وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara sorsan |
|
3 | لَيَقُولُنَّ | derler ki |
|
4 | إِنَّمَا | sadece |
|
5 | كُنَّا | biz |
|
6 | نَخُوضُ | lafa dalmıştık |
|
7 | وَنَلْعَبُ | ve şakalaşıyorduk |
|
8 | قُلْ | de ki |
|
9 | أَبِاللَّهِ | Allah ile mi? |
|
10 | وَايَاتِهِ | ve O’nun ayetleriyle |
|
11 | وَرَسُولِهِ | ve O’nun Elçisi ile |
|
12 | كُنْتُمْ | siz |
|
13 | تَسْتَهْزِئُونَ | alay ediyordunuz |
|
Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.
(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
سَاَلْتَهُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İkinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Takdiri; عن استهزائهم بك şeklindedir.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir. يَقُولُنَّ fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; ‘men eden, alıkoyan’ anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.
اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Mekulü’l-kavli, كُنَّا نَخُوضُ ’dur. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُنَّا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir. نَخُوضُ fiili, كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen merfûdur.
نَخُوضُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
نَلْعَبُ fiili atıf harfi وَ ’la نَخُوضُ ’ye matuftur.
قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Hemze, istifham harfidir. بِاللّٰهِ car mecruru تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline müteallıktır.
اٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ kelimeleri atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Mekulü’l-kavli, كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُنْتُمْ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi هزأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. ...لَيَقُولَنَّ cümlesi kasemin cevabı yani muksemun aleyhtir. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının ve kasemin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَيَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli, kasr üslubuyla tekid edilmiş, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi onların bu işi tekrarlayarak devam ettiklerine işaret ederek gözümüzün önünde canlandırmıştır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
Kasrın اِنَّمَا ile yapılmasından muhatabın konunun cahili olmadığı anlaşılmaktadır. كان ’nin ismi ve haberi arasındaki kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani zikredilen mevsufta bu sıfattan başkasının olmamasıdır. Ama bu sıfat, mevsuftan başkalarında bulunur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Burada ise Allah Teâlâ, o münafıkların cevaplarının “Biz sadece lafa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk.” şeklinde olacağı haberin اِنَّمَا (yalnızca/sadece/ancak) tekid edatı ile tekid etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
نَلْعَبُۜ cümlesi كَان ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, meydan okuma ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mekulü’l-kavl, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِاللّٰهِ amili olan haber كان ’ye, siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
Burada kasr-ı tayin vardır. (Âşûr)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi onların bu işi tekrarlayarak devam ettiklerine işaret ederek gözümüzün önünde canlandırmıştır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
اٰيَاتِه۪ ve رَسُولِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ ve رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
نَلْعَبُ (oyun) - تَسْتَهْزِؤُ۫نَ (eğlence, alay) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Son cümle كُنْتُمْ kelimesinin delaletiyle alay etmeyi adet mi edindiniz? demektir.
“(Allah ile istihza mı ediyorsun?)” sözü ile (Allah ile mi istihza ediyorsun?) sözü arasında fark vardır: Birincisi, istihza işinin yadırganışını; ikincisi ise bu istihzanın Allah ile ilgili oluşunun yadırganışını ifade eder. Bu şu demektir: “Hadi diyelim ki sen, istihza ediyorsun? Ama nasıl oluyor da bu istihzayı Allah hakkında yapabiliyorsun?” (Fahreddin er-Râzî)