Beyyine Sûresi 7. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ  ...

Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 أُولَٰئِكَ işte
7 هُمْ onlar
8 خَيْرُ en hayırlısıdır خ ي ر
9 الْبَرِيَّةِ yaratılmışların ب ر ا
 
Bu sûrenin indiği Medine ve çevresindeki yahudiler ve hıristiyanlar, son peygamber Hz. Muhammed’in risâleti hakkında bilgi sahibi oldukları halde, o hak peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ettikleri; putperestler ise ayrıca bir olan Allah’a ortak koştukları için halkın en kötüsü olarak nitelendirilmişlerdir. Onlara ibadet etmeleri ve namaz kılıp zekât vermelerinin emredilmesi İslâm dinini kabul etmeye çağrıldıklarını ifade eder. Sonuç olarak, inkârcılar yeryüzünün en kötüleri olarak uhrevî cezayı, inanıp iyi işler yapanlar ise yeryüzünün en iyileri olarak uhrevî mutluluğu hak etmişlerdir. Bu ikincilerin kavuşacakları en büyük mutluluk ise yüce Allah’ın rızasına nâil olmalarıdır. Zira bir hadîs-i kudsîde belirtildiği üzere onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan aklının tasavvur edemeyeceği derecede güzel bir ödül hazırlanmıştır (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312). Bundan dolayı 8. âyette onların da Allah’a karşı hoşnutluk ve memnuniyet hissiyle dolacakları bildirilmektedir. Sûrenin sonunda bütün bu nimet ve lütufların, müminin yüce rabbine karşı duyduğu derin saygı ve korkunun sonucu olduğu ifade edilmiştir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 665-666
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَمِلُوا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  الصَّالِحَاتِۙ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır.

Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

صَّالِحَاتِۙ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ


اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمْ  fasıl zamiridir. خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْبَرِيَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

خَيْرُ   ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ


Müstenefe cümlesi olarak fasılla gelen ayet,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi,  olan has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki aynı formda gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ  cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle, kasr ifade eden fasıl zamiriyle tekid edilmiştir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek ve tenbih içindir.

İşaret ismi mübtedadır.  هُمْ , fasıl zamiri  خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ  haberdir. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ  izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)

Fasıl zamiri, sebebiyle oluşan kasrda (Âşûr),  اُو۬لٰٓئِكَ  maksûr/mevsûf,  خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır.Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Yaratıkların en hayırlısı oldukları kesin bir dille bildirilmiştir.

Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat, zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını  ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir.  هم  zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için, îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰمَنُوا  - كَفَرُوا  ve  شَرُّ - خَيْرُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الْبَرِيَّةِۜ , هُمْ , اُو۬لٰٓئِكَ , الَّذ۪ينَ , اِنَّ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْـكِتَابِ [Ehl-i kitaptan kâfir olanlar var ya]  ile  اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ [İman edip salih amel işleyenler var ya]  arasında mukabele sanatı vardır. Bu mukabele, itaatkârların nimeti ile is­yankârların azabı arasındadır. (Safvetü’t Tefâsir)

Salih amel işleyenler cümlesinde, hem ”salih amel" hem de ”işleyen" kelimelerinin çoğul oluşu, bir kişinin bütün salih amelleri işlemekle mükellef olmadığına delalet etmektedir. Aksine, her ferdin salih amelden bir payı vardır. Zenginin payı vermek, fakirin payı almak, sabretmek ve kanaat etmektir. İşte onlar şeref, fazilet, iman ve taatin zirvesi ile nitelenen yaratıkların en hayırlılarıdırlar. Bu , insanın melekten daha üstün olduğuna delil gösterilmiştir. Çünkü inananlardan maksat, insanlardır. Yaratık kelimesi, meleklere ve cinlere de şamildir. (Rûhu’l Beyân)