Yunus Sûresi 57. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ  ...

Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 قَدْ muhakkak
4 جَاءَتْكُمْ size gelmiştir ج ي ا
5 مَوْعِظَةٌ bir öğüt و ع ظ
6 مِنْ
7 رَبِّكُمْ Rabbinizden ر ب ب
8 وَشِفَاءٌ ve bir şifa ش ف ي
9 لِمَا olanlar için
10 فِي
11 الصُّدُورِ gönüllerde ص د ر
12 وَهُدًى ve bir hidayet ه د ي
13 وَرَحْمَةٌ ve rahmet ر ح م
14 لِلْمُؤْمِنِينَ mü’minler için ا م ن
 

Özellikle âhiretle ilgili açıklama ve uyarıların yer aldığı 45-56. âyetlerin ardından Kur’ân-ı Kerîm’in öğüt, şifa, rehber (hüdâ), rahmet olarak gösterilmesiyle, bir bakıma, bu açıklama ve uyarıların niçin yapıldığının cevabı da ortaya konmuş bulunmaktadır. Çünkü âhireti inkâr etmek ve bunun neticesinde âhiret sorumluluğunu hissetmeden yaşamak iman ve amelde sapma demektir. Kur’an, öncelikle bu tehlikeli duruma karşı insanlara öğüt vermekte, onları aydınlatmakta; ikinci olarak her bir insanın gönül dünyalarına hitap ederek oradaki mânevî ve ahlâkî bozuklukları tedaviye yönelmekte, insanın iç dünyasını arındırmasını, doğru inanç ve güzel hasletler kazanmasını sağlayıcı hükümler getirmekte; üçüncü olarak Kur’an’ın uyarı ve öğütlerini ciddiye alıp onun şifa verici hükümlerini benimseyen müminin doğru ve yanlışları görmesine, ebedî kurtuluşa yönelmesine ve hak yolda yürümesine rehberlik etmekte; nihayet bu kemal derecelerini aşan müminlerin Allah’ın sevgi ve merhametini kazanmalarını sağlamaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in özellikle müminler için bir rehber ve rahmet olarak gösterilmesi, insanların Kur’an karşısındaki tavrıyla ilgilidir. Çünkü inatçı ve ön yargılı tavırlarıyla daha baştan doğru ve hayırlı olan şeylere kendilerini kapatanlar, nübüvvet ve vahiy nurundan yararlanamazlar; bu yüzden de özünde hidayet ve rahmet olan Kur’an bunlara fayda sağlamaz (Râzî, XVII, 116-117). Nitekim A‘râf sûresinde (7/179) “…Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da akılsızdırlar. İşte asıl gafiller onlardır ” buyurularak bu hususa açıklık getirilmiştir.

 

 Fahreddin er-Râzî, peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan biri mûcize, diğeri aklî burhan olmak üzere iki farklı delil şekli bulunduğunu belirtmekte ve bu âyeti, Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu aklî olarak kanıtlayan delillerden biri olarak göstermektedir (XVII, 114-117).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 114-115

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

يَٓا  nida harfi,  اَيُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

النَّاسُ  münadadan bedel veya onun sıfatıdır.

Nidanın cevabı   قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ ’dir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَتْكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَوْعِظَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  مَوْعِظَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

شِفَٓاءٌ  kelimesi atıf harfi وَ  ile  مَوْعِظَةٌ ’e matuf olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  لِ  harf-i ceri ile birlikte  شِفَٓاءٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. 

فِي الصُّدُورِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

هُدًى kelimesi atıf harfi  وَ  ile  مَوْعِظَةٌ ’e matuf olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

رَحْمَةٌ  kelimesi  atıf harfi وَ  ile  مَوْعِظَةٌ ’e matuf olup lafzen merfûdur.

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  رَحْمَةٌ ’e müteallıktır.  الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan …قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ, tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

Ayet-i kerime dikkat çekmek için nidayla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder. 

Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Allah Teâlâ’nın kullarına çağrıda bulunurken son derece etkili ve beliğ bir üslup kullanması beyan ettiği hakikatlerin önemli olduğunu vurgulamak ve bunların muhataplar tarafından fark edilerek gerekli mesajı almalarını sağlamak içindir. Ancak insanların çoğu bundan gafildirler. (Beyzâvî)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  شِفَٓاءٌ  ,مَا ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası mahzuftur. فِي الصُّدُورِ  car-mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

هُدًى  -  رَحْمَةٌ  -  وَشِفَٓاءٌ  merfû mahaldeki  مَوْعِظَةٌ ’e matuftur. Bu kelimelerdeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

Allah’ın fazlından müminlere gelenlerin, öğüt, şifa, hidayet ve rahmet olarak sayılması taksim sanatıdır.

رَبُّكُمْ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu  كُمْۚ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

وَرَحْمَةٌ - هُدًى - مَوْعِظَةٌ - شِفَٓاءٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

شِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ  (Kalplere şifadır) ibaresinde الصُّدُورِ ’dan kasıt kalptir. Çünkü  الصُّدُورِ kalbin mahallidir. Yani bu ifade Kur’an’ın cehalet, şirk, nifak gibi kalp hastalıklarının devası olduğunu ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

وْعِظَ  ve  مَوْعِظَةٌ, ister zecr ve korkutma yoluyla olsun, ister teşvik ve özendirme yoluyla olsun, akıbetleri hatırlatmaktır. (Ebüssûud)

Bu ayet Kur’an’daki 6 şifa ayetinden biridir. Diğerleri de Tevbe Suresi 14, Nahl Suresi 69, İsra Suresi 82, Şuara Suresi 80 ve Fussilet Suresi 44 ayetleridir.

Va'z ve mev'iza, ister zecri ve korkutma yoluyla olsun, ister teşvik ve özendirme yoluyla olsun akıbetleri hatırlatmaktır. (Ebüssuûd)

Kur’an bir çok yerde  يا أيُّها النّاسُ  ile müşriklere hitap ettiği için burada da hitabın müşriklere olması caizdir. İfadenin sonundaki hidayetin ve rahmetin müminler için olduğu ifadesinde idmâc vardır ve müşriklerin Kur’an’ın öğüt ve göğüslerine şifa olmasını haram kıldıkları tescil edilmiştir. Ama müminler Kur’an’dan faydalanmışlardır. (Âşûr)

Kelamın tekid için  قَدْ  ile gelmesi muhatapların çoğunun Kur’an’ın bu vasıflarını inkâr etmesi sebebiyledir. (Âşûr)