Tevbe Sûresi 87. Ayet

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  ...

Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَضُوا razı oldular ر ض و
2 بِأَنْ
3 يَكُونُوا olmaya ك و ن
4 مَعَ beraber
5 الْخَوَالِفِ geride kalan kadınlarla خ ل ف
6 وَطُبِعَ ve mühürlendi ط ب ع
7 عَلَىٰ üzeri
8 قُلُوبِهِمْ kalbleri ق ل ب
9 فَهُمْ artık onlar
10 لَا
11 يَفْقَهُونَ anlamazlar ف ق ه
 

Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmekte; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi istenmekte, ölenlerinin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlar için bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi emrolunmaktadır. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî vecîbelerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Âyette bu hususa işaret edildikten sonra yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini Hz. Peygamber’in cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resûl-i Ekrem bir müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere şöyle derdi:“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz ve sorulanlara şaşırmadan cevap verebilmesi için dua ediniz; zira şu anda o sorguya çekilmektedir” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69; krş. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). (Münafıkların malları ve evlâtlarının dünyada eziyet vesilesi kılındığını ve Allah’ın onların canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ettiğini belirten 85. âyetin açıklaması için 55. âyetin tefsirine bk.). 87. “Geride kalanlar” diye tercüme edilen havâlif kelimesi, Arap dilinde daha çok kadınları ifade etmek üzere kullanılır; fakat belirli bir işte kendisinden verim alınamayacak olanlar anlamına da gelir. Kelimenin yer aldığı bağlamda sadece kadınların değil, kadınlarla birlikte yaşlı erkekler, çocuklar, engelliler gibi savaşa katılamayacak kimselerin kastedildiği anlaşıldığından, meâlinde bu geniş anlam tercih edilmiştir. Bazı müfessirlere göre kadınlara benzetmek onların ağırına giden bir ifade olduğu için kelime bu anlamıyla kullanılmıştır. Öte yandan bu kelimenin, “karşı çıkanlar” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür (İbn Atıyye, III, 68; Râzî, XVI, 151, 156-157). Yine bu âyette geçen “kalpleri mühürlendi” ifadesinde edebî sanatlardan istiare türü kullanılmış olup, onların kalplerinin inkârcılık ve sapkınlıkla kaplanmış olduğunu, bu durumun da imanın ve hidayet ışığının girmesini engellediğini belirtmektedir (İbn Atıyye, III, 68; bu sonucun insanın irade hürriyeti açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/7). 

 

Kaynak :Kuran Yolu/ Diyanet tefsiri

 

فقه Feqahe : فِقْهٌ hazırda olan bir bilgi aracılığıyla hazırda olmayan/gâib bir bilgiye ulaşmaktır. İlim عِلمٌ sözcüğünden daha özel anlamlıdır. Ayrıca فِقْهٌ İslam hukunun hükümlerini yani şer’i ilimleri bilmektir. فَقِهَ fiili anlayış sahibi, bilgili oldu ve kavradı demektir. Tefe’ul babındaki تَفَقَّهَ fiili ise mutlak anlamda bir şeyin bilgisine sahip olmayı talep edip bunun peşine düştü ve kendini yalnızca buna verdi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil türeviyle toplam 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fıkıh ve fakihtir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

طبع Tabea : طَبْعٌ bir nesneyi belli bir suret vererek şekillendirmek/damgalamaktır. خاتَمٌ ve طابَعٌ damga/mühür demektir. Mizac anlamına gelen tabiat sözcüğü طَبِيعَةٌ bu kök anlam çerçevesinde düşünülmüştür. Çünkü bu genel olarak yaratılıştan dolayı ya da bazen sonradan edinilen bir âdetin/alışkanlığın sonucunda nefse belirli bir sûretin nakşedilmesi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de tek türev olarak 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tab (etmek), matbu, matbaa, tabii, tabiat (mizac) ve intibadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

 

 Fiil cümlesidir.  رَضُوا  mahzuf  ي  harfinin mukadder dammesiyle mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceri ile birlikte  رَضُوا  fiiline müteallıktır.  يَكُونُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir.

Zamir olan çoğul  و ’ı  يَكُونُوا ’nun ismi olup mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır.  الْخَوَالِفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir.  طُبِـعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَفْقَهُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

 

 Ta’lil manasındaki ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâlî ittisâl olan istînâfiyyedir.

Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi  اَنْ ’in dahil olduğu mecrur mahaldeki  اَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  cümlesi, masdar tevilinde olup  بِ  harfiyle birlikte  رَضُوا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَ الْخَوَالِفِ, mahzuf habere müteallıktır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  ibaresi hayranlık verici bir istiaredir.  Çünkü buradaki  الْخَوَالِفِ den maksat, erkekler savaşa gittikten sonra oymağın meskenlerinde geride kalan kadınlardır. Kabilenin kurulmuş çadırlarının arkasındaki direkler demek olan  الْخَوَالِفِ’e -ki tekil  خَلِف ’dir- benzetilerek kadınlara “çadırın arka direkleri (الْخَوَالِفِ)” adı verilmiştir. (Yüce Allah), kadınları evlerinden ayrılmadıkları için çadırların (daima sabit kalan) arkalarındaki direklere benzetmiştir. Ayrıca  الْخَوَالِفِ ’in “evlerin köşeleri” olduğu da söylenmiştir ki (iki görüş de) aynı anlama çıkar. Allah Teâlâ’nın  رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  sözü ile evlerin direkleri olan gerçek  الْخَوَالِفِ ’in kastedilmiş olması da caizdir. Yani “ev ve çadırlarında oturup onların direk ve kazıkları gibi olmaya razı oldular” demektir.  الْخَوَالِفِ  kelimesinin, yaşlılar, kadınlar, özürlüler ve çocuklar gibi “arkada kalan (halife) bölük/kesim” ifadesinin çoğulu olarak “savaşa katılmayıp geride kalan topluluk” anlamında olması da caizdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 

الْخَوَالِفِ  kelimesi kadınlardan kinayedir. Yani münafıklar, harpte savaşmaktan korkarak, kadınlarla beraber kalmaya, evde oturup çocuklara bakmaya razı oldular. Bu ifadede münafıkların çirkin davranışlarının zemmedilmesi gayesi vardır. (Sâbûnî) 

Geride kalanlar ile muhalefet edenler kelimeleri aynı kökten türemiştir. Yani Resul’e (s.a.) itiraz edenler aynı zamanda geride kalanlardır.

وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  fiil cümlesi aynı üslupta gelerek, istînâfa atfedilmiştir. Bu cümlede

istiare-i tasrîhiyye vardır. Çünkü kalplere gerçek anlamda mühürleme mümkün olmaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmedikleri, cihat çağrısına uymadıkları için on­ların kalpleri kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girmesinin mümkün olmadığı, mühürlenmiş bir kaba benzetilmiştir. Allah Teâlâ, istiare-i tasrîhiyye yoluyla  طُبِـعَ  kelimesini müstear olarak kullanmıştır. 

وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ (Kalplerine mühür vuruldu.) ibaresinde kalpler mühürlü bir kaba benzetilmiştir. Hidayet onun içine sızmaz. Yani istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

طُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Kalp, hidayetin içine konulacağı, mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara Suresi 7. ayetteki  ختم اللهغلى قلةبهم  ifadesine  benzemekle beraber bu fiilde mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise  ختم  fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

İlk itiraz ile birlikte kalp mühürlenir ve mühürlenince de artık akletme olmaz. İlk sinyal, ilk emir kalpten çıkar, sonra beyne, sonra azalara gider, o ilk sinyal çok önemlidir.

Makabline matuf olan  فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi ise isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)