Yunus Sûresi 53. Ayet

وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟  ...

“O (azap) gerçek midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki o elbette gerçektir. Siz (bu konuda Allah’ı) âciz kılacak değilsiniz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَسْتَنْبِئُونَكَ senden soruyorlar ن ب ا
2 أَحَقٌّ gerçek mi? ح ق ق
3 هُوَ O
4 قُلْ de ki ق و ل
5 إِي evet
6 وَرَبِّي Rabbime yemin ederim ki ر ب ب
7 إِنَّهُ şüphesiz o
8 لَحَقٌّ gerçektir ح ق ق
9 وَمَا ve değil(siniz)
10 أَنْتُمْ siz
11 بِمُعْجِزِينَ aciz bırakacak ع ج ز
 
“Şayet doğruysanız ne zaman gerçekleşecek şu tehdit?” diyerek inkârcılıktan kaynaklanan bir sorumsuzluk örneği sergileyen müşriklere, ne kadar önemli bir konuyu nasıl seviyesizce hafife aldıkları anlatılmaktadır. Burada özellikle şu husus dikkat çekicidir: Âhirete inanmayanlar güya onu aklî yönden imkânsız görüyorlar. Halbuki konuyu iman noktasında değil de sırf akıl açısından düşündüğümüzde bile, inkârcıların kanaatinin aksine, teorik olarak âhiretin olma ihtimali, en az olmama ihtimali kadar güçlüdür. Şu halde, ya olma ihtimali gerçekleşir de bu suretle Allah’ın azabı “bir gece veya gündüz vakti” ona inanmayanların üstüne ansızın inerse –ki öyle olacağında kuşku yoktur– artık ondan kurtulmanın imkânı var mı? 51. âyette, etkili ve uyarıcı bir üslûpla âhireti inkâr edenlerin, azapla yüz yüze geldiklerinde iman etmelerinin anlamsızlığına ve hissedecekleri pişmanlığa işaret edilmekte; 52. âyette, onlar için söz konusu azabın sürekliliği ve bunun kendi olumsuz tutum ve davranışlarının bir sonucu olduğu bildirilmekte; 53. âyette bütün bu gerçeklere rağmen hâlâ âhiret hakkında inkârcı veya kuşkucu davrananlara, dürüstlüğünden herkesin emin olduğu Hz. Peygamber’in yemin ederek verdiği cevapla, bunun kesin olduğu, zamanı geldiğinde kıyametin ve diğer âhiret hallerinin gerçekleşmesini artık hiç kimsenin engelleyemeyeceği haber verilmekte; 54. âyette ise inkârcıların âhirette yaşayacakları korku, telâş ve bunalım özetlenmektedir. Diğer birçok âyette, inkârcıların öldükten sonra yeniden dirilip âhiret hallerini açık seçik gördüklerinde inkâr ve isyanlarından dolayı pişmanlık duyacakları, bu pişmanlıklarını acı ve üzüntü yüklü ifadelerle dile getirecekleri bildirilmektedir (meselâ bk. En‘âm 6/27, 31; Ahzâb 33/66-68; Nebe’ 78/40). Bu sebeple “…pişmanlıklarını içlerinde saklayacaklar” diye çevirdiğimiz 54. âyetteki “eserrü’n-nedâmete” kısmıyla ilgili olarak farklı yorumlar yapılmıştır (bk. Şevkânî, II, 514). Bize göre bunların en mâkul olanı, dünyadayken âhireti inkâr edenlerin öbür dünyada kaçınılmaz âkıbetleriyle yüz yüze geldiklerinde hayret, dehşet ve korku duygularıyla sarsılacakları, bu yüzden âdeta dillerinin tutulacağı, pişmanlıklarını ifade etmeye bile mecal bulamayacakları şeklindeki yorumdur (Râzî, XVII, 111). Kısacası inkârcılar, âhirette yargılanmaları sırasında çeşitli hallerle karşılaştıkça dünyada yapıp ettikleri yüzünden pişmanlık ve üzüntülerini dile getirecekler; burada ifade edildiği üzere, içine atılacakları cehennem azabını karşılarında görmek gibi bazı durumlarda da korku ve dehşetten dilleri tutulacak, pişmanlıklarını dile getirmeye bile takat bulamayacaklardır.
 

وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  حَقٌّ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili  نبأ ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. 


 قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  وَرَبّٖٓي ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اٖي  cevap harfidir.  وَ  kasem harfidir.  وَرَبّٖٓي  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  أقسم  şeklindedir.

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Kasemin cevabı  اِنَّهُ لَحَقٌّ ’dur. 

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  حَقٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  اَنْتُمْ  munfasıl zamiri  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.

بِ  harfi zaiddir.  بِمُعْجِزٖينَ  lafzen mecrur olup  مَا ’nın haberidir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bazen  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا ’nın haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِمُعْجِزٖينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ  fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mansub mahaldeki  اَحَقٌّ هُوَ  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.  اَحَقٌّ  haber,  هُوَ  muahhar mübtedadır.

“Rabbime andolsun ki vadedilen azap hiç şüphesiz haktır, sabittir.”

Onlara verilen cevap, inkârlarının şiddet ve kuvvetine göre tekidin en mükemmeli ile pekiştirilmiştir. (Ebüssuûd)

İstifham burada bilmiyormuş gibi yapma amacıyla kullanılmış, bu yüzden iki farklı hal gözetilerek iki farklı şekilde cevap verilmiştir. İlk olarak sorularının zahirine göre sordukları sorudan muradlarının aslında görünenin tam tersi olduğu hakim üslubu kullanılarak vurgulanmış ve soru sormada asıl gayenin yol gösterilmesini isteme olduğu, bu şekilde böyle bir yol göstericilik fırsatından istifade etmelerinin kendileri için çok daha iyi olacağı belirtilmiştir. Bu sebeple cevap, hakkında soru sorulanı sorgulayan  إي  ibaresi ve işaret cümlesinin birleştirilmesi şeklinde lafzi tekid olarak gelmiştir. Bununla birlikte; kasem ifadesi,  إنَّ  ve lam-ı ibtida da tekid ifadeleridir. (Âşûr) 


 قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟

 

Beyânî istînâf olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  اٖي  cevap,  وَ  kasem harfidir. Car mecrur  رَبّٖٓي ’nin müteallakı olan kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبّٖٓي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygambere ait mütekellim zamirine şan ve şeref kazandırmıştır.

Kasemin cevabı olan  اِنَّهُ لَحَقٌّ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasem cümlesine matuf olan  وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِزٖينَ, menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Nefy harfi  ليس  ,مَا  gibi amel etmiştir. Haberi olan  بِمُعْجِزٖينَ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

حَقٌّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Alimler, ayetteki  هُوَ  (o) zamirinin neyi gösterdiği hususunda ihtilaf etmişler ve bu cümleden olarak şu manaları vermişlerdir:

a. “O, -yani senin getirdiğin Kur’an, nübüvvet ve şer’i hükümler- hak mıdır?”

b. “Bize vadettiğin ba’s (ölümden sonra diriliş) ve kıyamet hak mıdır?

c. “Bu dünyada başımıza geleceğini söylediğin azap, hak mıdır?” (Fahreddin er-Râzî)

اٖي  cevap harfidir. Diğer cevap harflerinden farkı kasem anlamında kullanılmasıdır. (Muhyiddin Derviş - Îrab)

هُوَ  (Bu) zamiri tehdit edildikleri azaba râcidir (döner).  إي  kelimesi ise özel olarak yeminlerde  نعم  (evet) anlamında kullanılır. Tıpkı  هَلْ ’in özel olarak istifhamlarda  قد  (muhakkak) anlamında kullanılması gibi. Nitekim bazı kimselerin bu  إي  kelimesini tek başına değil de yemin  وَ ’ı ile birlikte  اٖي - وَ  şeklinde tasdikte kullandıklarını işitmişimdir. (Keşşâf)

قُلْ اٖى وَرَبّٖى اِنَّهُ لَحَقٌّ  [Evet, Rabbime and ederim ki o elbet ve elbet bir hakikattir.] Burada yemin üslubu kullanılmıştır. Bunun hikmeti şunlardır:

a. Peygamberin onlara alışkın oldukları üslupla hitap ederek kendi tarafına meylettirmeye çalışması. Bir şeyi haber verip de onun doğruluğunu yeminde tekid etmenin, o şeyi şaka faslından çıkarıp ciddiyete naklettiği aşikâr bir husustur.

b. İnsanlar kısım kısımdır. Bazıları bir şeyi, hakiki ve aklî delillerle kabul ederken bazıları da hakiki ve aklî delillerden istifade edemeyip ancak iknaî şeylerden, mesela, bu ayetteki yemin gibi şeylerden istifade eder. Çünkü Hz. Peygambere (sav) gelip de peygamberliğini ve nübüvvetini soran bir bedevî Arap, bu iddianın doğrulanması hususunda yemin ile yetinmişti. İşte bu ayette de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)