وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Mekke putperestleri bir yandan Allah’ın birliği ve aşkınlığıyla bağdaşmayan sözler sarfederken bir yandan da Hz. Muhammed’i yalancılıkla suçluyor, Kur’an’ın onun uydurması olduğunu söylüyor, kendilerini çok güçlü görerek ona tehditler savuruyor, buna benzer üzücü sözlerle onu incitiyorlardı. Âyette bu tutumlar karşısında Hz. Peygamber teselli edilmekte, asıl gücün tamamıyla Allah’a ait olduğu hatırlatılarak bir bakıma Hz. Peygamber’e ve onun şahsında müminler arasında inkârcıların haksız saldırılarına uğrayanlara şöyle denilmektedir: “Sen üzülme! Allah onların konuştuklarını duymakta bilmektedir ve ortaksız gücüyle onların hakkından gelecek, sana yardım edecektir. Son tahlilde başarı, Allah’ın yolundan giden, imanda ve güzel işlerde sebat göstererek Allah’ın yardımını hak edenlerindir (benzer açıklamalar için bk. Zemahşerî, II, 196; Râzî, XVII, 129-130).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 120
وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
يَحْزُنْكَ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَوْلُهُمْۢ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الْعِزَّةَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. لِلّٰهِ lafza-i celâli , mahzuf habere müteallıktır.
جَم۪يعاً kelimesi الْعِزَّةَ ’nin hali olup lafzen mansubdur.
جَم۪يعاً kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
السَّم۪يعُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ise ikinci haberdir.
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَ ’ın atıf olması da caizdir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
حزن fiilinin قَوْل ’e isnadı, aklî mecazdır. “Onların sözleri sebebiyle üzülme” manasındadır.
Resulullah’ı (s.a.) üzülmekten nehyetmede mübalağa göstermek için ayetteki nehy, müşriklerin sözlerine yöneltilmiştir. (Ruhu’l Beyan)
اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ
Bu kelam, geçen nehyin illetidir. Çünkü Allah'ın mülkünde ve hükümranlığında şan, şeref, üstünlük, galibiyet ve tasarruf tamamen O'na aittir. Ne onlardan ne de başkalarından hiç kimse bundan en küçük bir şeye asla malik değildir. Binaenaleyh Allah, onları kahredecek; seni onlardan koruyacak; seni onlara karşı muzaffer kılacaktır. (Ebüssuûd)
Cümle ta’liliyye veya istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ , لِلّٰهِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
الْعِزَّةَ kelimesindeki marifelik siyakın delaletiyle istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)
جَم۪يعًا manevi tekid olarak gelmiştir, haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Vahidî şöyle der: “Arapçada ‘izzet’, şiddet ve güç demektir. Münafıklar, Yahudilerle birleşmek suretiyle güç ve kuvvet arıyorlardı. Kâmil ve mükemmel kudret, Allah’a aittir. O’nun dışında kalan herkes ise O’nun kudret vermesiyle kadir, O’nun aziz kılmasıyla aziz, izzet sahibi olurlar. Binaenaleyh gerek peygamber gerekse müminler için söz konusu olan izzet, ancak Allah’ın vermesiyle olmuştur. Bu sebeple durum iyice incelendiğinde, bütün izzetin, kudretin Allah’a ait olduğu ortaya çıkmış olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümle, inkârî istifhamın ifade ettiği görüşün bâtıl ve o görüşte olanların sonlarının hüsran olduğunun sebebini vuzuha kavuşturur. Çünkü bütün kuvvet, kudret ve galibiyet Allah Teâlâ’ya münhasırdır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 139)
هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Talil cümleleri ıtnâb babındandır.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ birinci haber, الْعَل۪يمُ ikinci haberdir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası; Allah'ın işitmesi ve bilgisi her şeyi kuşatmıştır, demektir. (Safvetu't Tefasir)
Ayet, Allah Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle السَّمِيعُ الْعَلِيمُ şeklinde bitmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerin zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı. Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir.
Bu iki sıfatın bir arada zikredilmesi, hem vaat hem vaîd içermektedir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
“O, hakkıyla işitendir.” sözü “Dediklerini işitir.”; “Kemaliyle bilendir.” sözü de “Kararlarını bilir.” demektir. Bundan maksat da “...karşılığını onlara verir.” manasıdır. (Beyzâvî) O halde lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel vardır.
السَّم۪يعُ - قَوْلُهُمْۢ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.