اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | انْفِرُوا | savaşa çıkın |
|
2 | خِفَافًا | (gerek) hafif olarak |
|
3 | وَثِقَالًا | (gerek) ağır olarak |
|
4 | وَجَاهِدُوا | ve cihad edin |
|
5 | بِأَمْوَالِكُمْ | mallarınızla |
|
6 | وَأَنْفُسِكُمْ | ve canlarınızla |
|
7 | فِي |
|
|
8 | سَبِيلِ | yolunda |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
11 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
12 | لَكُمْ | sizin için |
|
13 | إِنْ | eğer |
|
14 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
15 | تَعْلَمُونَ | biliyor |
|
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. اِنْفِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خِفَافاً kelimesi اِنْفِرُوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثِقَالاً atıf harfi وَ ‘la خِفَافاً’e matuftur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَمْوَالِكُمْ car mecruru جَاهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِاَمْوَالِكُمْ ’e matuftur.
فٖي سَبٖيلِ car mecruru جَاهِدُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a müteallıktır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم تعلمون أنّه خير لكم فلا تثّاقلوا (Sizin için daha hayırlı olduğunu biliyorsanız ağırdan almayın) şeklindedir.
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
وَثِقَالاً ve اِنْفِرُوا ,خِفَافاً fiilinin failinden haldir.
خِفَافاً وَثِقَالاً (gerek hafif, gerek ağır olarak) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
خِفَافاً وَثِقَالاً (hafif ve ağır olarak) ifadesi aşağıda gösterildiği gibi her hali kapsayan mütekabil zıt kavramlar şeklinde tefsir edilmiştir. Şöyle ki: Aile efradının azlığı (kılleti) hafif, çokluğu (kesreti) ağır, silahlardan bir kısmı hafif, bir kısmı ağır, süvari hafif, yaya ağır, genç hafif, yaşlı ağır, zayıf hafif, şişman ağır, sağlam hafif, hastalıklı ağır. (Ebüssuûd)
Aynı üslupla gelen … وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir.
المُجاهَدَةُ kelimesi düşman için kullanıldığında mübalağa manası taşır. Kelime ج harfinin dammeli haliyle geldiği الجُهْدِ masdarından türemiştir. Yani kudret ve kabiliyetin en azami derecede kullanılmasını ifade eder. Gerçek anlamı silahla savunma olup sebep bağı kurularak savaşta ordunun silah ve at temini için malın sarf edilmesi şeklinde mecaz olarak da kullanılabilir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَبٖيلِ اللّٰهِ izafeti lafzâ-i celâle muzâf olması سَبٖيلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَبٖيلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
اِنْفِرُوا - جَاهِدُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette اِنْفِرُوا ve جَاهِدُوا iki emir cümlesi; müsnedün ileyhleri aynı olduğu ve yakın manalarda oldukları için birbirine atfedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً kelimeleri çok mana ifade eder. Yani îcâz-ı kasr vardır. Çünkü emir, cihad için seferber olmayı umumi olarak ifade eder. Cihada çıkmaya engel olacak her türlü vasıtayı ve delili çürütür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ (Mallarınızla ve canlarınızla cihat edin) ifadesi, mümkünse her ikisiyle de cihat etmenin; mümkün değilse, imkân ve ihtiyaçlara göre bunlardan biri ile cihat etmenin zorunlu olduğunu bildirir. (Keşşâf)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle, ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olan ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
خَيْرٌ sözündeki tenkir, dünya ve ahiret hayırlarını bir araya topladığı için tazim ve kemâl manası içindir. (Âşûr)
ذٰلِكُمْ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. İşaret ismi uyarı ifade eder.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Takdiri …إن كنتم تعلمون أنّه خير لكم فلا تثّاقلوا (Bunun sizin için hayır olduğunu biliyorsanız ağırdan almayın.) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayetin sonundaki şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.) Yani hayrın ne olduğunu bilmek melekesine ve duygusuna sahip iseniz biliniz ki bu sizin için hayırdır. Bilirseniz cihada koşarsınız. Bu kayıtta hayır olan cihadın ilme yani bu işi iyi bilmeye bağlı olduğuna, bilginin özünde hangi işin daha hayırlı olduğunu bilmek demek olduğuna işaret vardır. Şu halde kılıçla cihadın temeli dahi bilgidir, eğitimdir. Ayrıca dış düşmanları tanımadan evvel kişinin kendi kendisini tanıması, bilgisizlikten kurtulup cehaletini yenmesidir ki bu da nefse karşı cihaddır. Buna “cihad-ı ekber” denilir. (Elmalılı)
Müslümanları güçlü kılacak ve düşmanı vehim ve şüpheye düşürecek her türlü çaba ve gayret bizzat savaşa katılmak sayılır. Şu halde bu gibi hizmetlere koşarken kendi cebinden harcayacağı paralar da mal ile cihada girer. Bu konuda Allah rızası için çaba harcamak, her şeyden önce kendi nefsinin tembelliğine ve ataletine karşı, rahatına düşkünlüğüne karşı yapılmış bir fedakârlıktır. (Elmalılı)
Cenab-ı Hakk, ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُون [Eğer bilirseniz bu, sizin için çok hayırlıdır.] buyurmuştur. Buna göre eğer “Savaşa katılmayarak oturup kalmada herhangi bir hayır bulunmazken cihat savaşa katılmamaktan daha hayırlıdır, şeklinde ifade edilmiş olması nasıl izah edilir?” denirse biz deriz ki: Buna şu iki şekilde cevap verilebilir:
Birinci şekil: خَيْرٌ kelimesi iki manada kullanılır:
1. “Bu, şundan daha hayırlıdır.” manasında,
2. “Bu,haddizatında (aslında, gerçeğinde) hayırdır.” anlamında. Cenab-ı Hakk'ın,
اِنّٖى لِمَا اَنْزَلْتَ اِلَیَّ مِنْ خَيْرٍ فَقٖيرٌ “Rabbim, gerçekten ben, bana indireceğin hayra muhtacım.” (Kasas Suresi, 24) ve وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدٖيد “Gerçekten o insan, mal sevgisine çok düşkündür.” (Adiyat Suresi, 8) ayetlerinde böyledir. Nitekim Arapçada اَلثَّرِيدُ خَيْرٌ مِنَ اللهِ “Serid Allah'tan bir hayırdır.” Allah'tandır yani Allah tarafından meydana gelmiş manasındadır. O halde Cenab-ı Hakk'ın,
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُم buyruğu ile bu ikinci mana kastedilmiştir. Bu izaha göre bu soru sakıt olmuş (geçerliliği kalmamış), düşmüş olur.
İkinci şekil: Biz bundan muradın, “daha hayırlı olmak” manası olduğunu kabul etsek bile ancak ne var ki kelamın takdiri, “Cihat ile elde edilen ahiret nimetleri, ona katılmayanların elde etmiş olduğu rahatlık, huzur ve bunlardan yararlanmak kabilinden elde etmiş oldukları nimetlerden daha hayırlıdır.” şeklinde olur. İşte bundan dolayı da Cenab-ı Hakk, “Eğer bilirseniz…” buyurmuştur. Zira cihattan dolayı ahirette elde edilecek olan hayırlar, ancak üzerine biraz düşünüldüğünde anlaşılabilir. Bunu ancak kıyametin hak olduğunu, mükâfat ve cezanın gerçek olduğunu delil ile bilen mümin anlayabilir. (Fahreddin er-Râzî)