قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kimdir? |
|
3 | يَرْزُقُكُمْ | sizi rızıklandıran |
|
4 | مِنَ |
|
|
5 | السَّمَاءِ | gökten |
|
6 | وَالْأَرْضِ | ve yerden |
|
7 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
8 | يَمْلِكُ | sahip olan |
|
9 | السَّمْعَ | kulaklara |
|
10 | وَالْأَبْصَارَ | ve gözlere |
|
11 | وَمَنْ | ve kimdir? |
|
12 | يُخْرِجُ | çıkaran |
|
13 | الْحَيَّ | diriyi |
|
14 | مِنَ | -den |
|
15 | الْمَيِّتِ | ölü- |
|
16 | وَيُخْرِجُ | ve çıkaran |
|
17 | الْمَيِّتَ | ölüyü |
|
18 | مِنَ | -den |
|
19 | الْحَيِّ | diri- |
|
20 | وَمَنْ | ve kimdir? |
|
21 | يُدَبِّرُ | düzene koyan |
|
22 | الْأَمْرَ | işleri |
|
23 | فَسَيَقُولُونَ | diyecekler |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | فَقُلْ | de ki |
|
26 | أَفَلَا | öyleyse |
|
27 | تَتَّقُونَ | sakınmıyor musunuz? |
|
Cenâb-ı Hakk’ın insanlara pek çok lutfu bulunmakla birlikte, bunlar içinde onların hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan nimetlerin yani –31. âyetteki deyimiyle– rızıkların özel bir önemi olduğu muhakkaktır. Çünkü diğer bütün imkânlar hayatın devam etmesiyle bir anlam taşır. Hayatı devam ettiren rızıkların hem semavî hem de yere (arz) ait şartlarla ilişkisi vardır. Semavî şartların ilk akla geleni yağmur, güneş ışığı ve ısısıdır; bunlar olmadan hiçbir canlı varlığını sürdüremez. Yere ait olanlar ise kısaca canlı ve cansız tabiat varlıklarıyla orada yaşamaya, beslenmeye ve barınmaya imkân veren nimetler, ortam ve şartlardır. Bütün bunları veren ve elverişli kılan da lutuf ve merhamet sahibi Allah’tır. Ama eğer Allah insan oğluna gerek semavî gerekse yere ait imkânlardan yararlanmak için lüzumlu olan donanımı sağlamasaydı bu nimetlerin hiçbir anlamı olmazdı. Âyetin devamında bu donanıma işaret edilmiştir. Allah’ın “işitme ve görme yeteneklerini hükmü altında tutması”ndan maksat, insanın bütün duyuları gibi bunların en önemlileri olan işitme ve görme duyularının, Allah’ın yasaları altında, O’nun gökten ve yerden verdiği rızıklardan istifade edecek şekilde işlemesidir. Hz. Ali’nin, “Bir sıvı”yla (göz bebeği) görmemizi, bir kemikle (kulak kemiği) işitmemizi, bir et parçasıyla (dil) konuşmamızı sağlayan kudret ne yücedir!” dediği rivayet edilir (Râzî, XVII, 86). Cansız nesnelerden canlıları yaratan, canlıları cansız haline getiren de O’dur. Kısaca semaya, arza, insana ve hayata hâkim olan O’dur; “her türlü iş”i idare eden, yani bütün olup bitenleri yapıp yöneten O’dur. Aslında putperest Araplar da bütün bunları yaratan ve idare edenin kim olduğu sorulduğunda, “Allah” diye cevap veriyorlar, onlar bile bir ulu kudretin varlığını tanıyorlardı. Fakat bazı sıradan varlıkların tanrısal özellikler taşıdığına inandıkları için inançlarını şirkle bozmuş ve kirletmişler, dinî hayatta putları öne çıkararak kalplerinde, ahlâk ve yaşayışlarında sadece Allah’a ait olması gereken yere putları koymuşlardı. İşte bu sebeple âyette peygamberin diliyle “Öyleyse (O’na ortak koşmaktan) sakınmıyor musunuz!” buyurularak müşrikler bu hususta uyarılmışlar; gerçek rab olarak yalnız O’nu tanımaları istendikten sonra, bunun dışındaki inançların sapkınlıktan ibaret olduğu bildirilmiş ve bu suretle yalnız müşrik Araplar’ın inançları değil, âyette özetlenen tevhid akîdesine aykırı her türlü inancın sapkınlık olduğuna işaret edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 98-99
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, مَنْ يَرْزُقُكُمْ cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَرْزُقُكُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَرْزُقُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru يَرْزُقُكُمْ fiiline müteallıktır. الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ 'la makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir.
اَمْ munkatı’ dır, بل ve hemze manasındadır. (بَلْ): Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَمْلِكُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. يَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
السَّمْعَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَبْصَارَ kelimesi atıf harfi وَ 'la makabline atfedilmiştir.
وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُخْرِجُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
يُخْرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْحَيَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنَ الْمَيِّتِ car mecruru يُخْرِجُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُدَبِّرُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. يُدَبِّرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْاَمْرَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُخْرِجُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُدَبِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن سألتموهم ذلك فسيقولون şeklindedir.
سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ ’dur. سَيَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, الله يفعل كلّ ذلك şeklindedir.
فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اَفَلَا تَتَّقُونَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَتَّقُونَ cümlesi mukadder cümleye matuftur. Takdiri, أتصرون على الضلال فلا تتقون şeklindedir.
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّقُونَ muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir fiilin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
İstifham ismi مَنْ mübteda, muzari fiil sıygasındaki يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Aynı üslupta gelen اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ cümlesi, istînâfa dahildir. اَمَّنْ ibaresindeki اَمَّ harfi munkatı’ olup بل manasındadır. بل bu ayette intikal manasındadır.
Her iki cümle de istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
السَّمْعَ - الْاَبْصَارَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمَٓاءِ - السَّمْعَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ
وَ ’la istînâfa matuf olan cümle, istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
İstifham ismi مَنْ mübteda, muzari fiil sıygasındaki يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Aynı üslupta gelen وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ cümlesi, مَنْ ’in haberine matuftur.
Yine istifham üslubuyla gelen وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ cümlesi istînâfa matuftur.
Cümleler, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca sorularda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ ve - يُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ ve الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ lafızları arasında aks sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ ve الْحَيَّ - الْمَيِّتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْحَيِّ - الْمَيِّتِ deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ [İşi kim idare eder?] cümlesi husustan sonra umum babındandır. (Beyzâvî)
İşitme ve görme duyusu denmiş, kulak ve göz yani bu duyuların aletleri zikredilmemiştir. Azalar sadece vasıtadır, esas olan duyuların kendisidir. Gözü kör olan da diğer hisleri vasıtasıyla gören gibi olabilir.
فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ
فَ, takdiri إن سألتموهم ذلك [Eğer bunu onlara sorarsan] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesine dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder.
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
سَيَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lafza-i celâl, takdiri يفعل ذلك (Bunu yapar) olan cümlenin failidir.
Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Ayetin başındaki قُلْ fiiline matuf cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَفَلَا تَتَّقُونَ cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أتصرون على الضلال فلا تتقون (Korkmuyor ve dalalette olmakta ısrar mı ediyorsun?) olabilir.
İnkârî istifham olan bu cümle taaccüp, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قُلْ - سَيَقُولُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُخْرِجُ - الْمَيِّتِ - الْحَيِّ - مَنْ - قُلْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَفَلَا تَتَّقُونَ şu manalara gelir: