اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَعَدَّ | hazırlamıştır |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | لَهُمْ | onlar için |
|
4 | جَنَّاتٍ | cennetler |
|
5 | تَجْرِي | akan |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
8 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
9 | خَالِدِينَ | ebedi kalacakları |
|
10 | فِيهَا | içlerinde |
|
11 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
12 | الْفَوْزُ | başarı |
|
13 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmekte; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi istenmekte, ölenlerinin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlar için bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi emrolunmaktadır. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî vecîbelerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Âyette bu hususa işaret edildikten sonra yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini Hz. Peygamber’in cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resûl-i Ekrem bir müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere şöyle derdi:“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz ve sorulanlara şaşırmadan cevap verebilmesi için dua ediniz; zira şu anda o sorguya çekilmektedir” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69; krş. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). (Münafıkların malları ve evlâtlarının dünyada eziyet vesilesi kılındığını ve Allah’ın onların canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ettiğini belirten 85. âyetin açıklaması için 55. âyetin tefsirine bk.). 87. “Geride kalanlar” diye tercüme edilen havâlif kelimesi, Arap dilinde daha çok kadınları ifade etmek üzere kullanılır; fakat belirli bir işte kendisinden verim alınamayacak olanlar anlamına da gelir. Kelimenin yer aldığı bağlamda sadece kadınların değil, kadınlarla birlikte yaşlı erkekler, çocuklar, engelliler gibi savaşa katılamayacak kimselerin kastedildiği anlaşıldığından, meâlinde bu geniş anlam tercih edilmiştir. Bazı müfessirlere göre kadınlara benzetmek onların ağırına giden bir ifade olduğu için kelime bu anlamıyla kullanılmıştır. Öte yandan bu kelimenin, “karşı çıkanlar” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür (İbn Atıyye, III, 68; Râzî, XVI, 151, 156-157). Yine bu âyette geçen “kalpleri mühürlendi” ifadesinde edebî sanatlardan istiare türü kullanılmış olup, onların kalplerinin inkârcılık ve sapkınlıkla kaplanmış olduğunu, bu durumun da imanın ve hidayet ışığının girmesini engellediğini belirtmektedir (İbn Atıyye, III, 68; bu sonucun insanın irade hürriyeti açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/7).
Kaynak :Kuran Yolu/ Diyanet tefsiri
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
Fiil cümlesidir. اَعَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. جَنَّاتٍ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, من تحت أشجارها (ağaçlarının altından) şeklindedir.
الْاَنْهَارُ kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir.
خَالِد۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ ise الْفَوْزُ kelimesinin sıfatıdır.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesinden kaynaklanan felahla ilgili sualin cevabı olarak gelen ayet, beyânî istînâftır. (Âşûr) Fasıl sebebi şibhi kemâl-i ittisâl olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ve ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrara işaret eden تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
خَالِد۪ينَ ise haldir. Hal ıtnâb babındandır.
“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)
اَعَدَّ اللّٰهُ [Allah hazırladı] ibaresinde de bu kişiler için tazim vardır. Hani misafire ikram ettiğimiz şeyler için “ellerimle yaptım” dememiz gibidir.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ism-i ذٰلِكَ ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder.
Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek yanında tahsis ifade etmiştir. Haberin sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir.
Uzak için kullanılan ve önceki ayetteki hayra ve felaha işaret eden ذٰلِكَ, bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır.
الْعَظ۪يمُ, müsned olan الْفَوْزُ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani ذٰلِكَ kullanılmıştır. (Safvetu't Tefasir)