Tin Sûresi 6. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ  ...

Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا yalnız hariç
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 فَلَهُمْ onlar için vardır
7 أَجْرٌ bir mükafat ا ج ر
8 غَيْرُ olmayan غ ي ر
9 مَمْنُونٍ kesintisi م ن ن
 
“Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirdik” ifadesini müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) İnsanın aşağıların aşağısına indirilmesi, onun bedensel ve zihinsel gelişmesini tamamladıktan sonra fizyolojik ve psikolojik olarak gerilemeye başlaması; algı, hâfıza ve düşünme kapasitesinin ve fonksiyonlarının gittikçe zayıflamasıdır. Nitekim başka âyet-i kerîmelerde bazı insanların güçlendikten sonra “erzel-i ömür” denilen ömrün en zayıf ve sıkıntılı çağına eriştirileceği ifade buyurulmuştur (bk. Hac 22/5). Yaşlanma, müminler için de inkârcılar için de geçerli olan kaçınılmaz bir durumdur. Buna göre 6. âyet, inanıp iyi işler yapan yaşlı kimselerin, itaatlerinden dolayı kesintisiz ödül alacaklarını, bedenen ve zihnen gerileseler bile mânen ilerleyeceklerini ifade eder. b) Bu ifade, yaratılış amacına uygun hareket etmeyip ahlâkî değerleri hiçe sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın şükrünü yerine getirmeyenlerin cehenneme indirileceğini gösterir. Bize göre “Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirdik” ifadesiyle şu gerçek ortaya konmaktadır: İman etmeyen ve sâlih amel (iyi, erdemli, dünya ve âhiret için yararlı işler) yapmayan kimseler, Allah Teâlâ’nın insana verdiği, onu yaratılmışların en mükemmeli kılabilecek imkânları verimli ve doğru bir şekilde kullanmadıkları veya kötüye kullanmış oldukları için, hayatın başlangıç noktasından ileriye doğru gitmek, kesintisiz gelişme ve ecir alma imkânından yararlanmak yerine geriye, insandan geri canlılar âlemine doğru gitmiş, alçalmış olacaklardır.
 

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

 

اِلَّا  istisna edatıdır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ

 

فَ  zaiddir. İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. غَيْرُ  kelimesi  اَجْرٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. مَمْنُونٍۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَمْنُونٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  منن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ

 

Ayet, önceki ayetteki istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan  ٱلَّذِینَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müstesnanın ism-i mevsûlle ifade edilmesi, tazim ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Aynı üslubta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Buradaki  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Mevsûfun hazfi icâz-ı hazif sanatıdır.  

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen  لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ  cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  فَ  harfi zaidtir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَجْرٌ  muahhar mübtedadır. Takdim ihtimam içindir.

Müsnedün ileyh olan  اَجْرٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev içindir. (Âşûr)   

غَيْرُ مَمْنُونٍۜ  izafeti  اَجْرٌ ’un sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  مَمْنُونٍ۟ ‘daki tenvin kesret ve  غَيْرُ  ile birlikte umum ifade eder.

مَمْنُونٍۜ ‘in ism-i mef’ûl vezninde  gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ  ifadesinin başına  فَ  getirilmesinin sebebi,  لكن  anlamında olan  اِلَّا  ile başlayan cümlenin şart manası ifade etmesinden dolayıdır. Buna göre şöyle denmiş olmaktadır: Allah Teâlâ onların biçimlerini cehennemde değiştirmeyecektir. Çünkü onlar cennetle mükâfatlandırılırlar. (Rûhu’l Beyân) 

Buradaki  غَيْرُ مَمْنُونٍ  ifadesi, ‘bitmez tükenmez, ardı arkası kesilmez’ demektir. 

Keşşâf sahibi, buradaki müstesnanın, müstesna-i munkatı olduğunu söylerlerken, Ekseri alimler bu ayetteki mananın, "Onlardan tövbe edenler müstesna..." şeklinde yani müstesna-i muttasıl olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar şöyle derler: "Her ne kadar bunlar şu anda kafir iseler de, her ne zaman tövbe ve iman edip, salih amellere dönerlerse, yine bunlar için de o ecir, yani büyük mükafat vardır" (Dolayısıyla bu, müstesna-i muttasıldır). (Fahreddin er-Râzî) 

Ayetteki bu istisna, önceki ayetle ilgili birinci görüşe göre, istisna-i munkatı’ olup, mana "Fakat salih-mümin ihtiyarlara gelince, bunların eskiden taatlarına devam etmelerinden ve Allah Teâlânın kendilerini ihtiyarlık ve yaşlılıkla denemesine, güçlüklere, ibadetleri yerine getirmeye ve artık ellerinden tutulur olmadıklarına karşı, sabredip-göğüs germelerinden ötürü, kendileri için sürekli bir mükafat vardır" şeklinde olur.

İkinci görüşe göre ise, bu istisna, istisna-i muttasıl olur. Ayetteki, "Onlar için kesilmez bir mükafat vardır" ifadesiyle ilgili, şu iki görüş ileri sürülmüştür.

1) Onlar için, noksansız ve kesintisiz bir mükafat vardır.

2) Başlarına kakılmayan bir mükafat vardır. Bil ki bütün bunlar, mükafatın (اَجْرٌ) sıfatıdır. Çünkü mükafatın kesintisiz olması ve başa kakılmak suretiyle boğaza takılmaması, insanı pişman etmemesi gerekir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayet, insanın genelinin esfeli safiline döndürüldüğü belirtildiği manasında istisna-i muttasıldır. İman edenlerin geneli isitisna edilerek müminlerin dışında olanlar esfeli safilinde kalmış oldu. Bu munkatı’ istisna değildir. Çünkü  فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ  ayetindeki  فَ ’nin varlığı bunu reddeder. (Âşûr)