Yunus Sûresi 26. Ayet

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...

Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلَّذِينَ kimselere vardır
2 أَحْسَنُوا iyilik eden(lere) ح س ن
3 الْحُسْنَىٰ daha iyisi ح س ن
4 وَزِيَادَةٌ ve fazlası ز ي د
5 وَلَا
6 يَرْهَقُ bürümez ر ه ق
7 وُجُوهَهُمْ onların yüzlerini و ج ه
8 قَتَرٌ karalık ق ت ر
9 وَلَا
10 ذِلَّةٌ ve aşağılık ذ ل ل
11 أُولَٰئِكَ işte bunlar
12 أَصْحَابُ ehlidirler ص ح ب
13 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
14 هُمْ onlar
15 فِيهَا orada
16 خَالِدُونَ sürekli kalıcıdırlar خ ل د
 

Allah kullarını “esenlik yurdu”na, âyetteki ifade ile “dârüsselâm”a çağırmaktadır, dinin amacı insanlara ebedî mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında peygamberleri dinleyenlere, akıl ve iradelerini doğru kullananlara Allah doğru yolu göstermektedir. Bu yolun sonu cennettir, cemaldir, insanlara eşsiz saadet bahşeden Allah rızâsıdır (rıdvandır). Böylesine bir mutluluktan mahrum olanlar, olmadık hayallerin peşine düşerek, hurafelere kapılarak kendi sonlarını hazırlamış olmaktadırlar. Hz. Peygamber’in vazifesi onları uyarmaktır, o da vahyi tebliğ ederek, gerekli açıklamaları yaparak vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir, kimsenin “Bizi uyaran olmadı, biraz yardım görseydik böyle olmazdık” demeye hakkı yoktur. 28. âyetin meâlinde yer alan “Siz bize tapmıyordunuz” cümlesi, Allah’tan başkasına tapanların amaç ve ruh hallerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Allah’tan başka bir varlık insanlar için din koyamaz, din öğretemez. Bunlara tapanlar aynı zamanda gerçek bir dinin insan için yararlı olan tâlimat ve sınırlamalarından da uzak kalmakta, dünya hayatını nefislerinin arzu ettiği gibi yaşamakta, kendi arzularını meşrulaştırmak üzere tanrı adına kurallar koymaktadırlar. Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de hak dinin disiplininden kaçmak,dünya hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır; yani onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi menfaat ve arzularına tapmaktadırlar. 

 

Kaynak :Diyanet Tefsiri

 
رهق Raheqa: رَهِقَ fiili şu mesele ya da iş onu zorla sarıp bürüdü manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ

 

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَحْسَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اَحْسَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْحُسْنٰى  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  زِيَادَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْحُسْنٰى ’ya matuftur.

 

 وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْهَقُ   merfû muzari fiildir.

وُجُوهَهُمْ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَتَرٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.

ذِلَّةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  قَتَرٌ ’e matuftur.

 

 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَصْحَابُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ  cümlesi  اَصْحَابُ ’nun hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  هُمْ  munfasıl zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur.  فٖيهَا  car mecruru  خَالِدُونَ kelimesine müteallıktır.

خَالِدُونَ  kelimesi haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لِلَّذ۪ينَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْحُسْنٰى  muahhar mübtedadır.

Mevsûlün sılası  اَحْسَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَحْسَنُوا - الْحُسْنٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu  الْحُسْنٰى  kelimesi için İbnu'l-Enbarî şöyle demiştir: "El-husnâ kelimesi Arapçada, ahsen kelimesinin müennesi (dişisi)dir. Araplar, bu kelimeyi, sevilen ve arzu duyulan şeyler hakkında kullanırlar. İşte bundan dolayı bu kelime tekidlenmez ve herhangi bir şeyle de sıfatlanmaz. Keşşâf sahibi ise “Bu ifadeyle en güzel mükâfat kasdedilmiş olup bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk'ın, ‘iyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?’ (Rahman Suresi, 60) ayetidir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Resul-i Ekrem (s.a.), ihsanın tarifinde “İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir, her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da kesinkes O seni görmektedir.” buyurmuştur. (Elmalılı)

الْحُسْنٰى  kelimesi, başına harf-i tarifin gelmiş olduğu tekil bir kelimedir. Dolayısıyla, daha önce bilinen ve geçen bir şeye hamledilmesi gerekir ki bu da “Dâru's Selam - Esenlik yurdu” kelimesidir. Müslümanlar arasında bu lafızla alakalı olarak kabul edilen yerleşik olan ve müslümanlarca bilinen mana, bununla cennet ve o cennetteki faydalarla, cennetliklere gösterilecek izzet ve ikramın murad edilmesi olduğudur. Bunun böyle olduğu sabit olunca, bu ayette bahsedilen “ziyade”den maksadın, cennette meydana gelecek faydalarla onlara gösterilecek izzet ve ikramdan başka birşey olması gerekir. Aksi halde bir tekrar olmuş olur. Böylece bu, bu ziyadeden muradın, “Ruyetullah (Allah'ı görmek)” olduğunu gösterir. Allah Teâlâ, “Bazı yüzler vardır, o gün ter-u tazedir. Rablerine bakacaktır.” (Kıyame Suresi, 22-23) buyurmuştur. “Bir kötülüğün cezası, bir misliyledir.” buyruğunun maksadı, hasenat ve seyyiat (günahlar) arasındaki farka dikkat çekmektir. Zira Allah Teâlâ, iyi ameller hakkında onlarla meşgul olanlara fazlasıyla beraber mükâfat vereceğini belirtmiş, kötü ameller hususunda ise günah işleyenlere sadece günahlarının misliyle karşılık vereceğini zikretmiştir. Buradaki fark şudur: Mükâfata ilavede bulunmak, bir lütuf olur ki bu güzeldir. Ve bu, taata teşvik etmeyi de tekid etmedir. Ama kötü amellerde hak edilen miktardan fazlasını vermeye gelince bu bir zulümdür. Şayet Cenab-ı Hakk bunu yapmış olsaydı, o zaman vaat ve vaîd, terhib ve tahzir (korkutma ve sakındırma) batıl olur, boşa çıkardı. Çünkü bütün bunlara güvenmek, Cenab-ı Hakk'ın bunlardaki hikmetinin sabit olduğu zaman tahakkuk eder. Halbuki Allah zulmetmiş olsaydı, O'nun hikmeti batıl olurdu ki Allah bundan münezzehtir.

الْحُسْنٰى daki marife istiğrak içindir. (Âşûr)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ  cümlesi istînâfa matuftur. 

قَتَرٌ  ve  ذِلَّةٌۜ  kelimelerindeki tenkir, nev ve kıllet anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder. Nefy harfinin tekrarı cümlenin olumsuzluğunu tekid etmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

قَتَرٌ - ذِلَّةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ذِلَّةٌ  kelimesinin tekrar nefyedilmesi tek başına da قَتَرٌ  ile birlikte de cennet ehlinin yüzünü kaplayamayacağını ifade eder.

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى  ayet-i kerimesi, insanları güzel işler yapmaya teşvik etmek için gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Allah Teâlâ, cennetlikler için sözkonusu olan mutlulukları açıklayınca bundan sonra da lütfu ile müminleri koruduğu belaları açıklayarak “Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır ne de bir horluk kaplar.” buyurmuştur. Bu, “O yüzleri ne kater yani kendisinde siyahlık bulunan bir toz ne de -zillet- yani bir aşağılanma ve sararıp solma eseri kaplamaz.” demektir.

O halde birinci sıfat, Cenab-ı Hakk'ın “O gün bazı yüzler de vardır: Üzerlerini toz toprak (bürümüştür). Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.” (Abese Suresi, 40-41) ayetinde ifade edilen husustur.

İkinci sıfat, Cenab-ı Hakk'ın, “Yüzler (vardır), o gün zelil ve hakirdir. Yorucu işler yapandır.” (Ğaşiye Suresi, 2-3) ayetinde ifade edilen husustur. Bu iki sıfatın, müminlerden nefyedilmesinden maksat, Allah Teâlâ'nın bahsettiği kendilerine verilmiş olan o nimetlerin, istenmeyen şeylerle karışık olmayıp mahza nimet ve lezzet olduğunu ve meydana geldiğinde, o yüzün halini değiştirecek ve ondaki parlaklık ve sevinci giderecek şeylerin, o müminler hakkında vaki olmayacağını bildirmek için korku, hüzün ve zillete düşme sebeplerini onlardan nefyetmektir. Daha sonra da Cenab-ı Hakk, onların o cennette ebedi olarak kalacaklarını, hayatlarının sona ermesinden korkmamaları gerektiğini beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Mübteda ve haberden oluşan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tazim ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirterek, cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  [Cennet ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cennette kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  (Cennet ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmak şeklinde Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  ifadesi bize arkadaşlarımızı iyi seçmemiz gerektiğini hatırlatır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci haberdir.

Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪يهَا  amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cennete has kılınmıştır. 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdar kelimeleri zamandan bağımsızdır.  خلد  aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

Onların cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

Bu ayet-i kerime, insanları güzel işler yapmaya teşvik etmek için gelmiştir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberî isnad formunda gelen ayet, tenşîd (harekete geçirme) kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.