وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimselere gelince |
|
2 | كَسَبُوا | kazanan(lara) |
|
3 | السَّيِّئَاتِ | kötülükler |
|
4 | جَزَاءُ | ceza verilir |
|
5 | سَيِّئَةٍ | bir kötülüğe |
|
6 | بِمِثْلِهَا | aynıyla |
|
7 | وَتَرْهَقُهُمْ | ve bürür |
|
8 | ذِلَّةٌ | bir aşağılık |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَهُمْ | onlar için |
|
11 | مِنَ | -tan |
|
12 | اللَّهِ | Allah- |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | عَاصِمٍ | kurtaracak |
|
15 | كَأَنَّمَا | gibidir |
|
16 | أُغْشِيَتْ | kaplanmış |
|
17 | وُجُوهُهُمْ | yüzleri |
|
18 | قِطَعًا | parçalarıyla |
|
19 | مِنَ |
|
|
20 | اللَّيْلِ | bir gecenin |
|
21 | مُظْلِمًا | kapkaranlık |
|
22 | أُولَٰئِكَ | bunlar |
|
23 | أَصْحَابُ | ehlidirler |
|
24 | النَّارِ | cehennem |
|
25 | هُمْ | onlar |
|
26 | فِيهَا | orada |
|
27 | خَالِدُونَ | sürekli kalıcıdırlar |
|
Allah kullarını “esenlik yurdu”na, âyetteki ifade ile “dârüsselâm”a çağırmaktadır, dinin amacı insanlara ebedî mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında peygamberleri dinleyenlere, akıl ve iradelerini doğru kullananlara Allah doğru yolu göstermektedir. Bu yolun sonu cennettir, cemaldir, insanlara eşsiz saadet bahşeden Allah rızâsıdır (rıdvandır). Böylesine bir mutluluktan mahrum olanlar, olmadık hayallerin peşine düşerek, hurafelere kapılarak kendi sonlarını hazırlamış olmaktadırlar. Hz. Peygamber’in vazifesi onları uyarmaktır, o da vahyi tebliğ ederek, gerekli açıklamaları yaparak vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir, kimsenin “Bizi uyaran olmadı, biraz yardım görseydik böyle olmazdık” demeye hakkı yoktur. 28. âyetin meâlinde yer alan “Siz bize tapmıyordunuz” cümlesi, Allah’tan başkasına tapanların amaç ve ruh hallerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Allah’tan başka bir varlık insanlar için din koyamaz, din öğretemez. Bunlara tapanlar aynı zamanda gerçek bir dinin insan için yararlı olan tâlimat ve sınırlamalarından da uzak kalmakta, dünya hayatını nefislerinin arzu ettiği gibi yaşamakta, kendi arzularını meşrulaştırmak üzere tanrı adına kurallar koymaktadırlar. Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de hak dinin disiplininden kaçmak,dünya hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır; yani onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi menfaat ve arzularına tapmaktadırlar.
Kaynak :Diyanet Tefsiri
وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. الَّذٖينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا cümlesi الَّذٖينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَزَٓاءُ mübteda olup lafzen merfûdur. سَيِّئَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِمِثْلِهَا car mecruru mübtedanın mahzuf habere müteallıktır. Takdiri, مستقرّ، أو مقدّر şeklindedir.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. تَرْهَقُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ذِلَّةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru عَاصِمٍ ’e müteallıktır.
عَاصِمٍ kelimesi sülâsî mücerred olan عصم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ zaid harftir. عَاصِمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ
كَاَنَّـمَٓا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
اُغْشِيَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
وُجُوهُهُمْ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قِطَعاً kelimesi mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
مِنَ الَّيْلِ car mecruru قِطَعاً ’in sıfatına müteallıktır.
مُظْلِماً kelimesi مِنَ الَّيْلِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
مُظْلِماً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَصْحَابُ haber olup lafzen merfûdur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. فٖيهَا car mecruru خَالِدُونَ kelimesine müteallıktır.
خَالِدُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ
Ayetin ilk cümlesi 26. ayetteki لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى cümlesine وَ ’la atfedilmiştir veya وَ istinafiyedir. Has ism-i mevsulun sılası olan كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onlar için tahkir ifade eder.
جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ, mübteda için haberdir.
السَّيِّـَٔاتِ - سَيِّئَةٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Bir kötülüğün cezası, bir misliyledir.” buyruğunun maksadı, hasenat ve seyyiat (günahlar) arasındaki farka dikkat çekmektir. Zira Allah Teâlâ iyi ameller hakkında onlarla meşgul olanlara fazlasıyla beraber mükafat vereceğini belirtmiş, kötü ameller hususunda ise günah işleyenlere sadece günahlarının misliyle karşılık vereceğini zikretmiştir. Buradaki fark şudur: Mükâfata ilavede bulunmak, bir lütuf olur ki bu güzeldir. Ve bu, taata teşvik etmeyi de tekid etmedir. Ama kötü amellerde hak edilen miktardan fazlasını vermeye gelince bu bir zulümdür. Şayet Cenab-ı Hakk bunu yapmış olsaydı, o zaman vaat ve vaîd, terhib ve tahzir (korkutma ve sakındırma) batıl olur, boşa çıkardı. Çünkü bütün bunlara güvenmek, Cenab-ı Hakk'ın bunlardaki hikmetinin sabit olduğu zaman tahakkuk eder. Halbuki Allah zulmetmiş olsaydı, O'nun hikmeti batıl olurdu ki Allah bundan münezzehtir. (Fahreddin er-Râzî)
وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ
وَ istînâfiyye veya haliyyedir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذِلَّةٌ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
Burada zilletin onların yüzlerini kaplayacağı zikredilmemiştir. Çünkü zillet bütün vücutlarını kaplayacaktır.
“Kendilerini bir horluktur kaplayacak” vasfı, aşağılanmaktan ve hakarete uğramaktan bir kinayedir. Bil ki kemâl zatı gereği sevilir; noksanlık da yine zatı gereği yadırganır. Binaenaleyh nakıs, kemâle ermemiş insan öldüğü zaman mükemmelliklerden hâlî ve uzak kalmış olur. O zaman onun, kendisinin noksanlığını hissetmesi de zillet, horluk, hakirlik ve cezanın meydana gelmesine bir sebep olur. (Fahreddin er-Râzî)
مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ
Fasılla gelen cümlede مَا nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu مِنْ عَاصِمٍۚ muahhar mübtedadır. Car-mecrur مِنَ اللّٰهِ ism-i fail olan عَاصِمٍۚ ’e müteallıktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Onları Allah'tan (yakalamasından koruyacak) hiçbir kurtarıcı da yoktur.” tavsifinin ifade ettiği husus şudur: Bil ki ne dünyada ne de ahirette kişileri Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse yoktur. Zira Allah'ın hükmü, kazası bütün kâinatı kuşatmış olup kaderi de bütün varlıklarda geçerlidir. Ancak ne var ki asi karakterlerde baskın olan vasıf, onların bu dünyada kendi amel ve muratlarıyla meşgul olmalarıdır. Ama öldükten sonra herkes kendisine Allah'tan gelecek şeylere karşı bir koruyucu olmadığını kabul ve ikrar eder.(Fahreddin er-Râzî)
كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قِطَعاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
الَّيْلِ ,مُظْلِماً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ cümlesinde mürsel ve mücmel teşbih vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماً ibaresindeki قِطَعاً kelimesindeki طَ harfini, hareketli (fetha) okuyanların kıraatine göre bu da istiaredir. Çünkü gerçekte gece, ayrı ayrı parçaları ve bölünmüş cüzleri bulunmakla nitelenemez. Allahu a’lem, bununla “Şayet gece, parçalara bölünen, bölüklere ayrılan türden bir şey olsaydı, onların yüzlerinin siyahlığı gece bölüklerine ve gece parçalarına benzerdi.” şeklinde bir anlam kastedilmiştir. Burada Yüce Allah, (gece anlamındaki) الَّيْلِ ’den hal olmak üzere, karanlık anlamındaki مُظْلِماًۜ kelimesini mansub kılmıştır. Bunda da ziyade mana vardır. Çünkü mehtaplı da olsa geceye gece adı verilir. Yüce Allah مُظْلِماًۜ [karanlık haldeki gece] demekle örtüsü alabildiğince kara, giysileri olabildiğince siyah olan geceye benzetme yapmış oluyor. (Şerîf er-Radî)
اُغْشِيَتْ - تَرْهَقُهُمْ ve الَّيْلِ - مُظْلِماًۜ ve سَيِّئَةٍ - ذِلَّةٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Sanki yüzleri, karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür onların…” buyruğunun maksadı, Cenab-ı Hakk'ın, saîd (mutlu) kimselerden nefyettiği şeyi, bu kimseler için ispat etmektir. Çünkü O, müminler hakkında, “Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de bir horluk kaplar.” buyurmuştur.
İlmin karakteri, nurun tabiatı; cehlin karakteri de zulmetin, karanlığın tabiatıdır. O halde Cenab-ı Hakk'ın, “O gün bazı yüzler vardır parıl parıl parlayacak, gülecek, sevinecektir.” (Abese Suresi, 38-39) ayetinden murad edilen, ilmin nuru, onun rahatlığı, onun beşareti ve temin ettiği güleçlik ve parlaklıktır. Cenab-ı Hakk'ın, “O gün bazı yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür). Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.” (Abese Suresi, 40-41) tavsifinden murad ise cehaletin zulmeti ile dalaletin bulanıklığıdır. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Mübteda ve haberden oluşan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirtmiştir.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَصْحَابُ النَّارِۚ [Ateş ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
اَاَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ibaresindeki اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ için ikinci haberdir.
Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cehenneme has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdar kelimeleri zamandan bağımsızdır. خلد aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
Onların ateş halkı ve orada ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.
Nâr ashabı olmalarının isim cümlesi şeklinde ifadesi sübut ve devam ifade eder. Yani ebedi kalacaklarını üslup açısından ifade eder. Ayrıca bu manayı tekid için arkadan ikinci haber olarak هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi gelmiştir.
Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)
أُولَئِكَ أصْحابُ النّارِ ifadesindeki kasr üslubu dolayısıyla onların nâr içinde devamlı kalacakları ifade edilmiştir. Çünkü أصْحابُ kelimesi mülâzeme (yakınlık, yapışma, ayrılmama) manalarını ifade eder. هم فيها خالدون ifadesinin isim cümlesi olması da devamlılık ve sübuta delalet eder. (Âşûr, A’raf/36)
Bu ayetin son cümlesiyle, bir önceki ayetin son cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.