اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | انْفِرُوا | savaşa çıkın |
|
2 | خِفَافًا | (gerek) hafif olarak |
|
3 | وَثِقَالًا | (gerek) ağır olarak |
|
4 | وَجَاهِدُوا | ve cihad edin |
|
5 | بِأَمْوَالِكُمْ | mallarınızla |
|
6 | وَأَنْفُسِكُمْ | ve canlarınızla |
|
7 | فِي |
|
|
8 | سَبِيلِ | yolunda |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
11 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
12 | لَكُمْ | sizin için |
|
13 | إِنْ | eğer |
|
14 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
15 | تَعْلَمُونَ | biliyor |
|
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. اِنْفِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خِفَافاً kelimesi اِنْفِرُوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثِقَالاً atıf harfi وَ ‘la خِفَافاً’e matuftur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَمْوَالِكُمْ car mecruru جَاهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِاَمْوَالِكُمْ ’e matuftur.
فٖي سَبٖيلِ car mecruru جَاهِدُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a müteallıktır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم تعلمون أنّه خير لكم فلا تثّاقلوا (Sizin için daha hayırlı olduğunu biliyorsanız ağırdan almayın) şeklindedir.
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
وَثِقَالاً ve اِنْفِرُوا ,خِفَافاً fiilinin failinden haldir.
خِفَافاً وَثِقَالاً (gerek hafif, gerek ağır olarak) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
خِفَافاً وَثِقَالاً (hafif ve ağır olarak) ifadesi aşağıda gösterildiği gibi her hali kapsayan mütekabil zıt kavramlar şeklinde tefsir edilmiştir. Şöyle ki: Aile efradının azlığı (kılleti) hafif, çokluğu (kesreti) ağır, silahlardan bir kısmı hafif, bir kısmı ağır, süvari hafif, yaya ağır, genç hafif, yaşlı ağır, zayıf hafif, şişman ağır, sağlam hafif, hastalıklı ağır. (Ebüssuûd)
Aynı üslupla gelen … وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir.
المُجاهَدَةُ kelimesi düşman için kullanıldığında mübalağa manası taşır. Kelime ج harfinin dammeli haliyle geldiği الجُهْدِ masdarından türemiştir. Yani kudret ve kabiliyetin en azami derecede kullanılmasını ifade eder. Gerçek anlamı silahla savunma olup sebep bağı kurularak savaşta ordunun silah ve at temini için malın sarf edilmesi şeklinde mecaz olarak da kullanılabilir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَبٖيلِ اللّٰهِ izafeti lafzâ-i celâle muzâf olması سَبٖيلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَبٖيلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
اِنْفِرُوا - جَاهِدُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette اِنْفِرُوا ve جَاهِدُوا iki emir cümlesi; müsnedün ileyhleri aynı olduğu ve yakın manalarda oldukları için birbirine atfedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً kelimeleri çok mana ifade eder. Yani îcâz-ı kasr vardır. Çünkü emir, cihad için seferber olmayı umumi olarak ifade eder. Cihada çıkmaya engel olacak her türlü vasıtayı ve delili çürütür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ (Mallarınızla ve canlarınızla cihat edin) ifadesi, mümkünse her ikisiyle de cihat etmenin; mümkün değilse, imkân ve ihtiyaçlara göre bunlardan biri ile cihat etmenin zorunlu olduğunu bildirir. (Keşşâf)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle, ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olan ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
خَيْرٌ sözündeki tenkir, dünya ve ahiret hayırlarını bir araya topladığı için tazim ve kemâl manası içindir. (Âşûr)
ذٰلِكُمْ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. İşaret ismi uyarı ifade eder.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Takdiri …إن كنتم تعلمون أنّه خير لكم فلا تثّاقلوا (Bunun sizin için hayır olduğunu biliyorsanız ağırdan almayın.) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayetin sonundaki şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.) Yani hayrın ne olduğunu bilmek melekesine ve duygusuna sahip iseniz biliniz ki bu sizin için hayırdır. Bilirseniz cihada koşarsınız. Bu kayıtta hayır olan cihadın ilme yani bu işi iyi bilmeye bağlı olduğuna, bilginin özünde hangi işin daha hayırlı olduğunu bilmek demek olduğuna işaret vardır. Şu halde kılıçla cihadın temeli dahi bilgidir, eğitimdir. Ayrıca dış düşmanları tanımadan evvel kişinin kendi kendisini tanıması, bilgisizlikten kurtulup cehaletini yenmesidir ki bu da nefse karşı cihaddır. Buna “cihad-ı ekber” denilir. (Elmalılı)
Müslümanları güçlü kılacak ve düşmanı vehim ve şüpheye düşürecek her türlü çaba ve gayret bizzat savaşa katılmak sayılır. Şu halde bu gibi hizmetlere koşarken kendi cebinden harcayacağı paralar da mal ile cihada girer. Bu konuda Allah rızası için çaba harcamak, her şeyden önce kendi nefsinin tembelliğine ve ataletine karşı, rahatına düşkünlüğüne karşı yapılmış bir fedakârlıktır. (Elmalılı)
Cenab-ı Hakk, ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُون [Eğer bilirseniz bu, sizin için çok hayırlıdır.] buyurmuştur. Buna göre eğer “Savaşa katılmayarak oturup kalmada herhangi bir hayır bulunmazken cihat savaşa katılmamaktan daha hayırlıdır, şeklinde ifade edilmiş olması nasıl izah edilir?” denirse biz deriz ki: Buna şu iki şekilde cevap verilebilir:
Birinci şekil: خَيْرٌ kelimesi iki manada kullanılır:
1. “Bu, şundan daha hayırlıdır.” manasında,
2. “Bu,haddizatında (aslında, gerçeğinde) hayırdır.” anlamında. Cenab-ı Hakk'ın,
اِنّٖى لِمَا اَنْزَلْتَ اِلَیَّ مِنْ خَيْرٍ فَقٖيرٌ “Rabbim, gerçekten ben, bana indireceğin hayra muhtacım.” (Kasas Suresi, 24) ve وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدٖيد “Gerçekten o insan, mal sevgisine çok düşkündür.” (Adiyat Suresi, 8) ayetlerinde böyledir. Nitekim Arapçada اَلثَّرِيدُ خَيْرٌ مِنَ اللهِ “Serid Allah'tan bir hayırdır.” Allah'tandır yani Allah tarafından meydana gelmiş manasındadır. O halde Cenab-ı Hakk'ın,
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُم buyruğu ile bu ikinci mana kastedilmiştir. Bu izaha göre bu soru sakıt olmuş (geçerliliği kalmamış), düşmüş olur.
İkinci şekil: Biz bundan muradın, “daha hayırlı olmak” manası olduğunu kabul etsek bile ancak ne var ki kelamın takdiri, “Cihat ile elde edilen ahiret nimetleri, ona katılmayanların elde etmiş olduğu rahatlık, huzur ve bunlardan yararlanmak kabilinden elde etmiş oldukları nimetlerden daha hayırlıdır.” şeklinde olur. İşte bundan dolayı da Cenab-ı Hakk, “Eğer bilirseniz…” buyurmuştur. Zira cihattan dolayı ahirette elde edilecek olan hayırlar, ancak üzerine biraz düşünüldüğünde anlaşılabilir. Bunu ancak kıyametin hak olduğunu, mükâfat ve cezanın gerçek olduğunu delil ile bilen mümin anlayabilir. (Fahreddin er-Râzî)لَوْ كَانَ عَرَضاً قَر۪يباً وَسَفَراً قَاصِداً لَاتَّـبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۚ يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْ | eğer |
|
2 | كَانَ | olsaydı |
|
3 | عَرَضًا | bir menfaat |
|
4 | قَرِيبًا | yakın |
|
5 | وَسَفَرًا | ve bir yolculuk |
|
6 | قَاصِدًا | orta |
|
7 | لَاتَّبَعُوكَ | elbette sana tabi olurlardı |
|
8 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
9 | بَعُدَتْ | uzak geldi |
|
10 | عَلَيْهِمُ | kendilerine |
|
11 | الشُّقَّةُ | aşılacak mesafe |
|
12 | وَسَيَحْلِفُونَ | bir de yemin edecekler |
|
13 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
14 | لَوِ | eğer (diye) |
|
15 | اسْتَطَعْنَا | gücümüz yetseydi |
|
16 | لَخَرَجْنَا | çıkardık |
|
17 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
18 | يُهْلِكُونَ | mahvediyorlar |
|
19 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
20 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
21 | يَعْلَمُ | biliyor |
|
22 | إِنَّهُمْ | onların |
|
23 | لَكَاذِبُونَ | yalancı olduklarını |
|
لَوْ كَانَ عَرَضاً قَر۪يباً وَسَفَراً قَاصِداً لَاتَّـبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ
لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ ’nin dahil olduğu cümle şart cümlesidir.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَرَضاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. قَرٖيباً kelimesi عَرَضاً’in sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebî sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada sıfat müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَفَراً kelimesi atıf harfi وَ ’la عَرَضاً’e matuftur. قَاصِداً kelimesi سَفَراً ’in sıfatıdır.
قَاصِداً kelimesi sülâsî mücerred olan قصد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başında gelen rabıtadır. اتَّـبَعُوكَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi, Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعُدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
عَلَيْهِمُ car mecruru بَعُدَتْ fiiline müteallıktır. الشُّقَّةُ fail olup lafzen merfûdur.
اتَّـبَعُوكَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. سَيَحْلِفُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَحْلِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru سَيَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
لَوِ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اسْتَطَعْنَا şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. خَرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, خَرَجْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَطَعْنَا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ
Fiil cümlesidir. يُهْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُهْلِكُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi هلك’dır.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ mübteda olup lafzen merfûdur.
یَعۡلَمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Kalp fiillerinden olduğu için iki mef’ûl alır. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazf olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَعْلَمُ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَاذِبُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَاذِبُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ كَانَ عَرَضاً قَر۪يباً وَسَفَراً قَاصِداً لَاتَّـبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ
Ayet istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelamın manasından anlaşılan takdir; كان ما دعوتم إليه (Aradığınız, istediğiniz şey) olabilir. كَانَ ’nin iki haberi olan عَرَضاً ve وَسَفَراً kelimeleri قَرٖيباً ve قَاصِداً sıfatlarıyla açıklanarak ıtnâb yapılmıştır.
Rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi لَاتَّـبَعُوكَ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الشُّقَّةُ; insana meşakkat veren uzun yol mesafesidir. Uzak mesafeyi Allah Teâlâ istiare yoluyla الشُّقَّةُ olarak isimlendirmiştir. Çünkü rahatlık nefse hoş gelir. Meşakkat ise istenmez. Yolun onlar için uzak olduğunu kastederek seninle birlikte çıkmadılar. Eğer yakın olsaydı çıkmak için ve ganimete talip olmak için acele ederlerdi. Allah yolunda cihada rağbet etmediler. Bu tabirde onları suçlama ve tahkir vardır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
İstidrak harfi لٰكِنْ ’in dahil olduğu وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُ cümlesi istînâfa matuftur. Mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yine istînâfa matuf وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ cümlesi, istikbal harfi ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
حلف fiili Kur’an-ı Kerim’de 13 yerde geçmiş ve hepsinde de bozulan yeminler için kullanılmıştır. Çoğunlukla bu ayette olduğu gibi münafıklara isnat edilmiştir. Her zaman yalan yere yemin anlamında kullanılmıştır. (Dr. Ayşe Abdurrahman bintu’ş Şâtî, İ’câzu’l Beyânî li’l Kur’an, s. 221)
قَر۪يباً - بَعُدَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
عَرَضاً “Sana arz edilen dünya menfaati” demektir. Ayet, “Çağrıldıkları şey kolayca elde edilecek bir ganimet olsaydı...” anlamındadır. سَفَراً قَاصِداً yani orta yollu, yakın bir sefer olsaydı. الشُّقَّةُ zor ve çetin mesafe demektir. (Keşşâf)
Araz kelimesi, sana sunulan dünya menfaatleri anlamına gelir. Nitekim Arapçada, “Dünya, kendisinden iyinin ve kötünün yemiş olduğu hazır bir metadır, arazdır.” denir. Zeccâc şöyle demektedir: “Ayette, takdiri şöyle olan bir hazif bulunmaktadır: ‘Şayet kendisine davet olundukları şey orta bir sefer olsaydı.’ Böylece önce geçmiş olan ifade kendisine delalet ettiği için كَانَ fiilinin ismi hazfedilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۚ يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ
Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mukadder kasemin cevabıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.
اسْتَطَعْنَا, müspet mazi fiil sıygasında şart fiilidir. Rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi de mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
“Resulüm, bu sefere katılmayanlar, Sen seferden dönünce özür beyan edecek ve
‘Eğer imkânlarımız ve sağlığımız el verseydi, mutlaka sizinle beraber bu sefere çıkardık!’ diye Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir.” Bu ayet-i kerime, onların böyle yemin edeceklerini önceden haber vermekle mucize kabilindendir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ sözünün delaletiyle bu cümle, mekulü’l-kavl konumundadır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin Zemahşerî tarafından, سَيَحْلِفُونَ fiilinin failinden hal veya bedel olduğu da söylenmiştir. Âşûr hal cümlesi olduğu görüşündedir.
يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ (Onlar, kendilerini helak ediyorlar.) Çünkü yalan yemin, nefsi helak etmektir. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
واللَّهُ يَعْلَمُ إنَّهم لَكاذِبُونَ; Hal cümlesidir. Allah Teâlâ onların yalan söylediklerini bildiğinden bunu Resulü’ne bildirecek ve onların yalanları kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bilakis onlar, Allah adına yalan yere yemin etmeleri sebebiyle helaka uğrayacaklardır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna ve müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde (hayal gücünde) canlanır ve anlaşılması kolaylaşır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle nasb mahallinde يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ, onların, muktedir olmadıkları iddiasında yalancı olduklarını, onların bu sefere çıkmaya muktedir oldukları halde mazeretsiz çıkmadıklarını biliyor. (Ebüssuûd)عَفَا اللّٰهُ عَنْكَۚ لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِب۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | عَفَا | affetsin |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | عَنْكَ | seni |
|
4 | لِمَ | niçin |
|
5 | أَذِنْتَ | izin verdin |
|
6 | لَهُمْ | onlara |
|
7 | حَتَّىٰ | kadar |
|
8 | يَتَبَيَّنَ | iyice belli olana |
|
9 | لَكَ | sana |
|
10 | الَّذِينَ | kimseler |
|
11 | صَدَقُوا | doğru söyleyen(ler) |
|
12 | وَتَعْلَمَ | ve öğreninceye |
|
13 | الْكَاذِبِينَ | yalan söyleyenler |
|
عَفَا اللّٰهُ عَنْكَۚ لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِب۪ينَ
Fiil cümlesidir. عَفَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. عَنْكَ car mecruru عَفَا fiiline müteallıktır.
مَا istifham isminin ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye elifi hazf edilmiştir. لِ harf-i ceriyle birlikte اَذِنْتَ fiiline müteallıktır.
لِمَ ve لِمَاذَا soru isimleri de mef'ûlün leh olurlar. Burada لِمَ mef'ûlün lieclihidir. Fiilin oluş sebebini bildiren mef'ûldür. “Mef'ûlün lieclihi” veya “mef'ûlün min eclihi” de denir. Mef'ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef'ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
1. Harf-i cersiz kullanımı:
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذِنْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru اَذِنْتَ fiiline müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَتَبَيَّنَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde kelamın siyakı gereğince mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, هلّا أخرجتهم معك، أو هلّا توقّفت عن الإذن (Onları yanında mı götüreceksin yoksa izin mi bekleyeceksin?) şeklindedir.
حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vâv-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَبَيَّنَ mansub muzari fiildir. لَكَ car mecruru يَتَبَيَّنَ fiiline müteallıktır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası صَدَقُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
صَدَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
الْكَاذِبٖينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْكَاذِبٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَبَيَّنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.عَفَا اللّٰهُ عَنْكَۚ
Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması mehabet duyguları uyandırarak uyarmak içindir.
عَفَا اللّٰهُ عَنْكَ (Allah seni affetti.) Bu, sevinç vesilesini üzüntü vesilesinden önce getirmek maksadıyla verilen bir haberdir. Allah’ın, siteminden önce affı bildirmesi, onun peygamberine lütuflarındandır. (Safvetu’t Tefasir, Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ'nın Peygamberimiz hakkındaki lütfuna bak ki af konusunu zikretmeden kelama affın zikriyle başlamıştır. (Ebüssuûd)
“Allah seni affetsin.” müjdesi bile mesela “Allah senden razı olsun.” gibi bir sevince vesile olmaz da daha fazla dikkatli olmaya yönelik bir tenbih anlamı ifade eder. Bu makamda böyle bir tenbihin ise hikmetleri ve nükteleri pek çoktur ve önemlidir. (Elmalılı)
لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِب۪ينَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı, ikaz amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı … يَتَبَيَّنَ لَكَ cümlesi, mecrur mahalde اَذِنْتَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası صَدَقُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
صَدَقُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Son cümle وَتَعْلَمَ الْكَاذِبٖينَ, sıla cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret eder. Yani müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığını gözümüzün önünde canlandırır.
صَدَقُوا ve الْكَاذِبٖينَ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Doğru söyleyenler mazi fiille, yalan söyleyenler ism-i faille ifade edilmişlerdir. Çünkü onlar her zaman yalan söylerler, artık onların sözleri kale alınmaz, hep yalan söylüyor, denir.
Ayette صَدَقُوا fiil olarak kullanılmış, الْكَاذِبٖينَ kelimesi ise isim olarak gelmiş bunlar arasında güzel bir iltifat oluşmuştur. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)
لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ [Neden onlara izin verdin?] buyruğu ile istifham-ı inkârî manasının murad edilmiş olması doğru değildir. Zira diyoruz ki: Peygamberden, bu hadisede ya bir günah südur etmiştir veya südur etmemiştir. Dolayısıyla şayet biz, o peygamberden herhangi bir günahın südur etmediğini söylersek Cenab-ı Hakk'ın bu ifadesinin bir istifham-ı inkârî olması imkânsız olur. Yok eğer, o peygamberden bir günahın südur ettiğini söylersek bu durumda Cenab-ı Hakk'ın, عَفَا اللّٰهُ عَنْكَ hitabı, onun affedildiğine delalet eder. Affın tahakkuk etmesinden sonra da o peygambere bir yadırgamanın yönelmesi muhal (imkânsız) olur. Bundan dolayı bütün bu takdirlere göre Cenab-ı Hakk'ın, “Neden onlara izin verdin?” hitabının Hz. Peygamberin günahkâr olduğuna delalet ettiğinin söylenilmesinin imkânsız olduğu kesinleşir. İşte bu, kesin ve yeterli bir cevaptır.
İşte bu durumda da Cenab-ı Hakk'ın, “Neden onlara izin verdin?” ifadesi, daha evla ve daha mükemmel olanın yapılmaması manasına hamledilir. Özellikle bu vaka, harpler ve dünyevî maslahatlarla ilgili şeyler cinsinden olunca. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayeti tefsir eden Beyzâvî, istifham edatının burada itâb (azar) anlamında kullanılmasını şöyle açıklar: “Mazeretleri olduğunu söyleyerek Tebük Gazvesi’ne katılmak istemeyen bazı münafıklara Hz. Peygamberin izin vermesi üzerine Yüce Allah onu ikaz ederek ‘Allah seni affetsin.’ buyuruyor. Bu ifade Hz. Peygamberin izin vermekteki hatasından kinayedir.” (Konevî şöyle der: “Eğer musannif (yazar) izin vermedeki hatasından kinayedir.” yerine “İzin konusunda isabet edememesinden kinayedir.” ya da “Evla olanı terkinden kinayedir.” deseydi edep bakımından daha güzel ve ifade bakımından daha hoş olurdu. Konevî, IX, 237)
Çünkü affetmek, hatadan sonra olur. Daha sonra da afla kinaye olunan şeyi açıklamak ve sitem etmek (عتاب) üzere “Onlara niçin izin verdin?” buyuruyor. Anlam şöyle olur: Savaştan geri kalmak için senden izin istedikleri ve yalan bahaneler uydurdukları zaman onlara niçin izin verdin? Doğru söyleyenlerle yalancılar belli oluncaya kadar bekleseydin ya. (Beyzâvî, III, 148; Bazı alimler Hz. Peygamberin bu olayda içtihat ettiğini, dolayısıyla verdiği kararın müctehitlerin içtihatlarındaki hatalar gibi değerlendirilmesi gerektiğini, münafıklara izin vermesinin günah kabilinden bir hata olarak asla değerlendirilemeyeceğini, evla olanı terk kabilinden bir yanılma olduğunu ifade etmişlerdir. (Şeyhzâde, IV, 466)
Bu ayet Peygamberin, imamın, idarecinin, kişinin, her topluluğa kendine yakınlaştırma veya uzaklaştırma gibi müstehak olduğu şekilde muamele edebilmesi için acele davranmaktan kaçınmasının, teenni ile (ağırdan alarak) hareket etmesinin, işlerin zahirine göre davranarak yanılmaktan sakınmasının ve iyiden iyiye araştırmasının farz olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يَسْتَأْذِنُكَ | senden izin istemezler |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | يُؤْمِنُونَ | inanan(lar) |
|
5 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
6 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
7 | الْاخِرِ | ahiret |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُجَاهِدُوا | cihadetmek için |
|
10 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallariyle |
|
11 | وَأَنْفُسِهِمْ | ve canlariyle |
|
12 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
13 | عَلِيمٌ | bilir |
|
14 | بِالْمُتَّقِينَ | korunanları |
|
لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَأْذِنُكَ merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُونَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
الْيَوْمِ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِاللّٰهِ ’ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاٰخِرِ kelimesi اَلْيَوْمِ ’nin sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوت) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada الْاٰخِرِ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf في harf-i ceriyle birlikte يَسْتَأْذِنُكَ fiiline müteallıktır.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru يُجَاهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِهِمْ atıf harfi وَ ’la بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur.
يَسْتَأْذِنُكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
يُجَاهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلٖيمٌ haber olup lafzen merfûdur.
بِالْمُتَّقٖينَ car mecruru عَلِیمُ’e müteallıktır. الْمُتَّقٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّقٖينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٖيمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ, masdar teviliyle takdir edilen في harfiyle birlikte لَا يَسْتَأْذِنُكَ fiiline müteallıktır.
Cihadın mal ve canla olmak üzere açıklanması taksim sanatıdır.
بِاَمْوَالِهِمْ - اَنْفُسِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُؤْمِنُونَ - يُجَاهِدُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Burada olumsuz olan لَا يَسْتَأْذِنُكَ, sonra da arkadaki ayette olumlusu olan يَسْتَأْذِنُكَ kullanılmıştır. Bu ayetlerin ilkinde, olumsuz mana yoluyla, cihat hakkında kesin emirler bulunduğundan müminlerin peygamberden izin isteme gereği duymadıklarını; 45. ayette ise mümin olmayanların ondan izin istedikleri anlatılmıştır. Bu ikinci ayetteki anlam birinci ayetten çıkarıldığı halde konuya daha fazla açıklık getirmek ve meselenin önemine dikkat çekmek için ıtnâb yapılmıştır. (Nahle fi’l Belagati’l Arabiyye İlmu’l Meani, s. 186; Tabane Mu’cemu’l Belâgati’l Arabiyye, s. 387-388; Durmuş, Arap Dili ve Belâgatıyla İlgili İncelemeler; s. 49)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ
Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, عَلٖيمٌ haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ cümlesi, Allah'ın müminlerin sırlarından haberdar olduğuna tenbih için itirazdır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi, mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah her şeyi bildiği halde özellikle عَلٖيمٌ بِالْمُتَّقٖينَ (muttakileri bilir), buyurulması takvaya teşvik eden tağlîbdir. Cüz söylenip küll murad edilen mecaz-ı mürseldir. Ayrıca عَلٖيمٌ vasfı lâzım-melzûm alakasıyla muttakilere karşılığını fazlasıyla verir, anlamı taşır. Yeter ki takva vasfı devam etsin. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
“Allah, ittika edenleri (sakınanları, takva sahibi olanları) bilir.”
Bu cümle makablini açıklayan bir zeyl (ilave) mahiyetindedir. Zira Allah Teâlâ’nın onların halini çok iyi bilmesi, elbette ki onların sevabını tam vermesini gerektirir.
Burada takva sahiplerinden murad;
- Ya onların bahtiyar bir topluluk olduğunu; onların zamir ile değil de zahir olarak “مُتَّقٖينَ /sakınanlar, ittika edenler” şeklinde belirtilmesi, kendilerini methetmek, ilâhî ilmin taalluk ettiği unvanı tayin etmek ve onların mükâfat sebebini bildirmek içindir. Bu da daha önce zikredilen hasletleri ihtiva eden takvadır.
- Ya da bu takva sahiplerinden maksat, bütün takva sahiplerini kapsayan muttakiler cinsidir ve anılan topluluk da öncelikle buna dahildir. (Ebüssuûd)
“Allah, muttakileri bilir.” ifadesi onların muttakiler zümresine dahil olduklarına dair tanıklık ve kendilerine en büyük ödülün verileceğine dair vaat mahiyetindedir. (Keşşâf)
Bu cümle mücahitlerin, takva sahipleri zümresine dahil olduğuna şehadet ve onlara büyük mükâfat vadetmekle beraber önceki cümlenin de anlamına önemli bir açıklama getirir. Sanki “Allah Teâlâ, mücahitlerin, takva sahibi olduğunu gayet iyi bilir.” denir. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ ف۪ي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | ancak |
|
2 | يَسْتَأْذِنُكَ | senden izin isterler |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | لَا |
|
|
5 | يُؤْمِنُونَ | inanmayan |
|
6 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
7 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
8 | الْاخِرِ | ahiret |
|
9 | وَارْتَابَتْ | ve kuşkuya düşen |
|
10 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
11 | فَهُمْ | kendileri |
|
12 | فِي | içinde |
|
13 | رَيْبِهِمْ | şüpheleri |
|
14 | يَتَرَدَّدُونَ | bocalayıp duranlar |
|
اِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ ف۪ي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.
اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَسْتَأْذِنُكَ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
الْيَوْمِ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِاللّٰهِ ’ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاٰخِرِ kelimesi اَلْيَوْمِ ’nin sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوت) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada الْاٰخِرِ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. ارْتَابَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
قُلُوبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
فٖي رَيْبِهِمْ car mecruru يَتَرَدَّدُونَ fiiline müteallıktır.
يَتَرَدَّدُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَتَرَدَّدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَسْتَأْذِنُكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
ارْتَابَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ريب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يَتَرَدَّدُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ردد ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ ف۪ي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
.Fiillerin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlere tahkir ifade etmesinin yanında, arkadan gelecek habere dikkat çekmek içindir.
Sılası olan لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ cümlesi de müspet muzari fiil cümlesidir.
Fiillerin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Gerek bundan önceki gerekse bu ayette, imanın, yalnız Allah Teâlâ'ya ve ahiret gününe tahsis edilmesi, canı ve malı feda edilerek yapılan cihadın sebebinin, Allah'a ve ahiret gününe iman olduğunu bildirmek içindir. Çünkü ancak bu suretle müminin, fani dünya hayatını ve geçici zevkleri, ebedi hayata ve sonsuz nimetlere değişmesi mümkündür. (Ebüssuûd)
لَا يُؤْمِنُونَ ifadesinin muzari sıygasıyla gelmesi, onların imanlarını olumsuzlamak(reddetmek) noktasındaki sürekliliğe, وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ ifadesinin ise mazi sıygasıyla gelmesi içinde bulundukları şüphe ve güvensizlik halinin kıdemine(eskiliğine) ve kalplerinde iyice yerleştiğine işaret etmektedir. Bu durum bu kimselerin imanlarını kaybetmeleri halinin devamlılığı sonucunu doğurur. (Âşûr)
Makabline matuf isim cümlesi فَهُمْ فٖي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يُؤْمِنُونَ - يَتَرَدَّدُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Cümlede car-mecrur فٖي رَيْبِهِمْ, siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
رَيْبِهِمْ ifadesi zarf-ı müstakardır ve çoğul zamirin haberidir. Bu zarf, kalplerinde var olan şüphenin onları ihata etmesi (kuşatması) manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Yani şüpheleri kendilerine hakim olmuştur. (Âşûr)
Bu şüphenin ne kadar kötü bir şüphe olduğunu ve rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak için Rabb ismi onlara ait zamire izafe edilmiştir. Kendilerine bunca nimeti veren Rablerinden nasıl olur da şüphe duyarlar?
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayet اِنَّمَا kasr edatı ile tekid edilmiştir. İzin isteyenlerin, sadece Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar ve kalplerindeki şek ve şüphe sebebiyle kararsızlığa düşenler olduğu vurgulanmıştır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun yabancısı değildir.
إنَّما kasr ifadesidir. Eğer kasr; bir şeyin doğruluğunu ve zıttının aksini ispat edecek şekilde iki haberi ihtiva ediyorsa, buradaki kasr sıygası haberlerden birinin içeriğinin (لا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ واليَوْمِ الآخِرِ) cümlesindeki vurgusuna işaret eder. (Âşûr)
Önceki ayetteki لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ cümlesiyle, bu ayetteki اِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ارْتَابَتْ - رَيْبِهِمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَق۪يلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | أَرَادُوا | isteselerdi |
|
3 | الْخُرُوجَ | çıkmak |
|
4 | لَأَعَدُّوا | yaparladı |
|
5 | لَهُ | onun için |
|
6 | عُدَّةً | bir hazırlık |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | كَرِهَ | hoşlanmadı |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | انْبِعَاثَهُمْ | davranışlarından |
|
11 | فَثَبَّطَهُمْ | ve onları durdurdu |
|
12 | وَقِيلَ | ve denildi |
|
13 | اقْعُدُوا | oturun |
|
14 | مَعَ | beraber |
|
15 | الْقَاعِدِينَ | oturanlarla |
|
وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَق۪يلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَرَادُوا şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْخُرُوجَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
اَعَدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru اَعَدُّوا fiiline müteallıktır. عُدَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. كَرِهَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
انْبِعَاثَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثَبَّطَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. قٖيلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اقْعُدُوا fiili naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْعُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, اقْعُدُوا fiiline müteallıktır. الْقَاعِدٖينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْقَاعِدٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan قعد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَق۪يلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki اَرَادُوا الْخُرُوجَ cümlesi şarttır. Rabıta harfi لَ ile gelen cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstidrak harfi لٰكِنْ ’in dahil olduğu وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ cümlesi istînâfa matuftur. Mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen müteakip فَثَبَّطَهُمْ ve … وَقٖيلَ اقْعُدُوا cümleleri faide-i haber ibtidaî kelamdır. Makabline matufturlar. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen قٖيلَ fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَاَعَدُّوا - عُدَّةً ve اقْعُدُوا - الْقَاعِدٖينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet “İstidrak harfinin لٰكِنْ konumu nedir?” dersen şöyle derim: وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ (Çıkmak isteselerdi) ifadesi onların çıkmadıkları ve gazaya hazırlık yapmadıkları anlamını verdiği için “Fakat Allah onların işe atılmalarını istemedi.” denilmiştir. Burada sanki “Onlar çıkmadılar, fakat harekete geçmek istemedikleri için sefere çıkmaktan geri kaldılar.” denilmiş olmaktadır. فَثَبَّطَهُمْ (Ve onları alıkoydu) yani onları tembelleştirdi, geri bıraktı, işe koyulma isteklerini zayıflattı. وَقٖيلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِدٖينَ (“Oturanlarla beraber oturun!” denildi.) Yüce Allah’ın onların kalplerine sefere çıkmaktan hoşlanmamayı vermiş olması, onlara verilmiş oturma emri olarak ifade edilmiştir. Bir görüşe göre bu şeytanın vesvese ile onlara söylediği sözdür. Bir diğer görüşe göre bu onların kendi kendilerine söyledikleri bir söz; diğer bir görüşe göre ise onlara Peygamberin (s.a) geri kalma (oturmak) için vermiş olduğu izindir. (Keşşâf)
القُعُودُ, oturmak terk etmeye benzetilerek gazveyi terk etmek manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
مَعَ القاعِدِينَ sözünün ilavesi onlar için zem (yerme) ifade eder. Çünkü القاعِدِينَ (oturanlar) gazveden geri duran; çocuklardan, kadınlardan, körlerden ve kronik hastalardan zayıf olanlar olmalıdır. (Âşûr)
لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْ | eğer |
|
2 | خَرَجُوا | çıkmış olsalardı |
|
3 | فِيكُمْ | sizin içinizde |
|
4 | مَا |
|
|
5 | زَادُوكُمْ | size bir katkıları olmazdı |
|
6 | إِلَّا | başka |
|
7 | خَبَالًا | bozgunculuktan |
|
8 | وَلَأَوْضَعُوا | ve hemen sokulurlardı |
|
9 | خِلَالَكُمْ | aranıza |
|
10 | يَبْغُونَكُمُ | sizi düşürmek için |
|
11 | الْفِتْنَةَ | fitneye |
|
12 | وَفِيكُمْ | ve içinizde de vardı |
|
13 | سَمَّاعُونَ | kulak verenler |
|
14 | لَهُمْ | onlara |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah |
|
16 | عَلِيمٌ | bilir |
|
17 | بِالظَّالِمِينَ | zalimleri |
|
لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ
لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
خَرَجُوا şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فٖيكُمْ car-mecruru خَرَجُوا fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, في جيشكم (Askerleriniz arasından) şeklindedir.
الخُرُوجِ fiilinin فِي harf-i ceri ile müteaddi olduğunda orduyla beraber çıkmak manası yaygındır. (Âşûr)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. زَادُوكُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. خَبَالاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا۬اَوْضَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خِلَالَكُمْ mekân zarfı, ا۬اَوْضَعُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ cümlesi لَا۬اَوْضَعُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında و gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْغُونَكُمُ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْفِتْنَةَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْضَعُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi وضع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
Bazı nahivciler اِلَّا خَبَالاً ifadesinin, istisna-i münkatı’ olduğunu söylemiştir. İstisna-i münkatı’; müstesnanın, müstesna minhin cinsinden olmamasıdır. Bu, tıpkı senin mesela, مَا زَادُوكُمْ خَيْرًا اِلَّا خَبَالًا (Onlar sizin hayrınızı değil, fakat sıkıntınızı artırdılar.) demen gibidir. Halbuki ayette, müstesna minh zikredilmemiştir. Müstesna minh zikredilmeyince de istisna, daha umumi olan bir şeyden yapılmış olur. Daha umumi olan da “şey” kelimesidir. Bundan dolayı müstesna, müstesna-i muttasıl olup, kelamın takdiri مَا زَادُوكُمْ شَيْئًا اِلَّا خَبَالًا şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ
Cümle يَبْغُونَكُمُ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. فٖيكُمْ car-mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
سَمَّاعُونَ muahhar mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
لَهُمْ car mecruru سَمَّاعُونَ ’ye müteallıktır.
Mübteda nekre olup haber car-mecrur ve zarftan oluşursa mübteda haberden sonra gelir; bu tür cümlelerde anlam verilirken “vardır”, “mevcuttur” anlamları eklenir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına و ve zamir veya yalnız و gelir. Bazen و gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلٖيمٌ haber olup lafzen merfûdur.
بِالظَّالِمٖينَ car-mecruru عَلٖيمٌ’e müteallıktır. الظَّالِمٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Sıfat-ı müşebbehe (عَلٖيمٌ): Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli ( ال ) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan mübalağalı ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٖيمٌ kelimesi aynı zamanda mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ خَرَجُوا ف۪يكُمْ مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki خَرَجُوا وَفٖيكُمْ cümlesi şarttır. Rabıta harfi olmadan gelen cevap cümlesi مَا زَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالاً, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
İki tekid hükmündeki مَا ve اِلَّا ile yapılan kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Cevap harfinin dahil olduğu وَلَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الخُرُوجِ fiilinin فِي harf-i ceri ile müteaddi olduğunda orduyla beraber çıkmak manası yaygındır. (Âşûr)
Faide-i haber ibtidaî kelam olan يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ cümlesi, لَا۬اَوْضَعُوا ’nun failinden haldir.
يَبْغُونَكُمُ fiilinin mef’ûlünden veya failinden hal olan وَفٖيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ cümlesi, hal وَ ’ı ile gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. فٖيكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. سَمَّاعُونَ, muahhar mübtedadır.
Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
اِلَّا خَبَالاً ِ(fesat ve şerden başka) ifadesi bazı kimselerin söyledikleri gibi munkatı‘ istisna değildir, çünkü munkatı’ istisna; istisna edilen şeyin, istisna edildiği şeyden (müstesna minhden) ayrı bir cins olması durumunda söz konusu olur. Oysa ayette müstesna minh hiç zikredilmemiştir. Bu sebeple de istisna, en umumi ifade olan şeyden yapılmış olmaktadır ki bu durumda da yapılan istisna, muttasıl istisna olur; çünkü خَبَالاً umumi ifadenin kapsamına girer. Sanki ayette “Aranızda fesat ve şerden başka hiçbir şeyi artırmazlardı.” buyrulmaktadır. خَبَالاً, bozma ve şer anlamındadır. (Keşşâf)
لَا۬اَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ (Aranızda koşarlardı.) tabiri için Tîbî şöyle der: Bunda istiare-i tebeiyye vardır. Onların koğuculuk yapmak suretiyle ara bozmalarının sürati, binicinin yürüyüş süratine benzetildi. Sonra bu sürati ifade etmek için, deve için kullanılan إيضأع kelimesi istiare edildi. Bunun aslı şöyledir: “Onlar, koğuculuk bineklerini aranızda koştururlar.” (Safvetu't Tefasir ve Âşûr)
Nemimenin (koğuculuğun) fesat hızı binicinin hızına benzetilmiş. أوضع (acele etmek) fiili develer için kullanılırken burada müstear olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan ilmi)
الخِلالُ kelimesi خَلَلٍ kelimesinin çoğuludur. İki şey arasındaki boşluğu ifade etmekle birlikte, burada ayrı ayrı kısımlar halindeki ordu birliklerine benzetilerek بَيْنَكم manasında istiare olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korku ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
“Allah zalimleri iyi bilir.” Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu halde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. (Ömer Nesefî/Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Keşşâf)
واللَّهُ عَلِيمٌ بِالظّالِمِينَ cümlesi tezyîl olup zalim münafıkların hallerinden Allah Teâlâ'nın haberdar olduğu Müslümanlara bildirilerek, onlara karşı tedbirli olmaları istenmiştir. (Âşûr)
“Allah zalimleri bilir.” lafzıyla, “Onlara gereken karşılığı verir.” anlamı kastedilmiştir. Bu lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
عَلٖيمٌ isminin mübalağalı ism-i fail kalıbında olması dolayısıyla “Allah zalimlerin ciğerini bilir.” şeklinde tercüme edilebilir.
Ayette هم şeklinde zamir değil de الظَّالِمٖينَ şeklinde zahir ismin kullanılması, onları zemmetmek kastıyla yapılan ıtnâbtır.Bir güvercin kondu, pencereye. Selam verdi, küçük çocuğa. Gagasıyla vurdu, karşılık alamayınca. Çocuğun dalgın bakışlarıyla karşılaşınca, sordu ne düşünüyorsun diye. Dışarıdan bakan olsa anlardı, belli ki onlar eski dostlardı.
‘Asr-ı Saadet dönemindeki mücahidlerle, muhacirleri ve o zaman yaşasaydım ben nasıl biri olurdum’u düşünüyorum. Hicret ve cihad yolunda koşanlardan mı, yoksa tövbeler olsun, türlü bahanelerle kaçanlardan mı?’
Güvercin güldü: ‘Belki böyle bir soruya kesin cevap bulamazsın. Lakin, dualarında; olmayı umduğun müslümanın özelliklerine sahip bir kul olarak yaşamayı ve Allah’ın huzuruna da öyle çıkmayı isteyebilirsin.’ Sordu çocuk: ‘O zaman benimle dua eder misin?’
Allahım!
Beni ve sevdiklerimi;
Sana ve ahiret gününe iman edenlerden,
Geçici olanın dünya, kalıcı olanın ise ahiret olduğu bilinciyle yaşayanlardan,
Malıyla ve canıyla, Senin yolunda cihad ve hicret edenlerden,
Daima hakkı konuşanlardan ve daima adil davrananlardan,
Nefsine yenik düştüğü için kolaya kaçmaktan veyahut sırf dünyalığı kazanmak için kendisini zora sokmaktan kaçınanlardan,
Rahmetinle; hem dünyasını, hem de ahiretini kazananlardan,
Cennette Rasulullah (sav)’le, peygamberlerinle ve sevdiklerinle muhabbet edenlerden ve onlara komşu olanlardan eyle.
Allahım!
Kalbimi öyle güzel faziletlerle ve zihnimi öyle hayırlı ilimlerle doldur ki; halim sevdiğin kullarının haline benzesin. Öyle ki halim, muhacir ve mücahid sıfatlarına layık hallerden olsun ve ben de razı olduğun salih kullarından olayım.
Amin.
Kendisine yazdığı mektuplardan birinde şu ifadeler yer alıyordu:
Yaşananların ya da yapılanların, kolay veya zor olmasından öte daha önemli bir gerçek vardır. O da insanın nasıl tepki verdiğidir. Zira zorluklar karşısında güçlenenler, kolaylıklara rağmen yıkılanlar vardır.
Kul, Allah Teâlâ’dan rahmetiyle kolaylaştırmasını dilemelidir ama buna şahit olmayı beklemek yerine harekete geçmelidir. Her şeyin bir şekilde bittiği düşüncesiyle yola çıkmalı ve Allah’ın rızasını aramalıdır.
Belki de kolaylıkları farkeden ve onları değerlendiren şükür ehlinden olmalıdır. Zira her yaşananın içinde -o andayken farkedilemese bile- farklı bir kolaylık saklıdır. Kula gereken o farkındalığa sahip olmaktır.
Kolaylık ve zorluk kavramları görecelidir ve aslında kişilere özeldir. Allah’a güvenen kul, belli bir kolaylığı ummak yerine, Allah’a sığınır. Böylece kısa bir sessizlik, hafif rüzgar esintisi, sallanan çiçek dalı da ferahlığa dönüşebilir. Zira kulunu en iyi Allah bilir.
Herhangi bir savaş meydanına atılacak kişinin beklediği kolaylık nedir? Orada olmamak ise niyetini gözden geçirmeli ve nefsini dünyadan çekip almalıdır. Dünyaya ait duygu ve düşüncelerinden bir adım geri atmalı ve hepsini Allah’a arzetmelidir. Diğer kolaylıkların varlığına şahit olmak için ise kılıcını kuşanmalı ve Allah’ın adıyla öne atılmalıdır.
Şüphesiz ki nefsimizin umduğu gibi olmasa da her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Kula düşen Allah’a teslimiyet ile O’nun rızası için elinden geleni yapmaktır. Nefsani hesaplamalar ise Allah’ın kuluna yüklemediğini zorla taşımaya çalışmaktan başkası değildir.
Ey Allahım! Bizi kendi elleriyle yüklerini ağırlaştıranlara benzemekten muhafaza buyur. Nefsani duygu ve düşüncelerine fazlasıyla kulak vererek, Senden ve Senin yolundan uzaklaşanlar gibi gaflete düşmekten muhafaza buyur. Farkında olduğumuz ve olmadığımız her kolaylık için Sana sonsuz şükürler olsun. Bizi zorluklardaki kolaylıkları gören, daima Senin rızan için elinden geleni yapan ve şükretmesini seven şükür ehlinden eyle. Sana şeksiz teslim olan ve Sana şüphesiz güvenen kullarından eyle.
Amin.