alçak” olarak ifade edilmiştir. Burada inkâr edenlerin sözü “şirkten” istiaredir. Nitekim “Allah’ın kelimesi” de iman ve tevhidden istiaredir. (Safvetu’t Tefasir)


وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

وَ, istînâfiyyedir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Müsnedün  ileyhin izafetle marife olması, muzâfın şanı içindir.

Müsnedin elif-lam takısı ile marife olması kasr-ı hakikî ifade eder. Bu da haberin sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri ve müsnedin elif-lam takısıyla marife olması sebebiyle üç katlı bir tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Bu cümlede üslubun önceki cümleden farklı olması, onun yüce şanının ve halinin hiç değişmeyeceğini, diğer sözlerin ise böyle olmadığını ifade etmek içindir.

(Ebüssuûd)

وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰى  cümlesiyle  وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْعُلْيَا - السُّفْلٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَلِمَةُ, sözün (kelam) bir parçası olduğundan, cüz’iyet ilgisiyle ‘söz’ anlamında mecaz-ı mürsel olur.

Arka arkaya iki cümlede  كَلِمَةَ  sözü, tevhid manasında (Allah’ın kelimesi) ve şirk manasında (kâfirlerin dini olan kelime) kullanılmıştır. Birinci cümle zeval ve son bulacak yol olduğunu belirtir gibi fiil cümlesi şeklinde, ikinci cümle ise sübut ve devam ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Bu kelimelerde tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Böyle bir durumda zamir kullanmayarak  كَلِمَةُ nin tekrar edilmesi o isimde tazim manası bulunmasındandır. (Kurtubî)

Bu istiarede  كَلِمَةَ  sözü, müşriklerin inancı ile müminlerin inancından kinayedir. Dine/inanca  كَلِمَةَ  [kelime] adı verilmiştir. Çünkü (dine) inanan kimsenin, ona inancını gösteren, onun alameti ve sembolü olan bir sözü açıklaması gerekmektedir. Burada “Yüce Allah’ın sözünün, kâfirlerin sözüne üstünlüğününün anlamı, ‘O’nun dininin onların dininden üstün olması, elçisinin de onların topluluğu üzerinde hakimiyet kurmasıdır.’” Bu ifade, bir kimsenin birbirleriyle tartışan iki taraf hakkında “Her ne kadar şu zatın sesi kısık hasmının sesi yüksek çıksa da” قَدْ عَلى فُﻻن على فُﻻن  (o zat diğerine karşı üstünlük sağladı) demesi gibidir. Bununla kastedilen, (şahsının değil) hüccetinin üstün, delilinin açık, sözünün baskın gelmesidir.

Burada  كَلِمَةُ اللّٰهِ  [Allah’ın sözü] terkibinin  جَعَلَ  amiliyle îrab ilgisinin kesilerek merfû kılınmasında ve Yüce Allah’ın  وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰى [Kâfirlerin sözünü alçalttı.] ifadesinde ince bir sır vardır. O da  كَلِمَةُ اللّٰهِ nin -ki O’nun dini anlamındadır- o (dine) saldıranlara üstün olmaya ve ona düşmanlık edenlere baskın olmaya devam ettiği, sonradan böyle olmadığı, başlangıçta her ne kadar bu nitelikte olmasa da (hep üstün ve baskın) olduğudur. Bu nedenle وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ  [Allah’ın bu sözü zaten yücedir.] ifadesinin başlangıç cümlesi yapılması güzel düşmüştür. 

Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda,  عَز۪يزٌ  haber,  حَك۪يمٌ۟  ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Lafza-i  celâl mehabeti  artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak için 5 kez tekrarlanmıştır. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı,  tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın  عَز۪يزٌ ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

عَز۪يزٌ kelimesi “çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur” şeklinde tarif edilmiştir. (İmam Gazali)