جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | جَزَاؤُهُمْ | onların mükafatı |
|
2 | عِنْدَ | katında |
|
3 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
4 | جَنَّاتُ | cennetleridir |
|
5 | عَدْنٍ | Adn |
|
6 | تَجْرِي | akan |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
9 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
10 | خَالِدِينَ | sürekli kalacakları |
|
11 | فِيهَا | içinde |
|
12 | أَبَدًا | ebedi |
|
13 | رَضِيَ | razı olmuştur |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
16 | وَرَضُوا | onlar da razı olmuşlardır |
|
17 | عَنْهُ | O’ndan |
|
18 | ذَٰلِكَ | bu |
|
19 | لِمَنْ | mahsustur |
|
20 | خَشِيَ | saygı gösterene |
|
21 | رَبَّهُ | Rabbine |
|
جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
İsim cümlesidir. جَزَٓاؤُ۬هُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı جَنَّاتُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَنَّاتُ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَجْر۪ي fiili جَنَّاتُ ‘ün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها.. أو قصورها (ağaçlarının veya saraylarının altından) şeklindedir.
الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. خَالِد۪ينَ amili mahzuf دخولها ‘nın hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ف۪يهَٓا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. اَبَداً zaman zarfı خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. خَالِد۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ
Fiil cümlesidir. Dua manasındadır. رَضِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَنْهُمْ car mecruru رَضِيَ fiiline mütealliktir. رَضُوا atıf harfi وَ ‘la رَضِيَ ‘ye matuftur.
رَضُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَنْهُۜ car mecruru رَضُوا fiiline mütealliktir.
ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
İsim cümlesidir. İşaret zamiri ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَشِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جَزَٓاؤُ۬هُمْ mübteda, جَنَّاتُ عَدْنٍ haberdir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَزَٓاؤُ۬هُمْ ’daki zamirin mahzuf haline müteallik olan mekan zarfı عِنْدَ , ihtimam için müsnede takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ رَبِّهِمْ izafetinde Rabb isminin muzâf olmasıyla هِمْ zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır. عِنْدَ ‘nin Rabb ismine muzâf olması tazim içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.
خَالِد۪ينَ , amili mahzuf olan haldir. Takdiri, دخولها (Oraya giriş) dır. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
خَالِد۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, car mecrur ف۪يهَا ’ya müteallak olmasını sağlamıştır.
اَبَداً zaman zarfı خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.
اَبَداًۜ - خَالِد۪ينَ ve الْاَنْهَارُ - تَجْر۪ي ve جَنَّاتُ - عَدْنٍ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Belâgat ilminde önemli bir kavram olarak kabul edilen mübalağa sanatını göz önüne alarak Beyzâvî ayeti şu şekilde tefsir etmektedir: Bu ifadede çeşitli mübalağalar vardır. Şöyle ki; övgünün başa alınması, kendilerine verilen ikramın vasıflandırıldıkları şeye mukabil olduğunu gösteren karşılığın zikredilmesi, bunun Rableri katından olmasına hükmedilmesi, cennet lafzının جَنَّاتُ şeklinde çoğul gelip izafetle ve nimetinin artması ile kayıtlanması ve (sonsuzluğun) اَبَداًۜ lafzının, خَالِد۪ينَ lafzı ile (ebedilikle) tekid edilmesi mübalağa içindir. Müfessirimizin burada mübalağa sanatına dair zikrettiği edebî inceliklerin hiçbirisi Keşşâf’ta yer almazken Ebüssuûd, tefsîrinde bu açıklamalar mevcuttur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Bu surede kâfirlerin cehennem ateşinde ebedî oluşları اَبَداًۜ kelimesi ile tekit edilmemiş olduğu halde müminlerin cennetlerde ebedî oluşları açıkça te'bid (devam ettirme) ile de tekid edilmiştir. Râzî Tefsiri’nde buna iki vecih söylemiştir: Birincisi: Rahmetin, öfkeden daha fazla olduğuna tembihtir. İkincisi: Cezalar, hadler, keffaretler birbirine girer. Fakat sevabın kısımları birbirine girmez. (Elmalılı)
Nehrin akışı, selin hareketi manasında müsteardır. Suyun hızı, yürüyen kişinin hızına benzetilmiştir. (Âşûr)
رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَرَضُوا عَنْهُۜ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekküne ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَضُوا - رَضِيَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ cümlesiyle, وَرَضُوا عَنْهُۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ورَضُوا عَنْهُ (Beyyine,8) sözündeki rızaya gelince bu, Allah'ın lütfundan isteyebileceklerinden fazlasını aldıkları (istedikleri) gerçeğinden kinayedir. (Âşûr)
ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ mübtedadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ , mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edileni tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Allah’ın rızasına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Mahzuf habere müteallik mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan خَشِيَ رَبَّهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رَبَّهُ izafetinde Rab isminin muzaf olmasıyla هِ zamirinin ait olduğu kişi şeref kazanmıştır.
رَبَّ - اللّٰهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah onlardan razı oldu. Bu da mükafatlarının artırılacağını gösteren yeni söz başıdır. Onlar da ondan razı oldular. Çünkü onları umdukları en yüksek dereceye çıkarmıştır. (Bu) yani zikredilen mükafat ve Allah’ın rızası Rabbinden korkan içindir. Çünkü Allah korkusu işin başıdır ve her hayrın sebebidir. (Beyzâvî)
İman edenlere vaad ve inkar edenlere tehdit ile ilgili yukarıda anlatılanlara gelen bir tezyildir. (Âşûr)
Verme ve mahrum bırakma sebebini, yani Cenab-ı Hak korkusu, sıladan anlaşılan manayla açıklanmıştır. (Âşûr)
O halde doğru olan, مَن خَشِيَ رَبَّهُ (Rabbinden korkanlardır) ifadesi müminler içindir. Ve lâm (لِ harfi ceri) mülkiyet içindir. Yani Rablerinden korkan mü'minlerin mükâfatı budur. (Âşûr)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
"İşte bu, Rablerinden korkanlar içindir.": Yani zikredilen mükâfat ve Allah'ın hoşnutluğu, Rablerinden korkanlar içindir. Zira Allah'ın şânını bilen âlimlerin özelliklerinden olan korku, bütün ilmî ve amelî kemallerin yegane sebebidir. Bu kemaller de, iki cihan saadetini kazandırmaktadır.
Burada, mâlik olmak ve terbiye anlamlarını ifade eden Rab unvanının zikredilmesi, korkunun illetini zımnen bildirmek ve Rabbin terbiyesine mağrur olmaktan sakındırmak içindir. (Ebüssuûd)