بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَاۙ
Kıyamet gününün ne kadar dehşet verici bir gün olduğu ve o sırada nelerin meydana geleceği anlatılarak insanların o gün için hazırlık yapmaları gerektiğine dikkat çekilmektedir. Başka âyetlerde anlatıldığı üzere kıyamet kopacağı gün sûrun birinci defa üflenmesiyle yerküresinde şiddetli sarsıntılar meydana gelecek ve dağlar yerlerinden kopup savrulacak, yeryüzünde yıkılmayan hiçbir şey kalmayacaktır (krş. Kehf 18/47; Tâhâ 20/101-107). Çünkü “kıyamet sarsıntısı gerçekten çok büyük bir olaydır” (Hac 22/1). 2. Âyette belirtilen “yerin ağırlıklarını dışarı atması” ile ne kastedildiği hususunda öne çıkan açıklamalar şunlardır: a) Kabirlerdeki ölülerin dirilip dışarı çıkması; b) Yer altındaki madenler, gazlar, ve lâvların dışarı çıkması. Müfessirler yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması olayının sûrun ikinci defa üflenmesiyle gerçekleşeceğini söylemişlerdir. Yerkürede meydana gelen bu dehşet verici olayları gören insan, “Ne oluyor buna!” diyerek korku ve şaşkınlığını ifade eder. Çünkü daha önce bu derecede şiddetli bir sarsıntı görülmemiştir.
“O gün yer, rabbinin ona vahyettiği şekilde bütün haberlerini anlatır.” meâlindeki 4-5. âyetler başlıca üç şekilde yorumlanmıştır: a) Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir (İbn Mâce, “Zühd”, 31). b) O gün Allah’ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları her şeyi açığa çıkarır. c) Yer, o büyük sarsıntıyla âdeta dünyanın son bulduğunu ve âhiretin geldiğini haber verir (Râzî, XXXII, 59). Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır. Âyetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu gerçeği göz önüne alarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamalarıdır.
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَاۙ
Fiil cümlesidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زُلْزِلَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. زُلْزِلَتِ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تِ te'nis alametidir. الْاَرْضُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. زِلْزَالَهَاۙ mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı 4.ayette gelmiştir.
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَاۙ
Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَاۙ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabı 4. ayetteki تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا cümlesidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
الْاَرْضُ kelimesi, زُلْزِلَتِ fiilinin naib-i failidir. زُلْزِلَتِ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
زِلْزَالَهَاۙ , fiilin mef’ûlu mutlakı olarak cümleyi tekid etmiştir.
زُلْزِلَتِ - زِلْزَالَهَا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زِلْزَالَهَا (Onun sarsıntısı) denilerek, sarsıntının yere nispet edilmesi, sarsıntının korkunçluğunu ve dehşetini ifade etmek içindir. (Safvetü’t Tefâsir)
Râzî’ye göre اِذَا ifadesiyle ilgili şöyle iki bahis vardır:
1. Onlar, Hz. Peygambere ‘Kıyamet ne zaman kopacak’ diye sormuşlar da, Cenab-ı Hak da, [Yer... zelzeleye uğratıldığı zaman…] cevabını vermiştir ki bu da, "Onu vakti açısından sizin için tayin etmem mümkün değil. Fakat onu alametleri açısından belirtiyorum" demektir.
2. Şu anda cansız ve donuk olmasına rağmen yeryüzünün konuşacağı ve şehadette bulunacağı insana haber verilince, sanki bu ne zaman olacak? denilmiş de, cevabı verilmiştir. (Yılmaz Yiğit, Zilzâl Suresinin Tefsiri)
ان edatı, olabilirlik (ihtimal) için kullanılır, اِذَا edatı ise kesinlik arz eden şeyler için kullanılır. Mesela (Eğer eve girersen, boşsun) diyebilirsin, çünkü eve girmesi mümkündür, buna ihtimal vardır. Ama bu iş, kesinkes olabilecek bir şeye bağlamak istediğinde, artık böyle söyleyemez, aksine mesela ‘’Yarın geldiği zaman, sen boşsun’’ dersin. Çünkü yarının gelmesi kesindir. İşte اِذَا edatı ile ان arasındaki kullanış farkı budur. (Yılmaz Yiğit, Zilzâl Suresinin Tefsiri)
Kur’an-ı Kerim’de yedi sure, şart edatı ile başlamıştır. Bunlar; Vâkıa, Munâfikûn, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Zilzal ve Nasr sureleridir. (İtkan, c. S. 282)
Yerin o zilzali, zelzelesi: Yerin, hareketi-i arz (yer hareketi) dediğimiz zangır zangır sarsıntısıdır. زلل hareket manası ifade ettiği için زَلْزَلَ ve زِلْزَال şeklinde muzâfı olarak tekrar etmeyi ifade eder. Bilhassa izafetle ifade edilmesi, yerin mümkün olabilen bütün şiddet ve dehşetiyle sarsıntısına işarettir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Alimler, bu surenin başı ile, önceki sûrenin sonu arasındaki ilgi ve münasebet hususunda şu izahları yapmışlardır:
1) Allah Teâlâ, [“Onların Rableri nezdindeki mükafat... Adn cennetleridir”] (Beyyine, 8) buyurunca, insan sanki, “Bu ne zaman olacak Ya Rabbi?” demiş de, buna cevaben Cenab-ı Hak, “Yer, kendisine ait şiddetli bir zelzele ile zelzeleye uğratıldığı zaman...” buyurmuştur. Şu halde bütün alem, bir korku ve endişe içine girerlerken sen, mükâfatını elde edecek ve [“Onlar o gün o müthiş korkudan emindirler”] (Neml, 89) ayetinde bildirildiği gibi, o günde emin, güvenlik içinde olacaksın.
2) Allah Teâlâ önceki sûrede hem kâfirlerle ilgili tehditten hem de müminlerle ilgili mükâfattan bahsedince, kâfirle ilgili tehdidi pekiştirmek adeta o bahsi geçen kâfir, “Yeryüzüne de ne oluyor ki böylesine zelzeleye uğratılıyor” dediği zaman, cezasını bulacak” demek istemiştir. Bunun bir benzeri de, Hak Teâlâ’nın mesela önce, “O gün bir takım yüzler ağarır; bir takım yüzler ise kararır” buyurup, peşi sıra da, [“Yüzleri kararanlara gelince... Ama yüzleri ağaranlara gelince...”] (Âl-i İmran, 106-107) buyurmuş olmasıdır. Hak Teâlâ, daha sonra Zilzal Suresi’nin sonunda, her iki hususu birlikte getirerek, zerre kadar hayır ve zerre kadar şerden bahsetmiştir.
Bazı kimseler de şöyle demektedirler: “Ayetteki fiil ile “hareket ettirme” manası değil, “yer kendisi hareket edip, kaynadığı zaman...” manası kastedilmiştir. Bunun delili ise, Allah Teâlâ yerden bahsederken, bütün surelerde tıpkı hür ve kudret sahibi bir failden bahsettiği gibi bahsetmiştir. Bir de böyle olması, daha fazla dehşet arz eder. Buna göre Hak Teâlâ sanki, “O cansız yer bile, kıyamet koparken hareket etmeye başlarken, senin hareket etme ve gafletten uyanma zamanın gelmedi mi?” demek istemiştir.
(Fahreddin er-Râzî)
وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَاۙ
وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَاۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَخْرَجَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te'nis alametidir. الْاَرْضُ fail olup lafzen merfûdur. اَثْقَالَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخْرَجَتِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘ dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَاۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
الْاَرْضُ kelimesi, اَخْرَجَتِ fiilinin failidir. اَثْقَالَهَا mef’ûldür.
اَخْرَجَتِ fiilinin الْاَرْضُ ‘ya nispet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan çıkarma fiili arza nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
Önemine binaen zamir makamında الْاَرْضُ ’nun zikredilmesi, ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda ayrıca reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ [Yer çıkardı.] denilerek, zamir yerine açık isim getirilmesi, olayı daha vurgulu bir şekilde anlatmak içindir. (Safvetü’t Tefâsir)
Yerin ağırlıklarını çıkarmasında iki rivayet vardır. Birisi: Ölüleri kabirlerinden fırlatıp çıkarmasıdır ki; وَاِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ “Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman.” (İnfitar, 82/4) ayetinin mefhumudur. Bu ise dirilmek demek olacağından ikinci surun üflenmesine işaret olur. Diğeri de içindeki definelerin, hazinelerin, madenlerin meydana çıkarılmasıdır ki, bunun da ilk sura üflemede, yani ilk zelzelede olması açıktır.
“Kâmus”ta اَثْقَالَ, misafirin yani yolcunun ağırlık denilen eşya ve ailesine, sahibinin çoğunlukla kullanmayıp koruyup hıfzettiği güzel ve kıymetli şeye denir.
وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَاۙ buyurulmakla, o zelzele halinde yer seferberlik yapan bir yolcuya ve içindeki ölüler ve hazineleri o yolcunun ağırlığını oluşturan eşya ve ailesine teşbih edilmek suretiyle bir istiare-i mekniyye yapılmış demek olur. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَاۚ
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْاِنْسَانُ fail olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli مَا لَهَا ‘dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İstifham ismi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَاۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … زُلْزِلَتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
الْاِنْسَانُ kelimesi قَالَ fiilinin failidir.
قَالَ fiilinin mekulü’l kavli olan مَا لَهَا cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَهَا car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
الْاِنْسَانُ ’deki الْ takısı, istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَاۚ [İnsan, Bu yere ne oluyor?] dediğinde cümlesindeki soru, bu olayın şaşılacak ve çok enteresan bir şey olarak görüldüğünü ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَاۚ [İnsan, Bu yere ne oluyor?] buyurulması, korkunun büyüklüğünü tasvir içindir. Yani o zelzele ve çıkarmayı her gören insan, dehşetinin büyüklüğünden şaşırarak, “Bu yere ne oluyor?”, “Nedir bu hal?” diye şaşkınlık ve telaşa düştüğü o belalı zaman. (Elmalılı Hamdi Yazır)
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ
Fiil cümlesidir. يَوْمَ zaman zarfı تُحَدِّثُ fiiline mütealliktir. ئِذٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten bedeldir. Takdiri, يوم إذ زلزلت الأرض (Arzın sarsıldığı gün) şeklindedir.
تُحَدِّثُ damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. اَخْبَارَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُحَدِّثُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حدث ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ
Ayet, ilk üç ayetteki şart cümlelerinin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amili olan تُحَدِّثُ fiiline takdim edilmiştir.
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdiri, يوم إذ زلزلت الأرض (Arzın sarsıldığı gün) olan muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
تُحَدِّثُ fiilinin الْاَرْضُ ‘ya isnad edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan anlatma fiili arza nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
تُحَدِّثُ fiilinin birinci mef’ûlü hazf edilmiştir. Cümlenin takdiri تحدث الناسَ أخبارَها (Arz kendi haberlerini halka anlatacaktır.) şeklindedir. اَخْبَارَهَاۙ kelimesi, تُحَدِّثُ fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şayet “Arz’ın anlatması ve ona vahyedilmesi ne anlama geliyor?” dersen şöyle derim: Bu, Allah’ın dil ile anlatma yerine geçecek şekilde onda oluşturacağı hallerin mecazlı bir anlatımıdır. Öyle ki “Buna da ne oluyor böyle!?” diyecek birinin bu hallere bakıp da Arz’ın neden sarsıldığını ve niçin ölüleri dışarı attığını ve bunun nebilerin (dünyada iken) kendisine karşı uyarıp sakındırdıkları şey olduğunu bileceği şekilde gerçekleşecektir. (Keşşâf)
تُحَدِّثُ fiili, bir ünsiyet ve dostluğu ifade eder. Halbuki o günde böyle bir ünsiyet söz konusu olmaz. Öyleyse burada bu fiilin kullanılmış olmasını nasıl izah edersiniz?
Cevap: Yeryüzü, bu yöndeki şikayetini, adeta Allah dostlarına ve meleklerine yapmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَاۜ
بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَاۜ
İsim cümlesidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle تُحَدِّثُ fiiline mütealliktir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. رَبَّكَ ibaresi أَنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْحٰى fiili أَنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَوْحٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهَاۜ car mecruru اَوْحٰى fiiline mütealliktir.
اَوْحٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحى ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَاۜ
Ayet önceki ayetin devamıdır. بِ harfi zaid veya sebebiyedir. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi masdar tevilinde, بِ harfiyle birlikte, önceki ayetteki تُحَدِّثُ fiiline mütealliktir. رَبَّكَ izafeti اَنَّ ‘nin ismi, اَوْحٰى لَهَاۜ cümlesi, haberidir.
Müsnedün ileyh olan رَبَّكَ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَنَّ ‘nin haberi olan اَوْحٰى لَهَاۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
لَهَا car mecruru اَوْحٰى fiiline mütealliktir.
زِلْزَالَهَاۙ - اَثْقَالَهَاۙ - اَوْحٰى لَهَاۜ - اَخْبَارَهَاۙ - مَا لَهَاۚ gibi sonlarında, süzülmüş altın veya inci ve yakuta benzeyen parlak bir seci vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتاً لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْۜ
Âyetin “farklı gruplar halinde” diye çevirdiğimiz kısmına, a) Herkesin kabirlerinden çıkıp mahşer yerine doğru ilerlerken dünyadaki amellerine göre iyi veya kötü şartlar altında, güzel veya çirkin bir görünüşte olması; b) Yeryüzünün farklı bölgelerinden çıkıp bölük bölük mahşer yerine doğru ilerlemeleri gibi değişik anlamlar verilmiştir (Râzî, XXXII, 60; Elmalılı, IX, 6012). Âyetin, bu anlamların hepsini içerdiğini düşünmek de mümkündür. Burada asıl anlatılmak istenen, daha kabirlerinden çıktıkları andan itibaren her bir insanın âhiretteki durumunu, âkıbetini, iyiler arasında mı yoksa kötüler arasında mı olacağını belirleyen şeyin, bizzat kendisinin bu dünyadaki tercihi, inancı ve yaşayışı olduğudur. Şu halde bu tasvir, her insanın devredilemez bireysel sorumluluğunun varlığını da göstermektedir. Bu âyetin “yaptıkları kendilerine gösterilsin diye” şeklinde çevrilen kısmı ise tefsirlerde, insanların, a) Amel defterlerindeki kayıtları görmeleri, b) Yaptıklarının ödül veya ceza olarak karşılığını görmeleri şeklinde açıklanır.
يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتاً لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı 4. Ayette geçen يَوْمَئِذٍ’ i tekid içindir. يَصْدُرُ damme ile merfû muzâri fiildir. النَّاسُ fail olup lafzen merfûdur. اَشْتَاتاً kelimesi النَّاسُ ‘nun hali olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, يُرَوْا fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَصْدُرُ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere mansub, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اَعْمَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرَوْا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رَوَى ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتاً لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَوْمَ zaman zarfı 4. Ayette geçen يَوْمَئِذٍ’ i tekid içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amili olan يَصْدُرُ ‘ya takdim edilmiştir
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ , kıyamet gününden kinayedir.
اَشْتَاتاً , fail olan النَّاسُ ‘nun halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sebep bildiren masdar harfi لِ ‘nin gizli أن ‘le masdar yaptığı لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْ cümlesi, يَصْدُرُ fiiline mütealliktir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَعْمَالَهُمْ kelimesi, يُرَوْا fiilinin ikinci mef’ûludur. اَعْمَالَهُمْ ‘un muzâfı hazf edilmiştir. Takdiri جَزاَءً اَعْمَالَهُمْۜ (Amellerinin cezası, karşılığı olarak) şeklindedir.
يُرَوْا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Yaptıklarının karşılığı kendilerine gösterilsin diye çıkış yerlerinden yani kabirlerinden, bölük bölük bazısı bembeyaz bir yüzle ve güven içinde, bazısı ise korku dolu, kapkara bir yüzle “çıkacakları” yani duruşma yerine gelecekleri “gün!..” Yahut duruşma yerinden bölük bölük çıkıp, cennet ve cehennem yollarına ayrılacakları gün… (Keşşâf)
صُدُور kelimesi وُرُود ‘un zıddıdır. وُرُود , suya gitmek olduğu gibi, صُدُور da sudan dönmektir. Diğer deyimle: وَارِد ‘gelen’ صَادِر ‘giden’ demektir. Yani varmış oldukları yerden dönüp çıkacaklar, kabirlerinden mevkıfa (durağa), mahşere doğru çeşitli şekilde fırlayacaklar. Kimisi yüz aklığıyla, kimisi yüz karasıyla, kimisi selamet, kimisi korkular ve dehşetler içinde, kimisi binitli, kimisi yaya, kimisi serbest, kimisi zincirlerle bağlı, hasılı kimisi mesut, kimisi bedbaht bir şekilde. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ
Herkesin eninde sonunda yaptıklarının karşılığını bulacağını belirten bu âyetler, bütün insanlığın paylaştığı bir gerçeği dile getirmesi bakımından özlü ve hikmet dolu ifadelerden (cevâmiu’l-kelim) sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de bu âyetleri, kuşatıcı anlamıyla eşsiz bir ifade olarak nitelemiştir (Buhârî, “Şürb”, 12; “Tefsîr”, 99). Âyetler, dünyada yapılan en küçük hayır veya şerrin bile kaybolmayacağını, âhiret gününde bunların insanların önüne serilip hesabının sorulacağını, karşılığının da ödül veya ceza şeklinde görüleceğini ifade eder (krş. Kehf 18/49; Enbiyâ 21/47). Nitekim Hz. Peygamber, “Bir yarım hurma veya bir güzel sözle olsun ateşten korunun!” (Buhârî, “Edeb”, 34; “Zekât”, 10; “Tevhîd”, 36) buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah’tan bekleyerek iyi niyetle ve insan sevgisiyle yaptığı en küçük bir hayrın dahi onu âhirette ateşten koruyabileceğine dikkat çekmiştir.
İnanmayanların dünyada yaptıkları iyiliklerin hükümsüz, âhiret hayatı bakımından faydasız olduğunu bildiren âyetler (meselâ bk. Nûr 24/39) “zerre miktarı da olsa iyiliğin karşılığının görüleceği”ni bildiren bu âyetle çelişiyor gibi göründüğü için bu hususta tereddüdü gidermek üzere değişik yorumlar yapılmıştır; bunların bir kısmı şöyle özetlenebilir: a) İnançsızlar yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada görürler ve böylece yaptıkları karşılıksız kalmamış olur. b) Mümine de inkârcıya da yaptıkları gösterilir; Allah müminin günahlarını bağışlar, iyiliklerini ödüllendirir. Kâfirin iyi işleri reddedilir; çünkü bunları Allah rızası için yapmamıştır; böylece ortada sadece günahları kalır. c) İnanmayanın ameli de hesaba girer, inkârına ait büyük günahından düşülür ama iyilikleri bu günahı karşılayamaz ve bu bakımdan boşa gider (Râzî, XXXII, 58-59). Akaid ve kelâm esaslarına göre konu bu ve daha başka şekillerde açıklanmaya çalışılmışsa da, netice itibariyle –İslâm âlimlerinin genel kabulüne göre– âhiret âleminin ve orada olup biteceklerin hakikat ve mahiyetini Allah Teâlâ bilir. O, kullarının âhir ve âkıbetinin ne olacağını da kendi adalet ve hikmetine göre takdir ve tayin eder.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ şart fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلْ sükun üzere meczum muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir. مِثْقَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَيْراً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karînesi olmadan gelen يَرَهُ cümlesi şartın cevabıdır.
يَرَهُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ
فَ , atıf harfidir. Şart üslubunda gelen ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada şart cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْمَلْ مِثْقَالَ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَرَهُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِثْقَالَ ذَرَّةٍ izafeti يَعْمَلْ fiilinin mef’ûludur. خَيْراً temyiz veya مِثْقَالَ ’den bedeldir.
ذَرَّةٍ ve مِثْقَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Muzafun ileyh olan ذَرَّةٍ ‘in nekreliği kıllet ve nev ifade eder.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece ve müşakele sanatları vardır. Cevap cümlesindeki هُۜ zamiri, kişinin yaptığı hayır amellerine ait olsa da gördüğü, hayırlı fiillerin karşılığı olan mükafattır.
ذَرَّةٍ , sorumluluğun en az derecesi, beşeri hissin ilgilenebileceği en küçük ölçü ile ifade edilmiştir. Asıl maksat ise en küçük bir hayır veya şerrin bile Allah katında kaybolmayacağını açıklamaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ
وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ şart fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلْ sükun üzere meczum muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir. مِثْقَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَراًّ temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karînesi olmadan gelen يَرَهُ cümlesi şartın cevabıdır.
يَرَهُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir. Muttasıl هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ
وَ , atıf harfidir. Şart üslubunda gelen ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَرَهُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِثْقَالَ ذَرَّةٍ izafeti يَعْمَلْ fiilinin mef’ûludur. شَراًّ temyiz veya مِثْقَالَ ’den bedeldir.
ذَرَّةٍ ve مِثْقَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Muzafun ileyh olan ذَرَّةٍ ‘in nekreliği kıllet ve nev ifade eder.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ [Kim, zerre ağırlığı bir hayır işlerse onu görür.] cümlesi ile وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ [Kim de zerre ağırlığı bir kötülük işlerse onu görür.] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece ve müşakele sanatları vardır. Cevap cümlesindeki هُ zamiri, kişinin yaptığı şer amellerine ait olsa da gördüğü, kötü fiillerin karşılığı olan cezadır.
Sekiz ayetten oluşan bu kısa sure, irade sahibi insanın eylemleriyle kıyamet günü arasındaki bağlantıyı gözler önüne sererek insanoğlunu uyarmaktadır.
Zerre, en küçük karıncadır. Diğer bir görüşe göre ise, zerre, güneş ışınlarında görülen toz zerrecikleridir. (Ebüssuûd)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالْعَـادِيَاتِ ضَبْـحاًۙ
Savaş sırasında düşman üzerine saldıran atlar tasvir edilmekte ve eski savaşların insandan sonra en önemli unsuru olması dolayısıyla atlar üzerine yemin edilmektedir. Yeminin amacı, böylesine yararları bulunan ve insanların en çok sevdiği mallardan olan atları onlara bağışlayanın Allah olduğuna işaret etmek, o günün insanının gözünde çok değerli olan bu varlıklar üzerine yemin ederek müteakip âyetlerdeki mesajın gerçekliğine ve önemine dikkat çekmektir.
وَالْعَـادِيَاتِ ضَبْـحاًۙ
وَ harfi cer olup, kasem harfidir. وَالْعَـادِيَاتِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. ضَبْـحاً mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تضبح (Sesli sesli soluyan) şeklindedir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَـادِيَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan عدو fiilinin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen i
simdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْعَـادِيَاتِ ضَبْـحاًۙ
Sure, beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. وَ , kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muksemun bih olan وَالْعَـادِيَاتِ car mecruru, takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Kasemin cevabı olan muksemun aleyh, 6. ayette gelmiştir.
ضَبْـحاً mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تضبح (Sesli sesli soluyan) şeklindedir.
الْعَـادِيَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
ضَبْـحاًۙ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
الْعَـادِيَاتِ hızla koşmak, seğirtmek manasına عدو ’den ism-i fail cem-i müennes salimdir.
Şu halde ata, deveye diğer koşanların hepsine söylenebilir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Yemin olsun, harıl harıl koşanlara, Allah Teâlâ sabahleyin koşan atlara yemin etmiştir. ضَبْـح atın koşarken çıkardığı sestir. (Beyzâvî)
Burada gazilerin atlarının yemine tahsis edilmesinde ziyadesiyle Beraa sanatı vardır. {Beraa, maksada uygun olarak kelâma başlama sanatıdır. } sanki şöyle denilmiştir: Münafıklar, sahipleri hakkında yaydıkları yalan haberi yayarken, şunu, şunu yapan gazilerin atlarına yemin ederim ki, o yalan haberi yayanlar, çok nankördürler. (Ebüssuûd)
فَالْمُـورِيَاتِ قَـدْحاًۙ
فَالْمُـورِيَاتِ قَـدْحاًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la önceki ayete الْعَـادِيَاتِ ‘ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَـدْحاً mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تقدح (Kıvılcım çıkardı) şeklindedir.
الْمُـورِيَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالْمُـورِيَاتِ قَـدْحاًۙ
فَالْمُـورِيَاتِ atıf harfi فَ ile birinci ayetteki muksemun bih olan الْعَـادِيَاتِ ‘ye atfedilmiştir. Ciheti camiâ tezayüftür.
قَـدْحاً mahzuf fiilin mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تقدح (Kıvılcım çıkardı) şeklindedir.
فَالْمُـورِيَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
قَـدْحاًۙ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
الْمُـورِيَاتِ kelimesi, وَرى fiilinin, افعال babında ism-i failinin müennesidir.
ضَبْـحاًۙ - قَـدْحاًۙ - صُبْحاًۙ kelimeleri arasında mutarraf secî ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Mutarraf seci’: Terkîb, mısra veya sonundaki kelimelerin vezinlerinin farklı son harflerinin aynı olması durumudur.
قدح kökü Kur’ân'da sadece bu ayette geçer.
Ayetteki ifadede istiare vardır. Atların ayaklarını taşa vurarak kıvılcım çıkartmaları, savaştaki ateşe benzetilmiş, müşebbeh hazfedilmiş müşebbehe bih kalmıştır. (https://tafsir.app/aljadwal/100/1, Mahmud Sâfî)
الْمُـورِيَاتِ kelimesinin mastarı olan أرى [ateş çıkarmak] demektir. Çünkü atlar tırnakları ile taşlara vurup, kıvılcım çıkarırlar. Ayetin manası şudur: Taşlı arazide yürüdüklerinde tırnakları ile ateş çıkartan atlara…(Rûhu-l Beyân)
قَدْحًا kelimesi المُورِياتِ kelimesindeki istiarenin terşihi için mefulu mutlak olarak gelmiştir. Bunun için mansubdur. Orduyu veya birlikleri beslemek için bardaktaki tencereden et suyu çıkarmak anlamında da olabilir. Bardak, ölçek manasındaki القَدَحِ isminden müştaktır. Mefulun lieclihi olarak mansub da olabilir. (Âşûr)
Bu gazetedir, dolayısıyla (kupa), nesnenin onun uğruna suçlayıcı durumundaki bir mastardır.
فَ ile atıfta sebebiyet gözetilmesinin yanısıra, nefes nefese koşmak ve sabahleyin baskın yapmak arasında bir gevşeklik, gecikme ve yavaşlama olmayacak şekilde bir tertip vardır. Bir kısım tefsirciler demişlerdir ki: Gerçi bu ifadelerden maksat atlardır. Fakat ateş çıkartmaları, sahipleriyle düşmanları arasında harbi kızıştırmaları, harp ateşini tutuşturmalarıdır. Nitekim [Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa.] (Maide, 5/64) buyrulmuştur. Ve harp kızıştığı zaman “Fırın kızıştı” denmesi de darbı meseldir.
فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحاًۙ
فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحاًۙ
Ayet, atıf harfi فَ ile birinci ayetteki الْعَـادِيَاتِ ‘ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صُبْحاً zaman zarfı الْمُغ۪يرَاتِ ‘ ye mütealliktir.
الْمُغ۪يرَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحاًۙ
فَالْمُغ۪يرَاتِ atıf harfi فَ ile birinci ayetteki muksemun bih olan الْعَـادِيَاتِ ‘ya atfedilmiştir. Ciheti camiâ tezayüftür.
صُبْحاً zaman zarfıdır. İsmi fail olan الْمُغ۪يرَاتِ ’ ye mütealliktir.
فَالْمُغ۪يرَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
ضَبْـحاًۙ - صُبْحاً kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Sabahleyin saldıranlara... Saldırılarda âdet, sabaha doğru gece saldırısıdır. Düşman hücumu farketmesin diye onlara gaflette oldukları sabah vaktinde hücum yapılır. Araplar bir hücum esnasında: يا صباح derler. Bu söz: ”Ey kavm! Sabahleyin bize doğru gelen şerden sakının," anlamına gelir. (Rûhu-l Beyân)
Sabahleyin âni baskın vurgusu, beyana ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Burada lugatın sabah vaktini “baskın vakti” manasında kullandığını zikretmemiş olsak bile, Kur’ân-ı Kerîm es-sabah, el-ısbâh ve es-subh kelimelerini “âni baskın ve korkutma» sahnelerinde kullanmıştır.
فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعاًۙ
فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعاًۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَثَرْنَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اَثَرْنَ fiiline mütealliktir. نَقْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَثَرْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi اثر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعاًۙ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki muksemun bih olan فَالْمُغ۪يرَاتِ ‘ye atfedilmiştir. Çünkü ayet, فَالْمُغ۪يرَاتِ ‘deki harf-i tarifin sılası menzilindedir. (https://tafsir.app/aljadwal/100/4, Mahmut Sâfî)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَثَرْنَ ‘ye müteallik olan car-mecrur بِه۪ , ihtimam için, mef’ûl olan نَقْعاًۙ ‘a takdim edilmiştir
نَقْعاً kelimesindeki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Ayetteki ه۪ zamiri neye racidir? Bu hususla ilgili iki görüş vardır:
1) Ferrâ'nın görüşüne göre bu zamir, kendisine varılan ve kendisinde baskın işinin yapıldığı yere racidir. Çünkü [Sabahleyin baskın yapanlara] (Âdiyât/3) ayeti bu baskın için bir yer gerektiğine delildir. Maksad anlaşıldığı zaman, zikri (ismi) açıkça geçmemiş bir şeye zamirle işaret etmek caizdir. Nitekim, [Biz onu Kadir gecesinde indirdik] (Kadr/1) ayetinde, Kur'ân'a o zamiriyle işaret edilmiştir. Çünkü, her ne kadar daha önce açıkça zikredilmemiş ise de, bunun Kur'ân olduğu anlaşılmaktadır.
2) Bu zamir, baskının yapıldığı zamana racidir. Buna göre ayet, "Onlar işte o zamanda toz koparırlar" demek olur. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعاً [tozu dumana katanlara] ayetii, sahnenin hızına ve olayların peşpeşe gelmesine uygun olmasının yanı sıra tertibe de delalet etmek üzere فَ ile, فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحاًۙ ayetine bağlanmıştır. Zemahşeri, burada iki nokta üzerinde durmuştur:
Birincisi kendisinden öncekilerde fiil geçmediği halde, اَثَرْنَ 'nin ne üzerine atfedildiğidir. İkincisi, بِه۪ 'deki zamirin mercii hakkındadır. Zemahşerî, اَثَرْنَ 'nin, yerine ism-i fâil konmuş olan fiil üzerine atfedildiğini söylemiştir. Çünkü mana; vellâtî adevne, fe-evreyne, fe eserne واللاتي عدون فأورين فأغرن فأثرن (nefes nefese koşanlar, çakarak ateş saçanlar, tozu dumana katanlar) şeklindedir.
Zamirin, daha önce geçen hususların mefhumuna, yani, “baskın yapmak, ateş çakmak ve nefes nefese koşmak sebebiyle tozu dumana katanlara” ait olduğunu söylemiştir. O vakitte yani sabahleyin saldırı vaktinde tozu dumana katanlara... Toz diye ifade ettiğimiz نَقْعاًۙ kelimesi, aslında yüksek ses manasındadır. Toz, yukarıya doğru yükseldiği için bu kelime ile ifade edilmiştir. Toz kaldırma işinin sabah vaktine has kılınışına sebep, geceleyin kalkan tozun görülmeyişidir. (Rûhu-l Beyân)فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعاًۙ
فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعاًۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. وَسَطْنَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru وَسَطْنَ fiiline mütealliktir. جَمْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعاًۙ
Ayet, önceki ayete فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. وَسَطْنَ ‘ye müteallik olan car-mecrur بِه۪ , ihtimam için, mef’ûl olan جَمْعاًۙ ‘a takdim edilmiştir
جَمْعاً kelimesindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.
جَمْعاًۙ - نَقْعاًۙ - صُبْحاًۙ - قَدۡحࣰا - نَقۡعࣰا kelimeleri arasında muvazene ve seci sanatları vardır.
Burada فَ ile atıf, ani bir baskınla yakalamanın ve şimşek hızının hakim olduğu sahnenin atmosferine uygundur. Zîra baskının bütün merhaleleri, gecikmesiz hızlı bir peşpeşelik içindedir ve ardarda birbirini takib eden kesin bir sonuç şeklindedir. Bu ayetler kısa ve hızlı olmalarına rağmen, baskının sertliğini ve ani oluşun etkisini çok açık bir şekilde ortaya koyuyorlar. Sadece Kuranî beyân, baskının başlangıcı ile sonunu birbirine bağlayarak çok az sayıdaki kelimeyle baskının bütün merhalelerini en seri biçimde tasvir edebilir.
جَمْعاًۙ lafzının sahip olduğu “toplanmak, bir araya gelmek ve kuvvet zannı” anlamlarının hepsi فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعاًۙ [öylece bir topluluğun ortasına dalanlara] ayetinde bulunmaktadır. Böylece bu kelime, sabah baskınında yükselen tozların ortasında nefes nefese koşanların saldırdığı bu topluluğun, kuvvet zannı içinde olan bir topluluk olduğuna işaret ediyor. Bu noktada sahne zirveye ulaşıyor ve sonrası, ansızın gerçekleşen bu sabah baskınının akabinde gelen “hayret verici dağılma, saçılma ve kaçınılmaz akıbete teslim olma” hususunda herkes kendi yolunu izlesin diye tasavvura bırakılıyor.
Surenin ilk beş ayetinin sonlarında mütevazi seci vardır.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌۚ
Burada “insan” kavramıyla genel olarak insan türünün kastedildiği, çünkü bütün insanlarda bu tür olumsuz özelliklerin az çok bulunduğu belirtildiği gibi (bk. İbn Âşûr, XXX, 502-503), özellikle hidayetten nasibini alamamış insanların söz konusu olduğu da söylenmiştir. Râzî, bu ikinci yorumun çoğunluğun görüşü olduğunu belirtir (XXXII, 67). Bu âyetler, söz konusu insanların tabiatlarına yerleşmiş bulunan Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük, kadir bilmezlik, mal biriktirmeye düşkünlük ve nimetin şükrünü yerine getirme vecîbesini umursamama gibi olumsuz özellikleri ortaya koymaktadır. 6. âyetteki kenûd kelimesinin bir hadiste şöyle açıklandığı rivayet edilir: “Öyle bir nankördür ki yalnız başına yer, kölesini döver, malî görevlerini yerine getirmez” (Taberî, XXX, 180). 7. âyet insanın kendisinin de bu nankörlüğünün farkında olduğunu, buna bizzat kendi vicdanının da tanıklık ettiğini belirtmektedir. Âyete “Şüphesiz buna Allah şahittir” mânası da verilmiştir (Taberî, XXX, 180). Bu takdirde âyet Allah’ın verdiği nimete karşı nankörlük edenler için bir uyarı anlamı taşır. Fakat birinci mâna bağlama daha uygundur. Âyete ayrıca “Nankör kişi âhirette kendi aleyhine şahitlik edecektir” şeklinde de mâna verilebilir (Elmalılı, IX, 6021). “Mal” diye tercüme ettiğimiz 8. âyetteki hayır kelimesini Râgıb el-İsfahânî, “akıl, adalet, fazilet, faydalı nesne gibi genellikle insanların rağbet ettiği şey” şeklinde tarif etmiştir (Müfredâtü’l-Kur’an, “hyr” md.). Eski Araplar’da kelime sıklıkla “mal” ve özellikle “at” anlamında kullanılmaktaydı. Burada “çok mal, servet” mânasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لِرَبِّه۪ car mecruru كَنُودٌ ‘ a mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَنُودٌ kelimesi اِنَّ ’ nin haberi olup lafzen merfûdur.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌۚ
Ayet surenin başındaki kasemin cevabıdır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاِنْسَانَ , tekit harfi اِنَّ ’nin ismi, لَكَنُودٌۚ haberidir.
الْاِنْسَانَ ‘deki marifelik cins içindir. Çoğunlukla istiğrak ifade eder. (Âşûr)
Müsned olan كَنُودٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Müsned olan كَنُودٌ mübalağa sıygasındadır. كفور (Nankör) manasındadır. Allah Teâlâ insanın nimete karşı كفور olduğunu, müsnedi mübalağa kalıbıyla gelmiş, birdan fazla unsurla tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesiyle kesin olarak bildirmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur لِرَبِّه۪ , ihtimam için, amili olan لَكَنُودٌۚ ‘ye takdim edilmiştir.
لِرَبِّه۪ izafetinde Rab isminin nankör insana ait zamire muzâf olmasında, Rabbinin onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini, o nimetleri ona verenin Rabbi olduğunu hatırlatmak manası vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Keşşâfta şöyle geçer: كَنُودٌ , Kinde kabilesinin lisanında asi; Bena Mâlik'in lisanında cimri; Mudar ve Rebî'a kabilelerinin lisanında كفور (çok nankör) manasındadır. Her halukarda zikredilen bu manalar birbirine yakındır.
Vâhidi, كَنُودٌ kelimesinin lügat manası, “haktan ve hayırdan menetmek, başkalarını uzaklaştırmaktır. Kenûd ise, üzerinde bulunduğu şeyi engelleyen demektir. Hiçbir şey bitirmeyen toprağa da “arz-ı kenûd” denilir. (Fahreddin er-Razi)وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّهُ | ve elbette o da |
|
2 | عَلَىٰ |
|
|
3 | ذَٰلِكَ | buna |
|
4 | لَشَهِيدٌ | şahiddir |
|
وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَلٰى ذٰلِكَ car mecruru شَه۪يدٌ ’a mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. شَه۪يدٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
شَه۪يدٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَلٰى ذٰلِكَ , konudaki önemine binaen, amili olan لَشَه۪يدٌۚ ‘e takdim edilmiştir.
İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip muhayyileyi harekete geçirir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile insanın كَنُودٌ oluşuna işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsned olan شَه۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اِنَّ ‘nin ismi olan هُ zamiri insana racidir. Allah’a raci olduğunu söyleyen alimler de vardır.
Yani rabbinin nimetine nankörlük hususunda kendi kendine şahitlik etmektedir. Bundan daha kuvvetli bir şahitlik yoktur. Bu itiraz edilemez şahitlik Kur’an’da vaîdle ilgili uyarı ve azarlama makamında geçmektedir.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ
وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لِحُبِّ car mecruru شَد۪يدٌ ‘a mütealliktir. الْخَيْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. شَد۪يدٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la 6. ayetteki kasemin cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan شَد۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur لِحُبِّ الْخَيْرِ , konudaki önemine binaen, amili olan لَشَد۪يدٌۜ ‘e takdim edilmiştir.
لِحُبِّ ’deki لِ harfi sebebiyyet ifade eder.
شَه۪يدٌۚ - لَشَد۪يدٌ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَشَه۪يدٌۚ - لَكَنُودٌ - لَشَد۪يدٌ kelimeleri arasında mutarraf secî ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Mutarraf seci’: Terkîb, mısra veya sonundaki kelimelerin vezinlerinin farklı son harflerinin aynı olması durumudur.
‘’Hayır’’ kelimesi, Kur'an'ın [Eğer bir hayır bırakacaksa] (Bakara, 2/180) gibi birçok ayetlerinde mal manasına ve özellikle çok mal, servet manasına geldiği gibi, burada da genellikle mal diye tefsir edilmiştir. Mala, hayır denilmesinin sebebi insan yaratılışının mala meyledici olmasindan, dünya menfaati bulunmasından dolayı çoğu insanın onu mutlaka hayır gibi zannetmeleridir ki, burada o zannetme kötülenmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ
Dünya menfaati ve servet biriktirme hırsıyla cimrilik ve nankörlük eden kimse bu haliyle aslında kendisine ne derece kötülük ettiğini düşünmeye davet edilmekte ve uyarılmakta; aksi halde o kişinin, kıyamet gününde, kabirlerde gömülmüş bulunanların dışarıya fırlatıldığı, bütün gizliliklerin ortaya döküldüğü (bk. Târık 86/9), kalplerde saklı gizli tutulan niyetler ve maksatların bile açığa çıkarıldığı zaman perişan olacağı bildirilmektedir. “Kalplerde gizlenenlerin ortaya konması”, niyet halinde kalıp eyleme dönüşmeyen kötü düşüncelerin mutlaka cezalandırılacağını değil; davranışların dayandığı niyet ve yöneldiği amaçların değerlendirileceğini ifade etmektedir. Bununla birlikte iyice tasarlanıp karar verilmiş, ancak imkân ve fırsat oluşmadığı için yapılamamış kararlara “kalbin amelleri” denilmekte, bunların da karşılığını bulacağı belirtilmektedir (meselâ bk. Gazzâlî, İhyâ, IV, 373-375). 11. âyette “İşte o gün (anlayacaklar ki) rableri onlardan tam mânasıyla haberdardır” buyurulması, Allah Teâlâ’nın onların niyetlerini ve yaptıklarını önceden bildiği gibi kıyamet gününde de her şeyden haberdar olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü O’nun ilmi sonsuzdur, hiçbir şeyden gafil değildir, gizli olanı da âşikâr olanı da, öncekini de sonrakini de bilir. Dünyada verdiği nimetlere karşı nankörlük ve cimrilik ederek bu nimetlerden Allah yolunda harcamamış olan kimselerin yaptıklarından da mutlaka haberdardır ve âhirette bunu gösterecek, yapılanların karşılığını da verecektir.
اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ
Hemze istifham harfidir. Cümle atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أيفعل القبائح (kötülük mü yapıyor..) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بُعْثِرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بُعْثِرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا naib-i faili olarak mahallen merfûdur. فِي الْقُبُورِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ
Ayet, takdiri أيفعل القبائح (kötülük mü yapıyor..) olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. لَا nafiye, hemze inkârî istifham harfidir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkip, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak taaccüp ve tehdit anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hemze menfi cümlenin başına geldiğinde tenbih, tezekkür ve taaccüp manalarını verir. Bu manalarda sakındarma (tahzir) manası da olabilir. Bu ayette olduğu gibi. (Suyûtî, İtkân fi Ulumi’l-Kur’ân)
Şarttan mücerret اِذَٓا zaman zarfı, يَعْلَمُ fiiline mütealliktir. اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
بُعْثِرَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
بُعْثِرَ fiilinin naib-i faili konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, sıla cümlesi mahzuftur. فِي الْقُبُورِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cenab-ı Hak niçin, مَا yerine مَنْ dememiştir? Yeryüzünde mükellef olmayanlar daha fazladır. Binaenaleyh bu, genele göre söylenmiş bir ifadedir. Şöyle de denebilir: Onlar öldükten sonra dirilmeye başladıklarında henüz akıllı canlılar değillerdir. Aksine dirilişten sonra onlar bu hale gelmişlerdir. İşte bu sebeple, hiç şüphesiz ism-i mevsûl, akıl sahibi olmayan varlıklara göre getirilmiş, sonra buna işaret olarak gelen هُمْ zamirleri ise aklı olan varlıklara göre getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ
وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. حُصِّلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَا naib-i faili olarak mahallen merfûdur. فِي الصُّدُورِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
حُصِّلَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … بُعْثِرَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
حُصِّلَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
حُصِّلَ fiilinin naib-i faili konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, sıla cümlesi mahzuftur. فِي الصُّدُورِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Açık ameller şöyle dursun göğüslerde, içerisinde münafıkların gizledikleri küfür ve isyanların da bulunduğu sırlardan ne varsa -kalplerdeki irade ve istekler olmasaydı organların fiilleri hasıl olmazdı. Kalp asıl, organların amelleri tabidir- derlenip toparlandığı zaman, yani sabitelerde toplanıp da, topluca ortaya döküldüğü zaman... Ayette ki حُصِّلَ kelimesinin masdarı olan تحصل , gizliyi açığa çıkarmak anlamındadır. Özü kabuktan, altını madenden çıkarmak için bu kelime kullanılır. Bu kelimenin; ”hayrı şerden ayırma" anlamında olduğu da söylenmiştir. (Rûhu’l Beyân)اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ
اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِهِمْ car mecruru خَب۪يرٌ ‘ a mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı لَخَب۪يرٌ’ a mütealliktir. ئِذٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten bedeldir. Takdiri, يوم إذ يُبعثَر ما في القبور ويُحَصَّل ما في الصدور (Kabirlerde olanların dağılacağı, göğüslerde olanların toplanacağı gün) şeklindedir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. خَب۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
خَب۪يرٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ
Fasılla gelen ayet, 9. ayetteki يَعْلَمُ fiilinin mukadder mef’ûlü için ta’lil cümlesidir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبَّهُمْ izafeti اِنَّ ‘nin ismi, خَب۪يرٌ haberidir.
Müsnedün ileyh olan رَبَّهُمْ , az sözle çok anlam ifadesi için izafetle marife olmuştur. Bu izafette Rabb isminin nankör insana ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrurlar يَوْمَئِذٍ ve بِهِمْ , ihtimam için amili olan لَخَب۪يرٌ ‘e takdim edilmişlerdir.
يَوْمَ zaman zarfı خَب۪يرٌ ’a mütealliktir. Muzâfun ileyh olan ئِذٍ ‘in sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten bedeldir. Takdiri, يوم إذ يُبعثَر ما في القبور ويُحَصَّل ما في الصدور (Kabirlerde olanların dağılacağı, göğüslerde olanların toplanacağı gün) şeklindedir.
Müsned olan خَب۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ ayeti tazmin ifade eder. Çünkü خَب۪يرٌ kelimesi, yapılan işin karşılığını vermek manasını da kapsamaktadır. Yani Allah onlara amellerinin karşılığını verecektir. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu ayet, خَب۪يرٌ ‘in (haberdar olmanın) عليم ‘den farklı olduğuna delalet etmektedir. خَب۪يرٌ , birçok ayette عليم ile birlikte geçmektedir.
خَب۪يرٌ ile yalnızca Allah'ın vasıflanması durumu عليم 'de söz konusu değildir. Zira birtakım ayetlerde عليم , yaratıcıdan başkasının vasfı olarak geçmektedir. خَب۪يرٌ ile yalnızca Allah'ın vasıflanması, خَب۪يرٌ ’in عليم 'den daha hususi olduğuna delalet eder.
Burada وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ [ve sinelerdekiler derildiği/açığa çıkarıldığı zaman] ifadesinden sonra, lâm ve cümlenin başındaki اِنَّ ile tekidin yanısıra خَب۪يرٌ kelimesinin tercih edilmesi, bu uyarı ve tehdit yüklü atmosferde korkuyu son noktasına ulaştırıyor ve bundan sonrasını dilediğini tasavvur etmesi için zihne bırakıyor.
Kur’an'ın, kabirlerdekilerin dışarı çıkarılması ve sinelerdekilerin derilmesi sebebiyle şiddet sahnesini zirveye ulaştırdığı bu nihaî durum, muciz beyanın göz alıcı bir yönü olarak surenin başındaki şiddetli baskın sahnesiyle uyum arz etmektedir. Bu ayet, surenin bağlamıyla irtibatlı, hüsn-i hatimeye yaraşır mükemmel bir son cümledir.
İnsanlardan habersiz, şehri ve içindekileri gözetleyen kuşlar vardı. İnsanların hayatlarına dair notlar tutar ve birbirlerine anlatırlardı. Sıra, şehrin en zengininin peşinde dolaşan kuştaydı:
Biriktirdi. Koleksiyon adı altında milyonlar yatırdı. Sahip olduklarıyla övündü. Ona özenenlerin gözünde hayatı yaşadı. Sonuçta, dünyalığın fazlasına sahip olanın çok mutlu olması gerekirdi.
Belki de gerçekten mutlu hissettiği anları oldu. Lakin, belli ki mutlulukları hızla sönüp gidiyordu çünkü hep daha fazlasını satın almaya ve kendisine saklamaya devam etti. Gözü doymadıkça eli sıkılaştı.
Aslında, hakiki mutluluğa, dünyalıklarla ulaşmak mümkün değildi. Paylaşmanın getirdiği bereketin tadına, her cimri gibi varamadı. Elindekilerle yetinip tatmin olmak nedir bilmedi.
Dünya sessizleştiğinde ve vicdanıyla başbaşa kaldığında; gerçeklerle yüzleşirdi. Hakikate kulak vererek, nefsani yanlışlarından vazgeçebilecekken; oyalanmak için dünyalıklarla yönelirdi.
Her canlı gibi zamanı gelince gitti. İnfak etmekten kaçındığı malları dağıtıldı. Evinde biriktirdiklerinin çoğunun kıymeti bilinmedi ve atıldı. Evlatlarım diye övündükleri de zamanla yeryüzünden silindi ve unutuldu.
Ey zerre miktarı yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığını veren Allahım! Bizi kötülük yapmaktan ve kötülüğe uğramaktan muhafaza buyur.
Ey her şeyin tek ve hakiki sahibi olan Allahım! Verdiğin her nimet için hamd olsun. Nankörlükten ve cimrilikten muhafaza buyur. Kalbimizi nefsani hastalıkların etkisinden kurtar.
Ey her amelimizden ve halimizden haberdar olan Allahım! Bizi; Sana itaati ve ibadeti, şükrü ve infakı, tevbeyi ve niyazı sevenlerden ve samimiyetle yapanlardan eyle.
Dünya hayatından helaliyle faydalananlardan ve ahiret hazırlığını hakkıyla tamamlayarak Allah’ın rızasına kavuşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Beklenen ya da beklenmeyen sonlar bir anda gelir. Az öncesini unutturur. Değişime uğratır. Yeryüzü bir anda sarsılır, nefes bir anda kesilir, kalp bir anda durur ve insan bir anda dirilir.
Bu yüzden mümin oturup da beklemeyendir. Sonu her an gelecekmiş gibi Allah’tan sakınır. Geçici dünyanın sevgisinden uzak durur. Sonu gelmeyecekmiş gibi de Allah için çalışır.
Tamamlama umuduyla Allah rızası için salih amellere atılır. O iş üzerine canımı teslim ederim korkusuyla Allah’ın rızasına aykırı hallerden uzaklaşır. İyi yaşam ve iyi ölüm için dua eder.
Ey anları ve anlardaki detayları yaratan Allahım! Anlarımızı boşa harcamaktan ve bir sonraki anımızdan emin olup yanlışa düşmekten muhafaza buyur. Salih amellerle meşgul olmayı sevdir. Muhabbetle ve azimle Senin yolunda çalışanlardan eyle.
Ey anı, anını tutmayan kalplerde gizli sandığımızı bilen Allahım! Boş sevgilerle ve boş heveslerle meşgul olmaktan koru. Nefes aldığımız ve verdiğimiz her an, kalplerimizi Sana dönük eyle. Seni istesin. Seni ansın. Akıllarımızı Sana dönük eyle. Seni düşünsün. Sana sığınsın.
Ey daldan, dala atlayan nefislerin şaşkınlığını tanıyan Allahım! Bizi bizden koru. Cahil ve nankör olmaktan koru. Kendi ellerimizle, kendimizi felakete uğratmaktan koru. Rasulullah (sa)’in buyurduğu gibi: bizi bir an olsun nefsimiz ile başbaşa bırakma.
Bizi, Sana ve Senin rızana ve Senin sevdiklerine kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji