Yunus Sûresi 52. Ayet

ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ  ...

Sonra da zulmedenlere, “Ebedî azabı tadın! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun cezasına çarptırılıyorsunuz” denilecektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 قِيلَ denilir ق و ل
3 لِلَّذِينَ kimselere
4 ظَلَمُوا zulmeden(lere) ظ ل م
5 ذُوقُوا tadın ذ و ق
6 عَذَابَ azabı ع ذ ب
7 الْخُلْدِ sonsuz خ ل د
8 هَلْ musunuz?
9 تُجْزَوْنَ cezalandırılıyor ج ز ي
10 إِلَّا başkasıyla
11 بِمَا
12 كُنْتُمْ olduklarınızdan ك و ن
13 تَكْسِبُونَ kazanıyor(lar) ك س ب
 
“Şayet doğruysanız ne zaman gerçekleşecek şu tehdit?” diyerek inkârcılıktan kaynaklanan bir sorumsuzluk örneği sergileyen müşriklere, ne kadar önemli bir konuyu nasıl seviyesizce hafife aldıkları anlatılmaktadır. Burada özellikle şu husus dikkat çekicidir: Âhirete inanmayanlar güya onu aklî yönden imkânsız görüyorlar. Halbuki konuyu iman noktasında değil de sırf akıl açısından düşündüğümüzde bile, inkârcıların kanaatinin aksine, teorik olarak âhiretin olma ihtimali, en az olmama ihtimali kadar güçlüdür. Şu halde, ya olma ihtimali gerçekleşir de bu suretle Allah’ın azabı “bir gece veya gündüz vakti” ona inanmayanların üstüne ansızın inerse –ki öyle olacağında kuşku yoktur– artık ondan kurtulmanın imkânı var mı? 51. âyette, etkili ve uyarıcı bir üslûpla âhireti inkâr edenlerin, azapla yüz yüze geldiklerinde iman etmelerinin anlamsızlığına ve hissedecekleri pişmanlığa işaret edilmekte; 52. âyette, onlar için söz konusu azabın sürekliliği ve bunun kendi olumsuz tutum ve davranışlarının bir sonucu olduğu bildirilmekte; 53. âyette bütün bu gerçeklere rağmen hâlâ âhiret hakkında inkârcı veya kuşkucu davrananlara, dürüstlüğünden herkesin emin olduğu Hz. Peygamber’in yemin ederek verdiği cevapla, bunun kesin olduğu, zamanı geldiğinde kıyametin ve diğer âhiret hallerinin gerçekleşmesini artık hiç kimsenin engelleyemeyeceği haber verilmekte; 54. âyette ise inkârcıların âhirette yaşayacakları korku, telâş ve bunalım özetlenmektedir. Diğer birçok âyette, inkârcıların öldükten sonra yeniden dirilip âhiret hallerini açık seçik gördüklerinde inkâr ve isyanlarından dolayı pişmanlık duyacakları, bu pişmanlıklarını acı ve üzüntü yüklü ifadelerle dile getirecekleri bildirilmektedir (meselâ bk. En‘âm 6/27, 31; Ahzâb 33/66-68; Nebe’ 78/40). Bu sebeple “…pişmanlıklarını içlerinde saklayacaklar” diye çevirdiğimiz 54. âyetteki “eserrü’n-nedâmete” kısmıyla ilgili olarak farklı yorumlar yapılmıştır (bk. Şevkânî, II, 514). Bize göre bunların en mâkul olanı, dünyadayken âhireti inkâr edenlerin öbür dünyada kaçınılmaz âkıbetleriyle yüz yüze geldiklerinde hayret, dehşet ve korku duygularıyla sarsılacakları, bu yüzden âdeta dillerinin tutulacağı, pişmanlıklarını ifade etmeye bile mecal bulamayacakları şeklindeki yorumdur (Râzî, XVII, 111). Kısacası inkârcılar, âhirette yargılanmaları sırasında çeşitli hallerle karşılaştıkça dünyada yapıp ettikleri yüzünden pişmanlık ve üzüntülerini dile getirecekler; burada ifade edildiği üzere, içine atılacakları cehennem azabını karşılarında görmek gibi bazı durumlarda da korku ve dehşetten dilleri tutulacak, pişmanlıklarını dile getirmeye bile takat bulamayacaklardır.
 

ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır.Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

قٖيلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. 

الَّذٖينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  قٖيلَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ذُوقُوا  cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  ذُوقُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَذَابَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  الْخُلْدِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ

 

هَلْ  istifham harfidir.  تُجْزَوْنَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır.  

كُنْتُمْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْسِبُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

تَكْسِبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ

 

Ayet,  ثُمَّ  ile 50. ayetteki  قُلْ أرَأيْتُمْ إنْ أتاكم  cümlesine atfedilmiştir. 

ثُمَّ, rütbe açısından sonralık ifade eder. (Âşûr)

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fiille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قِيلَ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا  ifadesindeki mazi sıygası, olayın gerçekleşmesi hususundaki kesinliğe vurgu yapılmak suretiyle  أتى أمْرُ اللَّهِ  ifadesindeki gibi gelecek zaman manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası olan  ظَلَمُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

الَّذٖينَ  ile bahsi geçen kimseleri tahkir murad edilmiştir.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad formundaki  ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ  cümlesi,  قٖيلَ  fiilinin naib-i faili konumundadır.

Bu cümle  قٖيلَ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. (Muhyiddin Derviş) 

ذُوقُوا  (Tadın) fiiliyle azap, kötü özelliğiyle hoşa gitmeyen bir yemeğe benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin de insanı memnun etmemesidir. Müşebbehün bih tatmak (hoşa gitmeyen yemek) zikredilmiş, müşebbeh (azabın acısını anlamak) kastedilmiştir. Allah Teâlâ tattırmak lafzını azabın etkisini idrak için istiare etmiştir. Yemek hazfedilmiş, lâzımı söylenmiştir. İstiare-i mücerrede olmuştur. 

“Azabı tadın!” ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir.

الذَّوْقُ  kelimesi, duyularla hissetme/algılama anlamında kullanılır ve ıtlak alakasıyla olan bu mecazî kullanım meşhurdur. (Âşûr)

Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyle (yoluyla)dır. Alûsî de emrin ihane için olduğunu söyler.

هَلْ تُجْزَوْنَ  ifadesindeki istifham, istifham-ı inkârî olup nefy (olumsuzluk) manasındadır. (Âşûr)

Zemahşerî şöyle der: “Tadın!” emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasındadır.

Bu ayetteki zulmeden kişiler, “Bu vaat ne zaman?” diyen kişilerdir. Onların zulüm vasfının tescili için izmardan sonra izhar olarak yapılan ıtnâbtır. Bu, şirk koşarak nefse yapılan zulümdür. Yani şirk, zulüm demektir. (Âşûr)


هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ

 

Ta’liliyye hükmünde, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiş bir cümledir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham harfi  هَلْ, nefy manasındadır. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Fiilin muzari sıygasının tecessüm özelliği, olayın göz önünde canlanmasını sağlayarak etkiyi artırmıştır.

İki tekid unsuru sayılan kasr, fail ve mecrur arasındadır.

هَلْ  soru harfi  اِلَّا  ile birlikte kasr oluşturmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Sadece kazandıklarının karşılığı verilecektir. Kesbettiklerinin dışında bir şey için cezalandırılmayacaklardır. Azarlama ve kınama kastı vardır. Ayetin zahiri, cezanın bir amelden dolayı olması gerektiğine delalet eder.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’nın sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel  تُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır.

Masdar harfine dahil olan  بِ  harfi sebebiyet bildirir.

كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)