Yunus Sûresi 54. Ayet

وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...

(O gün) zulmetmiş olan herkes, eğer yeryüzündeki her şeye sahip olsa, kendini kurtarmak için onu fidye verir. Azabı gördüklerinde, için için derin bir pişmanlık duyarlar. Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 أَنَّ şüphesiz
3 لِكُلِّ her ك ل ل
4 نَفْسٍ nefis ن ف س
5 ظَلَمَتْ zulmeden ظ ل م
6 مَا ne varsa
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
9 لَافْتَدَتْ fidye olarak verirdi ف د ي
10 بِهِ onu
11 وَأَسَرُّوا ve açığa vururlar س ر ر
12 النَّدَامَةَ pişmanlıklarını ن د م
13 لَمَّا zaman
14 رَأَوُا gördükleri ر ا ي
15 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
16 وَقُضِيَ ve hüküm verilir ق ض ي
17 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
18 بِالْقِسْطِ adaletle ق س ط
19 وَهُمْ ve onlar
20 لَا
21 يُظْلَمُونَ haksızlığa uğratılmazlar ظ ل م
 
“Şayet doğruysanız ne zaman gerçekleşecek şu tehdit?” diyerek inkârcılıktan kaynaklanan bir sorumsuzluk örneği sergileyen müşriklere, ne kadar önemli bir konuyu nasıl seviyesizce hafife aldıkları anlatılmaktadır. Burada özellikle şu husus dikkat çekicidir: Âhirete inanmayanlar güya onu aklî yönden imkânsız görüyorlar. Halbuki konuyu iman noktasında değil de sırf akıl açısından düşündüğümüzde bile, inkârcıların kanaatinin aksine, teorik olarak âhiretin olma ihtimali, en az olmama ihtimali kadar güçlüdür. Şu halde, ya olma ihtimali gerçekleşir de bu suretle Allah’ın azabı “bir gece veya gündüz vakti” ona inanmayanların üstüne ansızın inerse –ki öyle olacağında kuşku yoktur– artık ondan kurtulmanın imkânı var mı? 51. âyette, etkili ve uyarıcı bir üslûpla âhireti inkâr edenlerin, azapla yüz yüze geldiklerinde iman etmelerinin anlamsızlığına ve hissedecekleri pişmanlığa işaret edilmekte; 52. âyette, onlar için söz konusu azabın sürekliliği ve bunun kendi olumsuz tutum ve davranışlarının bir sonucu olduğu bildirilmekte; 53. âyette bütün bu gerçeklere rağmen hâlâ âhiret hakkında inkârcı veya kuşkucu davrananlara, dürüstlüğünden herkesin emin olduğu Hz. Peygamber’in yemin ederek verdiği cevapla, bunun kesin olduğu, zamanı geldiğinde kıyametin ve diğer âhiret hallerinin gerçekleşmesini artık hiç kimsenin engelleyemeyeceği haber verilmekte; 54. âyette ise inkârcıların âhirette yaşayacakları korku, telâş ve bunalım özetlenmektedir. Diğer birçok âyette, inkârcıların öldükten sonra yeniden dirilip âhiret hallerini açık seçik gördüklerinde inkâr ve isyanlarından dolayı pişmanlık duyacakları, bu pişmanlıklarını acı ve üzüntü yüklü ifadelerle dile getirecekleri bildirilmektedir (meselâ bk. En‘âm 6/27, 31; Ahzâb 33/66-68; Nebe’ 78/40). Bu sebeple “…pişmanlıklarını içlerinde saklayacaklar” diye çevirdiğimiz 54. âyetteki “eserrü’n-nedâmete” kısmıyla ilgili olarak farklı yorumlar yapılmıştır (bk. Şevkânî, II, 514). Bize göre bunların en mâkul olanı, dünyadayken âhireti inkâr edenlerin öbür dünyada kaçınılmaz âkıbetleriyle yüz yüze geldiklerinde hayret, dehşet ve korku duygularıyla sarsılacakları, bu yüzden âdeta dillerinin tutulacağı, pişmanlıklarını ifade etmeye bile mecal bulamayacakları şeklindeki yorumdur (Râzî, XVII, 111). Kısacası inkârcılar, âhirette yargılanmaları sırasında çeşitli hallerle karşılaştıkça dünyada yapıp ettikleri yüzünden pişmanlık ve üzüntülerini dile getirecekler; burada ifade edildiği üzere, içine atılacakları cehennem azabını karşılarında görmek gibi bazı durumlarda da korku ve dehşetten dilleri tutulacak, pişmanlıklarını dile getirmeye bile takat bulamayacaklardır.
 
50.Ayetle tefsiri verilmiştir.
 
“Yüce Allah kıyamet gününde ateş ehlinin en hafif azâblısına hitaben: ‘Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azaptan kurtulmak için fidye olarak verir miydin?’ diye soracak. Adam, ‘Evet fidye verirdim.’ diyecek. Bunun üzerine Yüce Allah: ‘Sen Âdem’in sulbünde iken ben senden bundan daha kolay olanını istemiştim: Bana hiçbir şeyi ortak kılmamanı istemiştim. Fakat sen bana ortak kılmaya devam edip durdun.’ buyuracaktır.”
(Buhari, Rikak 51)
 
فدي Fedeye: فِدَاءٌ bir insanı kendine karşılık olarak verilecek bir şeyle beladan korumaktır. Bir kimsenin fidyeyi kendi canına karşılık vermesi ise إفْتَدَى fiili ile ifade edilir. İnsanın yerine getiremediği bir ibadetle ilgili kendi nefsini korumak için verdiği mala da fidye فِديَةٌ denir. Örneğin yeminin veya orucun kefareti gibi.. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fidye, fedâ ve fedâidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  ثبت (sabit oldu) şeklindedir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

لِكُلِّ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  نَفْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ظَلَمَتْ  fiili, نَفْسٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. ظَلَمَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl, اَنَّ ’nin muahhar ismi olup mahallen mansubtur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  mahzuf sılaya müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

افْتَدَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis  alametidir. Faili müstetir olup takdiri   هى ’dir.

بِه۪ car mecruru  افْتَدَتْ  fiiline müteallıktır.

افْتَدَتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  فدي ’dır.

Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَسَرُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النَّدَامَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

رَاَوُا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَوُا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

 

وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

وَ  atıf harfidir.  قُضِيَ  fetha üzere mebni,  meçhul mazi  fiildir. Naib-i faili mahzuftur. Takdiri,  القضاء  şeklindedir. 

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  قُضِيَ  fiiline müteallıktır. 

بِالْقِسْطِ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. 

وَ  haliyyedir. Muttasıl zamir  هُمْ  mübteda  olarak mahallen merfûdur. 

لَا, nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُظْلَمُونَ  fiili,  ن ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

لَا يُظْلَمُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

 

وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu …اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ  cümlesi masdar tevili ile takdiri  ثبت  (sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Şart fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Masdar-ı müevvel olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِكُلِّ نَفْسٍ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

ظَلَمَتْ  mazi fiil cümlesi  نَفْسٍ  için sıfattır. Sıfat mevsufunun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası mahzuftur.  فِي الْاَرْضِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

Cevap harfi  لَ  ile gelen  لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

İstînâfiyye olan ilk cümleye matuf olan  وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidai kelamdır. 

اَسَرُّوا  fiilinin zamiri  لِكُلِّ نَفْسٍ ’e aittir. Müzekker gelen fiil, tağlîb yoluyla müennesi de kapsamıştır. (Aşûr)

ظَلَمَتْ  fiilinde irsâd sanatı vardır.

اَسَرُّوا, “hem gizlediler hem açığa vurdular” anlamı taşır. Arapçada zıt anlamlı kelimeler grubundandır. (Hüseyin Tural, Arap Dilinde Ezdad) 

Gizleme, sabır ve sebat göstermelerinden değil şaşırıp kalmalarından dolayıdır. 

Bir diğer görüşe göre ise onlar, samimi olarak yaptıklarından, inkâr ve istihzalarından pişmanlık duyarlar.

Başka bir görüşe göre ise duydukları bu pişmanlığı da açıklarlar. Ebüssuûd 

اَسَرُّوا النَّدَامَةَ  [Pişmanlık izhar ettiler.] ifadesi, mazi sıygasındadır. Halbuki kıyamet, gelecek zamanda olacak şeylerdendir. Fakat kıyametin meydana gelmesi çok kesin olduğu için Cenab-ı Allah, gelecekte olacak bu işi sanki mazide olup bitmiş gibi kabul etmiştir. 

اَسَرَّ  fiili, hem gizlemek hem de izhar etmek, göstermek manasına gelen, ezdâd kelimelerdendir. Burada “gizlemek” manasına geldiğini açıktır. (Fahreddin er-Râzî)


 لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ

 

Şart manalı zaman zarfı  لَمَّا ’nın muzâf olduğu  رَاَوُا الْعَذَابَۚ  şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için mazi sıygada gelmiştir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88) 

Azabın el takısıyla marife olması bu özelliğin kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.


 وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi başındaki istînâfa atfedilmiştir. 

قُضِيَ بَيْنَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هُمْ لَا يُظْلَمُونَ  cümlesine dahil olan  وَ, haliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedin menfi muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.

يُظْلَمُونَ - الْقِسْطِ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ  [Aralarında adaletle hüküm verilir.] sözünden sonra gelen  وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  “Onlara zulmedilmez.” ifadesi, hükmetmedeki hassasiyeti vurgulamak kastıyla yapılmış ıtnâbdır.

قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ibaresi 47. ayette de geçmişti, aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لَا يُظْلَمُونَ - ظَلَمَتْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.