هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُنَالِكَ | işte orada |
|
2 | تَبْلُو | hesabını verir |
|
3 | كُلُّ | her |
|
4 | نَفْسٍ | can |
|
5 | مَا |
|
|
6 | أَسْلَفَتْ | önceden işlemiş olduğunun |
|
7 | وَرُدُّوا | ve döndürülmüşlerdir |
|
8 | إِلَى |
|
|
9 | اللَّهِ | Allah’a |
|
10 | مَوْلَاهُمُ | mevlaları olan |
|
11 | الْحَقِّ | gerçek |
|
12 | وَضَلَّ | ve kaybolmuştur |
|
13 | عَنْهُمْ | kendilerinden |
|
14 | مَا | şeyler ise |
|
15 | كَانُوا | oldukları |
|
16 | يَفْتَرُونَ | uyduruyor(lar) |
|
Allah kullarını “esenlik yurdu”na, âyetteki ifade ile “dârüsselâm”a çağırmaktadır, dinin amacı insanlara ebedî mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında peygamberleri dinleyenlere, akıl ve iradelerini doğru kullananlara Allah doğru yolu göstermektedir. Bu yolun sonu cennettir, cemaldir, insanlara eşsiz saadet bahşeden Allah rızâsıdır (rıdvandır). Böylesine bir mutluluktan mahrum olanlar, olmadık hayallerin peşine düşerek, hurafelere kapılarak kendi sonlarını hazırlamış olmaktadırlar. Hz. Peygamber’in vazifesi onları uyarmaktır, o da vahyi tebliğ ederek, gerekli açıklamaları yaparak vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir, kimsenin “Bizi uyaran olmadı, biraz yardım görseydik böyle olmazdık” demeye hakkı yoktur. 28. âyetin meâlinde yer alan “Siz bize tapmıyordunuz” cümlesi, Allah’tan başkasına tapanların amaç ve ruh hallerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Allah’tan başka bir varlık insanlar için din koyamaz, din öğretemez. Bunlara tapanlar aynı zamanda gerçek bir dinin insan için yararlı olan tâlimat ve sınırlamalarından da uzak kalmakta, dünya hayatını nefislerinin arzu ettiği gibi yaşamakta, kendi arzularını meşrulaştırmak üzere tanrı adına kurallar koymaktadırlar. Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de hak dinin disiplininden kaçmak,dünya hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır; yani onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi menfaat ve arzularına tapmaktadırlar.
Kaynak :Diyanet Tefsiri
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ
هُنَالِكَ işaret ismi, zarf-ı mekân olarak تَبْلُوا fiiline müteallıktır. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
تَبْلُوا fiili, وَ üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسْلَفَتْ ’tir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَسْلَفَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
وَ atıf harfidir.
رُدُّٓوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru رُدُّٓوا fiiline müteallıktır.
مَوْلٰيهُمُ lafza-i celâlden bedel olup mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْحَقِّ kelimesi مَوْلٰي ’nın sıfatı olup lafzen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar:
Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada الْحَقِّ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası, كَانُوا ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ
Ayet istînâfiyyedir. Fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekân zarfı amili olan تَبْلُوا fiiline takdim edilmiştir.
نَفْسٍ ’deki tenvin nev ifade eder.
Bil ki bu ayet, daha önceki ayetlerin adeta bir tamamlayıcısı gibidir. Ayetin başındaki, “هُنَالِكَ/Orada” kelimesi, “O yerde, o durakta, o (kıyamet) vakfesinde” demektir. Yahut da yer isminin, zaman için kullanılması manasında, “o vakitte” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
تَبْلُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اَسْلَفَتْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ [Orada her nefis önceden yaptığı şeyin imtihanını verir.] cümlesi burada; faydasını ve zararını görür demektir.
İbtila: denemek, imtihan etmek demektir. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Onları, iyiliklerle ve kötülüklerle ibtila ettik.” (Araf Suresi, 168) buyurmuştur. Arapçada “bela, sonra ibtila” denir. “Denemenin, ibtiladan önce olması gerekir.” demektir.
Birisi şöyle diyebilir: “O vakitte amellerin neticeleri ve fiillerin eserleri ortaya çıkar. O halde bu yeni bilgiyi “ibtila (imtihan)” diye ifade etmek nasıl caiz olur?”
Cevap: İbtila, yeni bilgiyi elde etmenin sebebidir. Sebebin isminin, müsebbebe (neticeye) verilmesi ise meşhur bir mecazdır.(Fahreddin er-Râzî)
O dehşetli makamda veya zamanda kâfir veya mümin, saîd veya şakî herkes, geçmişte yaptıklarının imtihanını verecek; sonuçlarını karşısında bulacak; yaptıklarını gerçek yüzleriyle fayda veya zararları, hayır veya şerleri ile bizzat görecek; zevk veya ve acısını tadacaktır.
Ölümden itibaren bilinen haller ve berzah âleminde (ölümle kıyamet arasında) düçar olacakları azap ise mücmel olup bu netlikte değildir. (Ebüssuûd)
وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
İstînâfiyeye matuf cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûlün önemini vurgulamak için meçhul bina edilmiştir.
رُدُّٓوا redd, kelimesi, bir şeyin daha önce gelmiş olduğu yere geri çevrilip gönderilmesi manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَوْلٰيهُمُ kelimesi, lafz-ı celalden bedeldir. الْحَقِّ ise mevlanın sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Yine istînâfiyyeye matuf olan aynı üsluptaki وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ cümlesindeki müşterek ism-i mevsûl ضَلَّ ,مَٓا fiilinin faili konumundadır. Sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ [Uydurdukları şeyler onlardan saptı] zayi oldu cümlesi; ilâhlarının yahut ilâh dedikleri şeylerin kendilerine şefaat edeceği beklentisi yok oldu manasındadır. (Beyzâvî)
Ayetteki, “Uydurmakta oldukları şeyler de onlardan ayrılıp kaybolmuşlardır.” ifadesi, “Onlar, ibadet ettikleri putların kendilerine (Allah yanında) şefaatçi olduklarını ve o putlara ibadet etmenin, kendilerini Allah'a yaklaştırdığını iddia ederlerdi. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bunun ahirette zail olacağına dikkat çekmiştir. Onlar da bunun bir yanlış, bir uydurma olduğunu anlayacaklardır.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)