لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَٰكِنِ | fakat |
|
2 | الرَّسُولُ | Elçi |
|
3 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
4 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
5 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
6 | جَاهَدُوا | cihadettiler |
|
7 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallarıyla |
|
8 | وَأَنْفُسِهِمْ | ve canlarıyla |
|
9 | وَأُولَٰئِكَ | işte |
|
10 | لَهُمُ | onlarındır |
|
11 | الْخَيْرَاتُ | bütün hayırlar |
|
12 | وَأُولَٰئِكَ | ve işte |
|
13 | هُمُ | onlardır |
|
14 | الْمُفْلِحُونَ | başarıya erenler |
|
Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmekte; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi istenmekte, ölenlerinin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlar için bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi emrolunmaktadır. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî vecîbelerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Âyette bu hususa işaret edildikten sonra yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini Hz. Peygamber’in cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resûl-i Ekrem bir müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere şöyle derdi:“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz ve sorulanlara şaşırmadan cevap verebilmesi için dua ediniz; zira şu anda o sorguya çekilmektedir” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69; krş. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). (Münafıkların malları ve evlâtlarının dünyada eziyet vesilesi kılındığını ve Allah’ın onların canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ettiğini belirten 85. âyetin açıklaması için 55. âyetin tefsirine bk.). 87. “Geride kalanlar” diye tercüme edilen havâlif kelimesi, Arap dilinde daha çok kadınları ifade etmek üzere kullanılır; fakat belirli bir işte kendisinden verim alınamayacak olanlar anlamına da gelir. Kelimenin yer aldığı bağlamda sadece kadınların değil, kadınlarla birlikte yaşlı erkekler, çocuklar, engelliler gibi savaşa katılamayacak kimselerin kastedildiği anlaşıldığından, meâlinde bu geniş anlam tercih edilmiştir. Bazı müfessirlere göre kadınlara benzetmek onların ağırına giden bir ifade olduğu için kelime bu anlamıyla kullanılmıştır. Öte yandan bu kelimenin, “karşı çıkanlar” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür (İbn Atıyye, III, 68; Râzî, XVI, 151, 156-157). Yine bu âyette geçen “kalpleri mühürlendi” ifadesinde edebî sanatlardan istiare türü kullanılmış olup, onların kalplerinin inkârcılık ve sapkınlıkla kaplanmış olduğunu, bu durumun da imanın ve hidayet ışığının girmesini engellediğini belirtmektedir (İbn Atıyye, III, 68; bu sonucun insanın irade hürriyeti açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/7).
Kaynak :Kuran Yolu/ Diyanet tefsiri
لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ
لٰكِنِ istidrak harfidir. الرَّسُولُ mübteda olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, atıf harfi وَ ’la الرَّسُولُ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا مَعَهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَاهَدُوا cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِهِمْ atıf harfi وَ ’la بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur.
جَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَ istînâfiyyedir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَهُمُ الْخَيْرَاتُ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْخَيْرَاتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiridir. الْمُفْلِحُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُفْلِحُونَ ise haberidir. هُمُ الْمُفْلِحُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
الْمُفْلِحُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ
Cenab-ı Hakk'ın, bu ayete لٰكِنِ edatıyla başlamasının hikmeti de şudur: Münafıklar, savaşa katılmaktan geri dururlarsa o savaşa, onlardan daha hayırlı, niyet ve itikat bakımından daha samimi ve ihlaslı olanlar katılmışlardır demektir. (Fahreddin er- Râzî)
İstidrak harfinin dahil olduğu ayet istînâfiyyedir. Mübteda olan الرَّسُولُ ’ye matuf has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اٰمَنُوا مَعَهُ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Mübtedanın haberi olan جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ cümlesi de sebat, temekkün ve istikrara işaret eden mazi fiil cümlesidir. Müsnedin fiil cümlesi olması ayrıca hükmü takviye etmiştir.
وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَ ’la gelen cümle istînâfiyye veya istînâfa matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh, işaret ismiyle gelerek muhatabı ikaz etmiş, zikredilenler için tahkir ifade etmiş ve akıbeti bildirmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar]’ın kullanılması, onların fazilet derecesinin pek yüksek ve mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi konumundaki لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْخَيْرَاتُۘ muahhar mübtedadır.
Ayette geçen الْخَيْرَاتُ ’den maksat dünyadaki zafer ve ganimet ile ahiretteki cennet ve ikramlar demektir. Böylece onlar, her iki dünyada da hayırlar elde etmişler anlamında olur. Ya da buradaki الْخَيْرَاتُ [hayırlar ] dan kasıt, “cennetteki güzel hanımlar ve huriler” de olabilir. Çünkü Rahman Suresi 70. ayette: “Oralarda güzel huylu ve güzel yüzlü kadınlar vardır.” buyurulmuştur. Kurtuluşa erenler de işte bu grup insanlardır. Bu insanlar, sadece geçici zevklerle yetinmeyip ebedi olan isteklerine de ulaşan kişilerdir. (Ruhu’l Beyan)
Cümlenin ism-i işaretle gelmesi, onların cihat etmeleri sebebiyle felaha ve hayırlara layık olduklarını ifade etmek içindir. (Âşûr)
Son cümle وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ, makabline وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail الْمُفْلِحُونَ, istimrara delalet eder. Haberin harf-i tarifle marife olması, bu sıfatın mevsufta kemal derecede olduğuna işaret eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tazim ifade eder. Bahsi geçen kişilerin tekrarlanan işaret ismiyle gösterilmesi, onların cihat sebebiyle hakettikleri refahın ve mertebelerinin çok yüksek olduğunu belirtmek içindir.
İşaret isminde tecessüm sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
الَّذ۪ينَ - اُو۬لٰٓئِكَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْمُفْلِحُونَ ve الْخَيْرَاتُۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.