Hûd Sûresi 12. Ayet

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ  ...

(Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَعَلَّكَ belki de
2 تَارِكٌ bırakacaksın ت ر ك
3 بَعْضَ bir kısmını ب ع ض
4 مَا
5 يُوحَىٰ vahyedilenin و ح ي
6 إِلَيْكَ sana
7 وَضَائِقٌ ve daralacak ض ي ق
8 بِهِ onunla
9 صَدْرُكَ göğsün ص د ر
10 أَنْ dolayı
11 يَقُولُوا demelerinden ق و ل
12 لَوْلَا değil miydi?
13 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
14 عَلَيْهِ ona
15 كَنْزٌ bir hazine ك ن ز
16 أَوْ veya
17 جَاءَ gelmeli ج ي ا
18 مَعَهُ beraberinde
19 مَلَكٌ bir melek م ل ك
20 إِنَّمَا ancak
21 أَنْتَ sen
22 نَذِيرٌ bir uyarıcısın ن ذ ر
23 وَاللَّهُ Allah ise
24 عَلَىٰ üzerine
25 كُلِّ her ك ل ل
26 شَيْءٍ şey ش ي ا
27 وَكِيلٌ vekildir و ك ل
 
Müşrikler, “Muhammed madem peygamberdir, gaipten haber veriyor, o halde geçimini sağlamak için ne diye bu kadar uğraşıyor? Gökten kendisine bir hazine indirilmeli, o da bu sıkıntıdan kurtulmalı veya beraberinde kendisinin peygamber olduğunu tasdik edecek bir melek gelmelidir!” şeklinde alaylı ifadelerle Hz. Peygamber’i sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Bu durumdan Hz. Peygamber’in son derece huzursuz olduğu âyetin muhtevasından anlaşılmaktadır. Daha önce de Mekke dağlarının altın olmasını istemişler, Peygamber’in yiyip içmesini ve rızkını kazanmak için çarşıda pazarda dolaşmasını yadırgamışlar; kendisiyle birlikte bir meleğin gelmesini veya ona bir hazinenin indirilmesini yahut ürününden yiyip içeceği bir bahçesinin bulunmasını talep etmişlerdi (Furkan 25/7-8). Müşriklerin böyle alaylı teklifleri karşısında incinen Hz. Peygamber’in, ortamın yumuşayacağı beklentisiyle onlara ters gelen âyetlerin tebliğini bir süre geciktirmesi ihtimaline karşı yüce Allah, Kur’an’dan herhangi bir âyetin tebliğ edilmemesinin doğru olmayacağını, Peygamber’in asıl görevinin Allah’ın gönderdiği vahyi eksiksiz olarak insanlara ulaştırmak olduğunu, bundan ötesinin Allah’a ait bulunduğunu resulüne bildirmiş; ayrıca Allah’ın her şeye vekil olduğunu hatırlatarak ona cesaret, ümit ve teselli vermiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 154
 

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَارِكٌ  kelimesi  لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.

بَعْضَ  kelimesi ism-i fail olan  تَارِكٌ ’un mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُوحٰٓى اِلَيْكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُوحٰٓى  elif mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

اِلَيْكَ  car mecruru  يُوحٰٓى  fiiline müteallıktır.

ضَٓائِقٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  تَارِكٌ ’e matuftur.  بِه۪  car mecruru  ضَٓائِقٌ ’e müteallıktır. 

صَدْرُكَ  kelimesi ism-i fail olan  ضَٓائِقٌ ’un faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَارِكٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ترك  fiilinin ism-i failidir.

ضَٓائِقٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ضيق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli ( ال ) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  خشية أن يقولوا  (demelerinden korktuğun için) şeklindedir.

يَقُولُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli, لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ ’dir.  يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. كَنْزٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَعَ  mekân zarfı,  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَلَكٌ  fail olup lafzen merfûdur.


اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ

 

اِنَّـمَٓا, kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. نَذ۪يرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  نَذ۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  وَك۪يلٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَك۪يلٌ  ise haber olup lafzen merfûdur. 

وَك۪يلٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Terecci harfi  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu ayet, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

بَعْضَ  kelimesi,  تَارِكٌ  için mef’ûldür.  تَارِكٌ ’un ism-i fail kalıbında olması mef’ûl almasını mümkün kılmıştır.

Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  يُوحٰٓى اِلَيْكَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

وَضَٓائِقٌ, haber olan  تَارِكٌ ’a matuftur.  صَدْرُكَ, ism-i fail kalıbındaki  ضَٓائِقٌ ’un failidir.

ضَٓائِقٌ ’un,  صَدْرُ ’ya isnadı, aklî mecazdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki …يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ  cümlesi, masdar teviliyle muzâfun ileyhtir. Mahzuf olan muzâfın takdiri; …خشية أن يقولوا  (Söylemekten korkarak) şeklindedir.

يَقُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ, cümlesine  هلا  manasındaki tahdid harfi dahil olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mütekellimin alay amacına işaret eden haberî üsluptaki cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.  

لَوْلاَ, -meli/-malı, değil mi, ...olsaydı ya  manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak, bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌ  cümlesi, aynı üslupta gelerek makabline اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir.

لَوْلَٓا  burada, “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî, Enam Suresi 37)

مَلَكٌ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır yani  “sakınıp korunmanız için” demektir, der. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl, Tevbe Suresi 22) 

İbni Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Mekkeli önderler: “Ey Muhammed, şayet peygamber isen Mekke dağlarını bize altın yap!”; başkaları da “Bize, senin peygamberliğine şehadet edecek melekler getir!” demişlerdi de, O da: “Benim buna gücüm yetmez!" deyince de, işte o zaman bu ayet-i kerime nazil olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet, İslam tarihinin o zor döneminin havasını yansıtır, Peygamberimizin içinde bulunduğu can sıkıntısını kanıtlar. O dönemin keçi inatlı cahiliyesine karşı koymanın ne kadar ağır bir yük olduğu hakkında bize fikir verir. Çünkü Peygamberimiz o çetin dönemde akrabası ile yardımcısını yani amcası Ebu Talib ile eşi Hz. Hatice’yi kaybetmiş, bu yüzden yalnızlık duygusu gönlünü karartmış, bunun sonucu olarak cahiliye kuşatmasının çemberi içinde sıkışıp kalan bir avuç Müslüman azınlığın kalplerini keder sarmıştı. Ayetin kelimeleri arasında yükselen bu hüzünlü hava nerdeyse elle dokunulacak kadar somuttur. İşte bu ağır havayı dağıtmak üzere inen bu rahatlatıcı ilâhî sözler kalplere huzur aşılıyor, gergin sinirleri gevşetiyor ve endişe dolu gönüllere su serpiyor. (Seyyid Kutub, Fî Zilali'l Kur'an)

Bir makalede ise bu ayet şöyle açıklanmıştır: Ayet bu eleştirilere yenilerinin eklendiğini ifade ederken, aynı zamanda bu eleştiriler karşısında Hz. Peygamberin göğsünün daraldığını ifade etmektedir. Allah, müşriklerin insaftan yoksun böyle zorlamaları karşısında incinen Hz. Peygambere, vazifesinin Allah’ın gönderdiği vahyi noksansız olarak insanlığa ulaştırmak olduğunu bildirdikten sonra Allah’ın her şeye vekil olduğunu tekrar hatırlatarak onu teselli etmiştir. Ayette bizim ilgilendiğimiz nokta ism-i fail kalıbı ضَٓائِقٌ  kelimesidir. Ayetteki  ضَٓائِقٌ kelimesinde sıfat-ı müşebbehe olan  ضَيِّقٌ  kalıbı kullanılmamış, ism-i fail kalıbı kullanılmıştır. İç sıkıntısı olarak kabul edilen göğüs daralmasını ifade eden bu kelime, müşriklerin Hz. Peygambere verdiği sıkıntılar sonucunda insanların iç âlem olarak en genişi olan Hz. Peygamberin bile göğüs daralması yaşadığını ifade etmektedir. Halbuki Allah onu İnşirah Suresi’nde göğsünün genişletilmesiyle müjdelemiştir. Bu ayette ise göğüs darlığından bahis vardır. Ayette sübut ve kararlılık ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbının kullanılmaması, bilakis hudûs manasına delalet eden ism-i fail kalıbının kullanılmasında bu inceliğe işaret bulunmaktadır. İç âlemi Allah tarafından genişletilmiş olan Hz. Peygamber geçici olarak göğüs daralması yaşamıştır. İsm-i fail kalıbının anlama etkisi, müşriklerin sıkıntıları ile Hz. Peygamberin göğsünün daralmasının kalıcı olmayıp geçici olduğunu ifade etmesidir. Bu ifadeyi sağlamak için sıfat-ı müşebbehe kalıbı kullanılmamış, ism-i fail kalıbı kullanılmıştır. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerîm’de Teceddüt ve Sübut Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)

Sâmerrâî ise tefsirinde bu ayetle ilgili şunları söylemiştir: Burada Allah Teâlâ “اَنْ يَقُولُوا’’ (demelerinden dolayı) yerine  اَنْ قَالُوا  veya  لِقَوْلِهِمْۜ  buyurmamıştır. Çünkü اَنْ يَقُولُوا sözündeki muzari fiil, süreklilik (istimrâr) ifade etmektedir. Sözün halen söylendiğini göstermektedir. Buna karşın  اَنْ قَالُوا  sözü, mazi kullanım sebebiyle süreklilik ifade etmemektedir. Aksine işin olup bittiğini ve sözün de tek bir kez söylendiğini ifade etmektedir.  لِقَوْلِهِمْۜ  ibaresinin de aynı şekilde mazi anlam ifade ettiğini ve Peygamberi inciten bu sözün sanki sadece bir kez söylendiğini göstermektedir. Halbuki onlar can sıkıcı sözlerle Peygamberi (s.a.) devamlı olarak incitmektedirler. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 48)


اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ

 

Takdiri, …لا تسمع لهم  (Onları dinleme) olan mukadder cümle için ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.

İzafi kasr veya  kalb kasrıdır. (Âşûr)

اَنْت  mevsuf ve maksûr,  نَذ۪يرٌ  sıfat ve maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

Allah Teâlâ Peygamber efendimizin uyarıcı vasfını öne çıkararak  نَذ۪يرٌ  oluşunu  اِنَّـمَٓا kasr edatıyla tekidli olarak buyurmuştur.


وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ

 

وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmesi, tazim ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

وَك۪يلٌ, mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh,  وَك۪يلٌ  ise maksûrdur.

Allah öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir. Ayetin fasılası daha önceki surelerde de mevcuttur. Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ki bu beyan renklerinden biridir. Bu tekrarlarda tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 29)

Ayetin bu son cümlesi, mesel tarikinde tezyîl olarak ıtnâb sanatıdır.

Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.