Yunus Sûresi 32. Ayet

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ  ...

İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَٰلِكُمُ işte budur
2 اللَّهُ Allah
3 رَبُّكُمُ sizin Rabbiniz olan ر ب ب
4 الْحَقُّ gerçek ح ق ق
5 فَمَاذَا ne vardır?
6 بَعْدَ dışında ب ع د
7 الْحَقِّ gerçeğin ح ق ق
8 إِلَّا başka
9 الضَّلَالُ sapıklıktan ض ل ل
10 فَأَنَّىٰ öyleyse nasıl? ا ن ي
11 تُصْرَفُونَ döndürülüyorsunuz ص ر ف
 

Cenâb-ı Hakk’ın insanlara pek çok lutfu bulunmakla birlikte, bunlar içinde onların hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan nimetlerin yani –31. âyetteki deyimiyle– rızıkların özel bir önemi olduğu muhakkaktır. Çünkü diğer bütün imkânlar hayatın devam etmesiyle bir anlam taşır. Hayatı devam ettiren rızıkların hem semavî hem de yere (arz) ait şartlarla ilişkisi vardır. Semavî şartların ilk akla geleni yağmur, güneş ışığı ve ısısıdır; bunlar olmadan hiçbir canlı varlığını sürdüremez. Yere ait olanlar ise kısaca canlı ve cansız tabiat varlıklarıyla orada yaşamaya, beslenmeye ve barınmaya imkân veren nimetler, ortam ve şartlardır. Bütün bunları veren ve elverişli kılan da lutuf ve merhamet sahibi Allah’tır. Ama eğer Allah insan oğluna gerek semavî gerekse yere ait imkânlardan yararlanmak için lüzumlu olan donanımı sağlamasaydı bu nimetlerin hiçbir anlamı olmazdı. Âyetin devamında bu donanıma işaret edilmiştir. Allah’ın “işitme ve görme yeteneklerini hükmü altında tutması”ndan maksat, insanın bütün duyuları gibi bunların en önemlileri olan işitme ve görme duyularının, Allah’ın yasaları altında, O’nun gökten ve yerden verdiği rızıklardan istifade edecek şekilde işlemesidir. Hz. Ali’nin, “Bir sıvı”yla (göz bebeği) görmemizi, bir kemikle (kulak kemiği) işitmemizi, bir et parçasıyla (dil) konuşmamızı sağlayan kudret ne yücedir!” dediği rivayet edilir (Râzî, XVII, 86). Cansız nesnelerden canlıları yaratan, canlıları cansız haline getiren de O’dur. Kısaca semaya, arza, insana ve hayata hâkim olan O’dur; “her türlü iş”i idare eden, yani bütün olup bitenleri yapıp yöneten O’dur. Aslında putperest Araplar da bütün bunları yaratan ve idare edenin kim olduğu sorulduğunda, “Allah” diye cevap veriyorlar, onlar bile bir ulu kudretin varlığını tanıyorlardı. Fakat bazı sıradan varlıkların tanrısal özellikler taşıdığına inandıkları için inançlarını şirkle bozmuş ve kirletmişler, dinî hayatta putları öne çıkararak kalplerinde, ahlâk ve yaşayışlarında sadece Allah’a ait olması gereken yere putları koymuşlardı. İşte bu sebeple âyette peygamberin diliyle “Öyleyse (O’na ortak koşmaktan) sakınmıyor musunuz!” buyurularak müşrikler bu hususta uyarılmışlar; gerçek rab olarak yalnız O’nu tanımaları istendikten sonra, bunun dışındaki inançların sapkınlıktan ibaret olduğu bildirilmiş ve bu suretle yalnız müşrik Araplar’ın inançları değil, âyette özetlenen tevhid akîdesine aykırı her türlü inancın sapkınlık olduğuna işaret edilmiştir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 98-99

 

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ

 

İsim cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.

رَبُّكُمُ  kelimesi lafza-i celâlden bedel olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْحَقُّ  kelimesi  رَبُّكُمُ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 


فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ 

 

فَ  atıf harfidir.  مَاذَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.

بَعْدَ  zaman zarfı, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الْحَقِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الضَّلَالُ  kelimesi istifham isminden bedel olup lafzen merfûdur.


فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  اَنّٰى  istifham ismi   كَيْفَ  manasındadır.  تُصْرَفُونَ  fiilinin hali olarak mahallen mansubdur.  

تُصْرَفُونَ  meçhul merfû muzari fiildir.  تُصْرَفُونَ  fiili  نَ  ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 
 

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ 

 

فَ, istînâfiyyedir.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 1, Gâfir Suresi 64, s. 318)

Haberden bedel olan  رَبُّكُمْۚ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu  كُمْۚ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

Aralarında mürâât-ı nazîr bulunan  رَبُّ  ve  اللّٰهُ  isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.

Ayetin başında yer alan  ذٰلِكُمُ  şeklindeki işaret ismi yüce sıfatlarla mevsuf olan Allah Teâlâ’ya işaret eder. Uzak işaretinin kullanılması O’nun büyüklüğünü, yüceliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Enam Suresi 102)

الْحَقُّ  kelimesi  رَبُّكُمُ ’un sıfatıdır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)

Bu cümle, geçen ayetlerin fezlekesi mahiyetindedir. Şöyle ki: Zikredilen eşsiz sıfatların sahibi olduğunu kabul etmek zorunda kaldığınız Allah, Rabbiniz, mutlak malikiniz ve bütün işlerinizin yegâne mütevellisidir. (Ebüssuûd)


فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ 

 

Cümle istînâfiyyeye matuftur. Mübteda konumundaki istifham ismi  مَاذَا, nefy manasındadır.  بَعْدَ الْحَقِّ, mahzuf habere müteallıktır.  الضَّلَالُۚ  merfû makamda olan istifhamdan bedeldir. (Mahmut Sâfî)

مَاذَا, istifham ve işaret isminden mürekkebtir.  مَا  inkârî istifhamdır. İşaret ismi  ذَا  mübtedadır.  الضَّلَالُۚ  işaret isminden istisnadır.  

اِلَّا  ve  مَاذَا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, haberle mübteda arasındadır. Hakkı inkâr etmek dalaletten başka bir şey değildir, manasındadır.

İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.

الْحَقِّ - الضَّلَالُۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Zamir makamında hak kelimesinin zahir olarak zikredilmesi:

  • Ya bu hak önceki haktan farklı,
  • Ya da fazladan bir açıklama olduğu,
  • Yahut hak ile batıl arasındaki karşıtlığı en mükemmel şekilde ortaya koyduğu içindir.

“Hak olmayan şey” sapıklıktan ibarettir. Sapıklığı ise hiç kimse bilerek tercih etmez. (Ebüssuûd)


فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ

 

Yine istînâfiyyeye matuf son cümle, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.  اَنّٰى  istifham harfi cümlede hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki  تُصْرَفُونَ  meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

تُصْرَفُونَ - الضَّلَالُۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Daha önce de açıklandığı gibi bu kabil inkârî istifham içeren ifadelerdeki kuvvet, inkârî fiilin kendisine tevcih etmekte yoktur.

Buradan çıkan anlam şudur: “Siz, kaçınılmaz hak olan tevhidden, bu apaçık yoldan şirke ve putlara tapmaya nasıl çevriliyorsunuz?

Yahut siz, tanrılığı sabit olan gerçek Rabbinize ibadet etmeyip ahirette kaybolup gideceklerini duyduğunuz batıl tanrılara tapmaya nasıl çevriliyorsunuz?” (Ebüssuûd)