قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | أَرَأَيْتُمْ | Ne dersiniz? |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | كُنْتُ | ben isem |
|
6 | عَلَىٰ | üzere |
|
7 | بَيِّنَةٍ | bir delil |
|
8 | مِنْ | -den |
|
9 | رَبِّي | Rabbim- |
|
10 | وَاتَانِي | ve bana vermişse |
|
11 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | عِنْدِهِ | katından |
|
14 | فَعُمِّيَتْ | bu gizli bırakılmış ise |
|
15 | عَلَيْكُمْ | size |
|
16 | أَنُلْزِمُكُمُوهَا | biz sizi zorlayacak mıyız? |
|
17 | وَأَنْتُمْ | siz |
|
18 | لَهَا | onu |
|
19 | كَارِهُونَ | istemediğiniz halde |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nidadır. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksûde. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَرَاَيْتُمْ ’dur. Hemze istifham harfidir. اَرَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ cümlesi fiille mef’ûlü arasında meydana gelen itiraz cümlesidir.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru كُنْتُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ رَبّ۪ي car mecruru بَيِّنَةٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتٰين۪ي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlün bih olup mahallen mansubdur.
رَحْمَةً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ عِنْدِه۪ car mecruru رَحْمَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عُمِّيَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru عُمِّيَتْ fiiline müteallıktır.
اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Hemze istifham harfidir. نُلْزِمُكُمُوهَا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Muttasıl zamir هَا ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. نُلْزِمُكُمُوهَ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı/işbâ edatı denilir.
اَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ cümlesi نُلْزِمُكُمُوهَا ‘daki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru كَارِهُونَ ’ye müteallıktır.
كَارِهُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
كَارِهُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كره fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli …يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki كُنْتُ , şart fiilidir. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu, kin ve düşmanlıktan uzak bir şekilde tefekkür üzerine tefekkür etselerdi davetinin doğruluğunu bilirlerdi manasında bir tarizdir. (Âşûr)
أرَأيْتُمْ takriri, istifhamdır. (Âşûr) Dikkat çekme uslublarından biridir.
Müspet mazi fiil sıygasındaki فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ cümlesi, فَ ile itiraz cümlesine atfedilmiştir.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
بَيِّنَةٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
عِنْدِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِنْدِ şan ve şeref kazanmıştır.
رَبّ۪ي izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygambere ait zamire şan ve şeref kazandırmıştır.
Bu ifade, her ne kadar şeklen bir istifham cümlesi ise de, bu gibi ifadelerin maksadı, alabildiğine bir taaccüp manasını ifade etmektir. Ve bu tıpkı senin, “Gördün mü, falanca ne yapmış! Kendisini neye duçar kılmış!” demen gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
رَحْمَةً ’teki tenvin mübalağa ve çokluk ifadesi içindir.
Burada rahmetten maksat nübüvvet ve onların kerih gördüğü üstünlük nimetidir. Bu kelimenin البَيِّنَةِ ‘ye atfedilmesi ondan farklı bir şey olduğunu gösterir. Bu fark umum-husus farkıdır. الرَّحْمَةَ (rahmet) kelimesi البَيِّنَةِ (delil) kelimesinden daha geneldir. Çünkü doğruluğunun delili rahmet cümlesindendir. (Âşûr)
Nuh’un (as) kavminden inanmayanların halini belirten son cümle hal وَ ’ıyla ayete dahil olmuştur.
Görmenin zıttı olan körlük sebebiyle size aşikâr olamadı.Göremedikleri için hüccetle hidayete ulaşamayanlar gözleri görmediği için yolunu yöntemini bilmeyen kimseye benzetilmiştir. Yolunu şaşırmış kör bir adam nasıl doğru yola erebilir. O kimseye her yol meçhuldür. Gören için ise aydınlık ve nettir. Ayette istiare-i temsiliyye vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Söz konusu rahmet, hüccetin kendisi olabilir. Hüccete rahmet denmesi, bunun Allah katından büyük bir nimet olduğu içindir.
Hüccet, hakikati gösteren basiret olabildiği gibi onun karşıtı körlük hak da olabilir. Zira kör olan kimse ne kendisi hidayete erer ne de başkasını hidayete erdirir. (Ebüssuûd, Âşûr)
فَعُمِّيَتْ ibaresi istiaredir. Çünkü رَحْمَةً körlükle nitelenemez; rahmetin bulunduğu yerleri ayırt etme ve algılama konusunda insanlar “kör olmakla”la nitelenebilir. İnsanlar rahmete karşı kör olmakla nitelenince rahmetin ters çevirme (kalb) üslubu üzere (Kalb, cümle öğelerinin belaği bir amaçla ters çevrilmesidir. Burada “insanların rahmete karşı kör edilmesi’’ ifadesi “rahmetin insanlara karşı kör edilmesi” şeklinde ters çevrilmiştir. Bu suretle ifade, teşbih ve yüklü istiare mecazı formatına sokulmuş, (sanki kusur insanların) “rahmet yerlerini görmemelerinden değil, rahmetin insanları görmemesindendir” şeklinde tehekküm/sitem, (serzeniş) içeren bir anlatım boyutuna taşınmış oluyor) körlükle nitelenmesi de güzel düşmüştür. Bu, أدخلتَ الخَاتمَ في اصباعيوالمغفرَ في رأسي (Yüzüğü parmağıma, miğferi başıma geçirdin.) denilmesi gibidir. Oysa gerçekte parmak yüzüğe, baş da miğfere girmiştir. Ayrıca burada فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ ifadesinin خُفِيَتْ عَلَيْكُمْ o (rahmet) size gizlendi. anlamında olması caizdir. Bu tabir, عَمِىَ عَلَىَّ حَبْرُهُمْ وَ عَمِىَ عَلَىَّ اَسْرُهُمْ (Onların haber ve bilgisi bana kör/gizli oldu.) ifadelerine benzemektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ Burada anlamadığı için hüccetle hidayete eremeyen kimse istiare-i temsiliyye yoluyla, yollarını bilemediği için bir çöle giren ve çölde kör bir rehbere tâbi olan kimseye benzetilmiştir.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
عَلى mecazi istila, yani temekkün, yerleşme manasındadır. Ona olan rahmet ve beyyinenin ayrılmayacak bir kuvvette olduğunu gösterir. (Âşûr)
اَنُلْزِمُكُمُوهَا cümlesi, اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
أنُلْزِمُكُمُوها cümlesindeki istifham, istifham-ı inkârîdir. (Âşûr)
Ayetteki اَنُلْزِمُكُمُوهَا (Sizi ona zorlayacak mıyız?) ifadesinde üç zamir vardır; Mütekellim zamiri (biz), gaib zamiri (ona) ve muhatap zamiri (sizi).
كُنْتُ sözünden sonra اَنُلْزِمُكُمُوهَا cümlesinde cemi mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.
وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Hal وَ ’ıyla gelen وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Car mecrur لَهَا , önemine binaen amili olan كَارِهُونَ ’a takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)