Yunus Sûresi 55. Ayet

اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...

Bilesiniz ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki, Allah’ın va’di haktır. Fakat onların çoğu bunu bilmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَا iyi bilin ki
2 إِنَّ şüphesiz
3 لِلَّهِ Allah’ındır
4 مَا olanların tümü
5 فِي
6 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
7 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
8 أَلَا İyi bilin ki
9 إِنَّ şüphesiz
10 وَعْدَ vaadettiği و ع د
11 اللَّهِ Allah’ın
12 حَقٌّ gerçektir ح ق ق
13 وَلَٰكِنَّ ancak
14 أَكْثَرَهُمْ onların çoğu ك ث ر
15 لَا
16 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م
 

“Gökler ve yer” ifadesiyle topyekün evren kastedilmektedir. Evren ve hayat bütün var olanları kuşatan kavramlardır. Evren ve hayatın kaderine toplu bir bakışı dile getiren bu iki âyet, dolaylı olarak bu kaderi elinde tutan yüce kudretin âhiret hayatını gerçekleştirmesini imkânsız görmenin saçmalığına işaret etmektedir. “Allah’ın olacağını bildirdiği şey gerçektir”; O, “Âhiret gerçekleşecek ve her insan bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabını orada verecek” dediğine göre bu muhakkak ki olacaktır; aksini düşünmek –hâşâ– Allah’ın âciz olduğunu veya sözünde durmayacağını kabul etmek anlamına gelir; bu anlayış ise olsa olsa bir cehalet ürünü olabilir. Bu sebeple 55. âyetin sonunda âhireti inkâr edenler kastedilerek, “Onların çoğu bilmezler” yani “delillerden habersizdirler, varlık ve olayların dış görünüşleriyle yetinip aldanırlar; sonuçta da gerçeğin engin bilgilerinden mahrum kalırlar” (Râzî, XVII, 113) buyurulmuş; 56. âyetin sonunda da Allah’a dönüşün kaçınılmaz olduğu bir defa daha teyit edilmiştir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 112-113

 

اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

اَلَٓا  tenbih harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

لِلّٰهِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  مَا  müşterek ismi mevsûl, اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلّٰهِ  ifadesinde yer alan  ل  harfi hem mülkiyeti, sahipliği hem de mutlak egemenliği ifade eder. Mutlak egemenliği elinde bulunduran Allah kullarına zulmetmeyi asla istemez. Ancak hakimiyetleri noksan olan idareciler zulmeder. Ama Yüce Allah mutlak egemenliğe sahip olduğundan kullarına zulmetmez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

 

 اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

اَلَٓا  tenbih harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

وَعْدَ اللّٰهِ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَقٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ ’de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

لٰكِنَّ ’nin ismi  أَكۡثَرَ  lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ ’dir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  إنَّ ’nin dahil olduğu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesinin başına gelen  اَلَٓا  devamında gelecek söze dikkat çekmiş ve cümleyi tekid etmiştir.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلّٰهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr,  اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksûrun aleyh/mevsuf,  مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  maksûr/sıfattır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.

Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Müşterek  ism-i mevsûl  مَا, hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.

لِلَّهِ  kelimesindeki lam; milk manası içindir,  ما  ism-i mevsûlu umumi manalıdır, görünen ve görünmeyen mevcudatı ifade eder. (Âşûr)

Haberin  إنَّ  ile tekid edilmesi müşrikleri ret içindir. Çünkü Allah’a şirk koştukları için o ortakların Allah’ın mülkünde olmadığını öne sürmüşlerdir. Bunun için  إنَّ nin haberi önemi dolayısıyla ismine takdim edilmiştir. Böylece şirk koşmaları kasr üslubuyla reddedilmiştir. Her iki yerde önem sebebiyle ve inkârlarını ret için tenbih harfinden sonra bir de  إنَّ  ile tekid edilmiştir. (Âşûr) 

Kur’an’da çok kez geçen  لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  sözünde iktibas vardır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Burada “dikkat edin” anlamındaki  اَلَٓا  kelimesi, gafil insanları uyarmak için kullanılır. Bu dünya ehli, gafildir. Zahirî sebeplere bakarak oyalanır ve eşyayı zahirdeki sahiplerine nispet ederek: “Bu Zeyd’in evidir. Amr’ın kölesidir, saltanat halifeye, tasarruf vezire aittir.” gibi ifadeler kullanırlar. Böylece gaflet ve cehalet uykusuna dalarlar. Bu nispetlerin doğru olduğunu sanırlar. Bundan dolayı yüce Allah, uyuyan dünya ehline bu kelime ile hitap ederek onları uyanmaya teşvik eder. (Ruhu’l Beyan)


 اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اَلَٓا  ve  إنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, vaadin şanını tazim ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir.

وَعْدَ  kelimesinin lafz-ı celâle muzâf olması tazim ifade eder.  إنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

اَلَٓا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لِلَّهِ  kelimesindeki lam; milk manası içindir,  ما  ism-i mevsûlu umumi manalıdır, görünen ve görünmeyen mevcudatı ifade eder. 

وَعْدَ, ya vadedilenler anlamındadır yani Allah tarafından vadedilen her şey haktır, demektir; o takdirde onların acele istedikleri azap ile o azabın halini beyan konusunda zikredilenler de öncelikle bu hükme dahildir ya da bu vaadin masdar manası kastedilmektedir yani Allah'ın bütün zikredilenlere ilişkin vaadi haktır.

حَقٌّ  kelimesi de birinci manaya göre kesin olarak sabit ve vakidir; ikinci manaya göre ise gerçeğe uygundur, demektir.

Ayetin zikredilen her iki cümlesinin başında da tenbih (اَلَٓا / haberiniz olsun) ve tahkik (اِنَّ / şüphesiz) harflerinin zikredilmesi, geçen ayeti kerimelerin içeriklerini de açıklayan bu iki cümlenin anlamlarının gerçekliğini tescil etmek ve bu vaadin, zihinden çıkarılmamasının ve muhafaza edilmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i bu ayette şu dört vasıfla nitelemiştir:

a. O, 'Allah katından bir mev'iza (öğüt)tür.

b. O, kalplerdeki hastalıklara bir şifadır.

c. Hidayettir.

d. Müminlere rahmettir. (Fahreddin er-Râzî)

Tezyîl cümlesidir, tenbih harfiyle başlamış ve yukarıda tafsilatlı olarak işittikleri amacın dinlenmesi için tekrar edilmiştir. (Âşûr)

Bu cümlede Allah’a ait bir zamir yerine zahir ismin gelmesi mesel tarikinde müstakil olarak kullanılabilmesi içindir. (Âşûr)


  وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Cümle makabline atfedilmiştir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ, kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lâzımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

Münafıklar kendilerinin değil müminlerin akılsız olduklarına inanıyorlardı. Allah Teâlâ onların bu inancını ters çevirerek, inananların değil kendilerinin akılsız olduğunu ama bunu bilmediklerini dile getirdi. Bunun için kasr-ı kalb olmuştur.

“Bilmeme” keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir.

(Ebüssuûd)

Burada istidrak üslubu gelmiştir. Çünkü önceki iki cümle ile onların yanlış itikadının reddi istenmiştir. Böylece bu cümlelerin manasındaki şek olumsuzlanmıştır. Adeta şöyle denmiştir: Bunun gerçek olduğunda şüphe yoktur. Ancak onların çoğu bilmezler. Bunun için de şüphe ederler. İlmin olmayışı أكْثَرِ  kelimesiyle desteklenmiştir. Bunda da onların arasında bunu bilenlerin olduğu ve kibirlenerek karşı çıktıklarına işaret edilmiştir. (Âşûr)