لَوْ كَانَ عَرَضاً قَر۪يباً وَسَفَراً قَاصِداً لَاتَّـبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۚ يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْ | eğer |
|
2 | كَانَ | olsaydı |
|
3 | عَرَضًا | bir menfaat |
|
4 | قَرِيبًا | yakın |
|
5 | وَسَفَرًا | ve bir yolculuk |
|
6 | قَاصِدًا | orta |
|
7 | لَاتَّبَعُوكَ | elbette sana tabi olurlardı |
|
8 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
9 | بَعُدَتْ | uzak geldi |
|
10 | عَلَيْهِمُ | kendilerine |
|
11 | الشُّقَّةُ | aşılacak mesafe |
|
12 | وَسَيَحْلِفُونَ | bir de yemin edecekler |
|
13 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
14 | لَوِ | eğer (diye) |
|
15 | اسْتَطَعْنَا | gücümüz yetseydi |
|
16 | لَخَرَجْنَا | çıkardık |
|
17 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
18 | يُهْلِكُونَ | mahvediyorlar |
|
19 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
20 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
21 | يَعْلَمُ | biliyor |
|
22 | إِنَّهُمْ | onların |
|
23 | لَكَاذِبُونَ | yalancı olduklarını |
|
لَوْ كَانَ عَرَضاً قَر۪يباً وَسَفَراً قَاصِداً لَاتَّـبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ
لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ ’nin dahil olduğu cümle şart cümlesidir.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَرَضاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. قَرٖيباً kelimesi عَرَضاً’in sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebî sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada sıfat müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَفَراً kelimesi atıf harfi وَ ’la عَرَضاً’e matuftur. قَاصِداً kelimesi سَفَراً ’in sıfatıdır.
قَاصِداً kelimesi sülâsî mücerred olan قصد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başında gelen rabıtadır. اتَّـبَعُوكَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi, Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعُدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
عَلَيْهِمُ car mecruru بَعُدَتْ fiiline müteallıktır. الشُّقَّةُ fail olup lafzen merfûdur.
اتَّـبَعُوكَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. سَيَحْلِفُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَحْلِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru سَيَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
لَوِ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اسْتَطَعْنَا şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. خَرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, خَرَجْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَطَعْنَا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ
Fiil cümlesidir. يُهْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُهْلِكُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi هلك’dır.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ mübteda olup lafzen merfûdur.
یَعۡلَمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Kalp fiillerinden olduğu için iki mef’ûl alır. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazf olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَعْلَمُ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَاذِبُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَاذِبُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ كَانَ عَرَضاً قَر۪يباً وَسَفَراً قَاصِداً لَاتَّـبَعُوكَ وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُۜ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ
Ayet istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelamın manasından anlaşılan takdir; كان ما دعوتم إليه (Aradığınız, istediğiniz şey) olabilir. كَانَ ’nin iki haberi olan عَرَضاً ve وَسَفَراً kelimeleri قَرٖيباً ve قَاصِداً sıfatlarıyla açıklanarak ıtnâb yapılmıştır.
Rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi لَاتَّـبَعُوكَ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الشُّقَّةُ; insana meşakkat veren uzun yol mesafesidir. Uzak mesafeyi Allah Teâlâ istiare yoluyla الشُّقَّةُ olarak isimlendirmiştir. Çünkü rahatlık nefse hoş gelir. Meşakkat ise istenmez. Yolun onlar için uzak olduğunu kastederek seninle birlikte çıkmadılar. Eğer yakın olsaydı çıkmak için ve ganimete talip olmak için acele ederlerdi. Allah yolunda cihada rağbet etmediler. Bu tabirde onları suçlama ve tahkir vardır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
İstidrak harfi لٰكِنْ ’in dahil olduğu وَلٰكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُ cümlesi istînâfa matuftur. Mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yine istînâfa matuf وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ cümlesi, istikbal harfi ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
حلف fiili Kur’an-ı Kerim’de 13 yerde geçmiş ve hepsinde de bozulan yeminler için kullanılmıştır. Çoğunlukla bu ayette olduğu gibi münafıklara isnat edilmiştir. Her zaman yalan yere yemin anlamında kullanılmıştır. (Dr. Ayşe Abdurrahman bintu’ş Şâtî, İ’câzu’l Beyânî li’l Kur’an, s. 221)
قَر۪يباً - بَعُدَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
عَرَضاً “Sana arz edilen dünya menfaati” demektir. Ayet, “Çağrıldıkları şey kolayca elde edilecek bir ganimet olsaydı...” anlamındadır. سَفَراً قَاصِداً yani orta yollu, yakın bir sefer olsaydı. الشُّقَّةُ zor ve çetin mesafe demektir. (Keşşâf)
Araz kelimesi, sana sunulan dünya menfaatleri anlamına gelir. Nitekim Arapçada, “Dünya, kendisinden iyinin ve kötünün yemiş olduğu hazır bir metadır, arazdır.” denir. Zeccâc şöyle demektedir: “Ayette, takdiri şöyle olan bir hazif bulunmaktadır: ‘Şayet kendisine davet olundukları şey orta bir sefer olsaydı.’ Böylece önce geçmiş olan ifade kendisine delalet ettiği için كَانَ fiilinin ismi hazfedilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْۚ يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ
Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mukadder kasemin cevabıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.
اسْتَطَعْنَا, müspet mazi fiil sıygasında şart fiilidir. Rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi de mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
“Resulüm, bu sefere katılmayanlar, Sen seferden dönünce özür beyan edecek ve
‘Eğer imkânlarımız ve sağlığımız el verseydi, mutlaka sizinle beraber bu sefere çıkardık!’ diye Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir.” Bu ayet-i kerime, onların böyle yemin edeceklerini önceden haber vermekle mucize kabilindendir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ sözünün delaletiyle bu cümle, mekulü’l-kavl konumundadır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin Zemahşerî tarafından, سَيَحْلِفُونَ fiilinin failinden hal veya bedel olduğu da söylenmiştir. Âşûr hal cümlesi olduğu görüşündedir.
يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْۚ (Onlar, kendilerini helak ediyorlar.) Çünkü yalan yemin, nefsi helak etmektir. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
واللَّهُ يَعْلَمُ إنَّهم لَكاذِبُونَ; Hal cümlesidir. Allah Teâlâ onların yalan söylediklerini bildiğinden bunu Resulü’ne bildirecek ve onların yalanları kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bilakis onlar, Allah adına yalan yere yemin etmeleri sebebiyle helaka uğrayacaklardır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna ve müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde (hayal gücünde) canlanır ve anlaşılması kolaylaşır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle nasb mahallinde يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ, onların, muktedir olmadıkları iddiasında yalancı olduklarını, onların bu sefere çıkmaya muktedir oldukları halde mazeretsiz çıkmadıklarını biliyor. (Ebüssuûd)