Yunus Sûresi 81. Ayet

فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ  ...

Sihirbazlar atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا zaman
2 أَلْقَوْا attıkları ل ق ي
3 قَالَ dedi ki ق و ل
4 مُوسَىٰ Musa
5 مَا şeyler
6 جِئْتُمْ sizin getirdiğiniz ج ي ا
7 بِهِ (onunla)
8 السِّحْرُ sihirdir س ح ر
9 إِنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah
11 سَيُبْطِلُهُ onu boşa çıkaracaktır ب ط ل
12 إِنَّ şüphesiz
13 اللَّهَ Allah
14 لَا
15 يُصْلِحُ düzeltmez ص ل ح
16 عَمَلَ işlerini ع م ل
17 الْمُفْسِدِينَ bozguncuların ف س د
 
Mekkeli müşrikler tarafından bilinmekte olan Hz. Mûsâ ile Firavun arasındaki mücadelenin öyküsü Kur’an’ın birçok yerinde değişik yönleriyle ele alınmış, bir yandan bu kıssadan alınacak ibretlere dikkat çekilmiş, diğer yandan da daha çok İsrâiloğulları’nca aktarılagelen yanlış bilgiler düzeltilmiştir. Burada, Hz. Mûsâ’nın, kardeşi Hz. Hârun’la birlikte Firavun’a ve çevresindeki ileri gelenlere açık kanıtlarla gönderildiği belirtilmekte, halktan söz edilmemektedir. Bunu –tarihî bilgiler ve Kur’an’da yer alan açıklamalar ışığında– o dönemde halkın korkunç bir baskı altında bulunmasıyla izah etmek mümkündür. Firavun’un İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını tek tek katlettirdiği bir dönemde, Hz. Mûsâ’nın bizzat onun sarayında ve himayesinde büyütülmüş olması bile başlı başına bir mûcize ve ilâhî iradenin mutlak gücünün açık bir göstergesi olduğu halde, günaha gömülmüş olmaları bu gerçeği görmelerini önlemiş ve iman çağrısını kabullenmeyi kibirlerine yedirememişlerdi. Hz. Mûsâ’nın getirdiği mûcizeleri “sihir” diye itham etmeleri bile aslında bunlardan büyülenmiş gibi etkilendiklerinin ipuçlarını veriyordu. Fakat asıl engel, ellerinde tuttukları nüfuz ve gücün kendilerinden alınması endişesiydi. Güya atalarından aldıkları emanete sahip çıkarak muhafazakâr bir tavır sergilemeye çalışırken dahi “Bu yerde egemenlik ve nüfuz ikinizin olsun diye mi?” sözleriyle gerçek rahatsızlıklarını açığa vurmuş oluyorlardı.Böyle bir durumda yapılan çağrının gerçekliği üzerinde düşünmek yerine ne kadar ön yargılı olduklarını açıkça muhataba hissettirip mâneviyatını kırmak ve onun bu çabadan vazgeçmesini sağlamak en kestirme yol olabilirdi. Nitekim “Biz ikinize de inanacak değiliz” diyerek bunu denediler. Fakat sihrin çok revaçta olduğu böyle bir ortamda hem Mûsâ’nın getirdiklerini sihir olarak niteleyip hem ondan üstününü ortaya koyamamak Firavun’u kendi kamuoyu önünde küçük düşürecekti. Bu sebeple ülkesindeki en hünerli sihirbazları toplatıp Mûsâ’ya dersini vermelerini istedi. Ne var ki asıl sihir işte o büyücülerin ortaya koyduğuydu ve Allah’ın yardımıyla Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeler karşısında bunların ipliğinin pazara çıkması kaçınılmazdı. Başka sûrelerde açıklandığı üzere, Mûsâ’nın mûcizeleri karşısında ilk etkilenenler de bizzat o ünlü sihirbazlar oldu (sihir hakkında bk. Bakara 2/102; Hz. Mûsâ’nın mûcizeleri ve Firavun tarafından düzenlenen sihir yarışmasının daha geniş anlatımı için bk. A‘râf 7/106-126).
 

فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اَلْقَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَلْقَوْا  şart fiili olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevabı  قَالَ مُوسٰى ’dir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Mekulü’l-kavl, مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur.  İsm-i mevsûlun sılası  جِئْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

جِئْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بِهِ  car mecruru  جِئْتُمْ  fiiline müteallıktır.

السِّحْرُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

اَلْقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  سَيُبْطِلُهُ  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. 

سَيُبْطِلُهُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يُبْطِلُهُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  لَا يُصْلِحُ  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُصْلِحُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَمَلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْمُفْسِد۪ينَ  muzâfun ileyh olup  cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُفْسِد۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اَلْقَوْا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  قَالَ مُوسٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi olup faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  جِئْتُمْ بِهِ,  mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûlün müphem yapıdaki ism-i mevsûlle gelmesi sonradan gelecek olan  اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُ  cümlesine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)

Haber olan  السِّحْرُۜ ’un, el takısıyla marife olması bu sıfatın kemâline işaret eder.

جِئْتُمْ بِهِ  sözünün manası, onu bize gösterin demektir.  المَجِيءُ  fiili, izhar etmek (açıkça göstermek) manasında mecazdır. Çünkü bir şeyi getiren kişi onun geldiği yeri gösterir. Aslında örfî bir kullanımdır. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 


 اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve  سَ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’in haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُ  şeklindeki isim cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş, haberin muzari fiille gelmesiyle isnad tekrarlanmış,  سَ  harfi ile ikinci bir tekid yapılarak Allah’ın onu batıl kılacağı çok kesin bir dille haber verilmiştir. Aynı kalıpla gelen sonraki cümle de bu ifadeyi desteklemiştir.

 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.  اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi ve zamir makamında zahir isim gelerek tekrarlanması, telezzüz, teberrük ve haşyet duygularını artırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمُفْسِد۪ينَ - يُصْلِحُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

سَيُبْطِلُهُۜ - الْمُفْسِد۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ  [Bozucuların yaptıklarını Allah düzeltmez,] kalıcı ve daim kılmaz, aksine onu yokluğa mahkum eder demektir. (Keşşâf, Ebüssuûd)