Tevbe Sûresi 95. Ayet

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...

Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin edeceklerdir. Artık onların peşini bırakın. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَيَحْلِفُونَ yemin edecekler ح ل ف
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 لَكُمْ siz
4 إِذَا zaman
5 انْقَلَبْتُمْ yanlarına geldiğiniz ق ل ب
6 إِلَيْهِمْ onların
7 لِتُعْرِضُوا vazgeçmeniz için ع ر ض
8 عَنْهُمْ kendilerinden
9 فَأَعْرِضُوا vazgeçin ع ر ض
10 عَنْهُمْ onlardan
11 إِنَّهُمْ çünkü onlar
12 رِجْسٌ murdardır ر ج س
13 وَمَأْوَاهُمْ ve varacakları yer ا و ي
14 جَهَنَّمُ cehennemdir
15 جَزَاءً cezası olarak ج ز ي
16 بِمَا şeylerin
17 كَانُوا ك و ن
18 يَكْسِبُونَ kazandıkları ك س ب
 

“Bedevîler” diye çevirdiğimiz “el-a‘râb” kelimesi, çölde yaşayan, su ve otlak bulmak için göç eden toplulukları ifade eder. Kur’an’ın bu kesime özel bir vurgu yapmasının sebepleri arasında, Arap yarımadasındaki nüfusun önemli bir kısmının göçebe veya yarı göçebe topluluklardan oluşması ve İslâmiyet’in burada yayılıp tutunabilmesi için onların bu birliğe dahil edilmesi zaruretinin bulunması zikredilebilir. Bunun yanında, yerleşik bir toplumsal düzen içinde yaşamanın icaplarını yerine getirmeye fazla yatkın olmayan bu kimselerin inkârcılık ve nifak yolunu tuttuklarında da haşin tabiatlarına uygun bir tutum ortaya koyduklarına, dolayısıyla dinin getirdiği sınırlara riayet etme konusunda sorun çıkarmaya daha müsait tipler olduklarına değinilmiştir. Kur’an şehirlibedevî ayırımı yapmadığına göre, Kur’an’ın bu kesimle ilgilenmesini, onları da eğitip ıslah etmeyi hedeflediği şeklinde açıklamak uygun olur. Nitekim 97. âyette bedevîlerin inkârcılık ve nifakta ileri gittikleri genel bir biçimde belirtildiği halde 99. âyette onlar arasında da imanında ve davranışlarında samimi olanların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. 120.âyette de yürekten inanmış kimselerle yakın temas halinde olan bedevîler hakkında olumlu ifadeler kullanılmış, böylece hem 97. âyetteki ifadenin kapsamı sınırlandırılmış hem de anılan ıslah hedefinin kuru bir hayal olmadığına işaret edilmiştir. Resûlullah Tebük Seferi’yle ilgili hazırlıkları başlattığında, Müslümanlığı kabul etmiş bedevî toplulukların bazıları bu sefere katılmaya karar vermekle beraber, diğerleri ya geride bırakacakları kabile bireylerinin savunmasız kalacağını ileri sürerek veya böylesine meşakkatli bir yolculuğun kendilerine fazla bir çıkar sağlamayacağını düşündükleri için bahaneler uydurarak seferberlik çağrısına icâbet edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Allah ve peygamberine sadakat gösterme sözünden cayanlar ise Medine’ye gelip özür beyan etme ihtiyacı bile duymamışlar, oldukları yerde oturup kalmışlardı (90. âyetteki özür beyan edenlerle ilgili kelimenin farklı okunuşları ve Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak, bununla gerçek mazeret sahiplerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; bk. Taberî, X, 209-211; Şevkânî, II, 445-446). 90. âyette oturup kalan kesim hakkında kullanılan ifade “Allah ve resulüne yalan söyleyenler” şeklinde çevrilmiş olup buna başka bir kıraate dayanarak” Allah ve resulünü yalanlayanlar” şeklinde de mâna verilmiştir. 91. âyette güçsüz, yaşlı, engelli, hasta, maddî imkânları yetersiz kimselerin savaşa katılmamaktan ötürü sorumlu olmayacakları bildirilmiş fakat bu husus Allah ve resulüne sadık kalmaları, o yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat, fitne ve bozgunculuk etmeden, yalan haberler yaymadan durmaları, imkân nisbetinde de savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır. Burada anılan kişiler için tanınan muafiyet savaşa katılma yasağı anlamında değildir; kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katılıp münasip hizmetlerde görevlendirilebilirler (Râzî, XVI, 160; bazı müfessirler âyetteki şart cümlesini, “gizli veya açık söz ve niyetleriyle” şeklinde açıklamışlardır, İbn Atıyye, III, 70). 92. âyette, Tebük Savaşı’na katılmak isteyen fakat maddî durumları yetersiz olan bazı sahâbîlerin Hz. Peygamber’den binek talep etmelerine, bunun mümkün olmadığı açıklanınca da üzüntülerinden göz yaşları için de dönüp gitmelerine işaret olunmaktadır (nüzûl sebebi ile ilgili farklı rivayetler için bk. Taberî, X, 212-213). 93. âyette bu gibi kimselerin vebal altında olmayacaklarını belirtmek üzere, varlıklı oldukları halde savaşa katılmamak için izin isteyenlerin sorumlu olacağı ifade edilmiştir. O dönemde savaş teçhizatı daha çok bizzat savaşa katılan bireyler tarafından karşılandığı için, varlıklı olma unsuru ön plana çıkarılmıştır; fakat asıl maksat genel olarak savaşa katılma imkânının bulunmasıdır. Nitekim daha önceki âyetlerde sadece maddî imkânsızlıktan ötürü değil, can korkusu, havaların çok sıcak olması gibi sebeplerle özür bahane edenler de kınanmıştır (93. âyetteki “geride kalanlar” ve “Allah da onların kalplerini mühürledi” ifadelerinin açıklaması için 87. âyetin tefsirine bk.). 95. âyetteki “tiksinilecek kimseler” şeklinde tercüme edilen rics kelimesinin sözlük anlamı “pis ve kirli”dir. Âyette ise, söz konusu kimselerin bile bile yalan söyleyip üstelik bir de yemin ettiklerine, dünyevî çıkarlar uğruna bütün ahlâkî değerleri feda edebilecek bayağılık içinde olduklarına, yani iç dünyalarındaki kirliliğe gönderme yapmak amaçlanmıştır. Maddî anlamdaki kir ve pisliğe karşı önlem alınmadığında çevresindekilere bulaşma tehlikesi bulunduğuna göre, ruhî anlamdaki kirliliğe karşı dikkatli olmak öncelikle gereklidir; bu yüzden âyette onlarla sıkı ilişki içinde bulunmanın doğru olmadığı ifade edilmiştir (Râzî, XVI, 164). Meâlde de kelimenin sözlük anlamıyla beraber anılan yorum dikkate alınmaya çalışılmıştır. 

 

Kaynak :(Kur’an Yolu )Diyanet tefsiri 

 
حلف Halefe : حِلْفٌ insanlar arasındaki ahid, sözleşme ya da ittifaktır. حَلِفٌ sözcüğü ise insanların birbirinden sözün doğruluğuna dair aldıkları yemindir. Daha sonra her tür yemin de bu kelimeyle ifade edilir olmuştur. حَلاَّفٌ kelimesi çokça yemin eden anlamındadır. حلف kelimesi Kuran ı Kerim de geçtiği yerlerin tamamında istisnasız olarak yalan yere yemin etmek anlamında kullanılmıştır. Çoğunlukla fiil münafıklara isnad edilerek gelmiştir. Kuranin apaçık uslubunu gözönüne alarak, القسم’i الحلف ile tefsir etmemiz kesinlikle uygun olmaz. Kuran’ın bu iki kelimeyi kullanımı, aradaki ince farkı gözler önüne sermektedir. Her ne kadar sadakatle söylenen her yemin için – hakiki yada vehmi- القسم’dir diyemesekte, yalan yere söylenen yemin kesin olarak الحلف’dir, zira Kuran’ın beliğ uslubunda gördüğüm üzere القسم mutlak olan umumi mana için kullanılırken, الحلف yalan yere yemine mahsustur (Müfredat – Ayse Abdurrahman) Kuran’ı Kerim’de 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hılf (ul fudûl) (faziletlilerin yemin anlaşması)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  سَيَحْلِفُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. 

سَيَحْلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.  لَكُمْ   car mecruru  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

انْقَلَبْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

انْقَلَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْهِمْ  car mecruru   انْقَلَبْتُمْ  fiiline müteallıktır.

لِ  harfi,  تُعْرِضُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.

تُعْرِضُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  تُعْرِضُوا  fiiline müteallıktır.

انْقَلَبْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 


 فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ

 

 فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن حلفوا لكم... فأعرضوا  şeklindedir.

اَعْرِضُوا   fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  اَعْرِضُوا  fiiline müteallıktır.

اَعْرِضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 


اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  رِجْسٌۘ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  مَأْوٰيهُمْ  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَهَنَّمُ  haber olup gayri munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

جَزَٓاءً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi, Mef’ulün min eclihi veya Mef’ûlün leh de denir. Mef’ulün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  جَزَٓاءً ’e müteallıktır.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَكْسِبُونَ۟  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَكْسِبُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ 

 

 Fasılla gelen ayet, beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ  cümlesi, istikbal harfi ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Bu fiil pekiştirme ifade eden  سَ  harfiyle birlikte gelerek tekitli olarak ifade edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Şart manasından mücerret, zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin durumlarda gelen zaman zarfıyla gelmiş mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتُعْرِضُوا  cümlesi, mecrur mahalde  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حْلِفُ  fiili Kur’an’da 13 kere geçmiş ve istisnasız hepsinde de bozulan yemin için kullanılmıştır. (Dr. Ayşe Abdurrahman bintü’ş Şâtî, İ’câzü’l Beyânî li’l Kur’an, s. 221)


فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ 

 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle, öncesinin delaletiyle hazfedilen şartın cevabıdır. Takdiri,  إن حلفوا لكم [Eğer size yalan yemin ederlerse…] olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ  ifadesi münafıkların Müslümanlardan kendilerini kınamamalarını istemesi ile ilgili iken aynı kelime, aynı harf-i cer ve zamirle fakat kelimenin hangi anlamda olduğu ile ilgili bir açıklama yapılmaksızın onların kastetmedikleri anlamda, Müslümanlara  اَعْرِضُوا عَنْهُمْ  emri ile gelmiştir. (Âşûr)

Bazı müfessirler el-ḳavlu bi’l-mûcib sanatındaki anlamı taşıdığı için diyalog içerisinde geçen ifadeleri de bu sanata dahil etmişlerdir.

تُعْرِضُوا  – اَعْرِضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ

 

Allah bu ayette, Hz. Peygamber (s.a.) ve müminlerin durumunu gözeterek ve zihinlerindeki “Ne için?” sorusunu dikkate alarak münafıkların durumunu açıklarken tekid edatı kullandığından bu haber talebî haber olmuştur. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili) 

Yüz çevirmenin ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Tezâyüfle makabline atfedilen  وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۚ, mübteda ve haberden müteşekkil olup sübut ifade eder. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, veciz ifade kastının yanında tahkir içindir.

Ehl-i meâni de şöyle demiştir: Onlardan yüz çevirmenin vacip olmasının sebebini zikrederek “Çünkü onlar murdardır.” buyurdu. Bu, “Zira onların içlerindeki pislik ve necaset, ruhani bir pisliktir, maddi pisliklerden kaçınıldığına göre manevi pisliklerin  insana sirayet etmesinden kaçınmak ve insanın tabiatının o tür amellere meyletmesinden sakınmak için onlardan uzaklaşmak öncelikle gerekli olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Âşûr da  رِجْسٌۘ  için manevi pislik olduğunu belirtir.

مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ  ifadesinde geçen  مَأْوٰي  aslında barınılacak, korunulacak, ikramlanacak yerdir. Ayette cehennemin onların me’vası olduğunu söylemekle; aynı “cehennemle müjdele“ cümlesinde olduğu gibi tehekküm ve alay üslubu ile uyarma söz konusudur.


جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

جَزَٓاءً  mef’ûlün lieclih olarak mahsubtur. Veya mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri;,  يجزون  (cezalandırılırlar) şeklindedir.  جَهَنَّمُۚ  ,جَزَٓاءً ’den haldir. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi, masdar tevilinde  بِ  harfi ile birlikte  جَزَٓاءً ’e müteallıktır. 

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)