فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ
فَ atıf harfidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَأْت۪يهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَأْت۪يهِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur.
يُخْز۪يهِ fiili, عَذَابٌ ’ün sıfatı olarak mahallen merfûdur. يُخْز۪يهِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَحِلُّ merfû muzari fiildir. عَلَيْهِ car mecruru يَحِلُّ fiiline müteallıktır.
عَذَابٌ kelimesi fail olup lafzen merfûdur. مُق۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
مُق۪يمٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi سَوْفَ , tehdit makamında cümleyi tekid etmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlü مَنْ ’in sılası, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Azabın ‘gelmek’ fiiline isnadı aklî mecazdır.
عَذَابٌ kelimesi يَأْت۪يهِ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekid etmektedir.
يُخْز۪يهِ cümlesi, عَذَابٌ için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Ayetteki مَنْ يَأْت۪يهِ [Kime gelecek] ifadesi hususunda şu iki izah yapılmıştır:
a. Bunun başındaki مَنْ edatı, اَيُّ manasında bir istifhamdır. Buna göre sanki فسوف تعلمون أينا يأتيه عذاب [Siz, o azabın hangimize geleceğini göreceksiniz.] denilmektedir. Bu izaha göre مَنْ , mahallen merfû, mübteda olmuş olur.
b. Bu edat, اَلَّذِينَ manasınadır. Bu durumda o mahallen mansub olur.(Fahreddin er- Râzî)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlun hazfi korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr, Araf Suresi 123)
Zemahşerî, beyan ilminin pek çok güzellikler barındıran bir kolu olarak nitelediği konumuzda, atıf farkı dışında birbirleriyle aynı olan cümleleri karşılaştırmalı olarak inceleyerek önemli çıkarımlarda bulunur. Atıf yapılmadan, “سوف تعلمون …ileride bileceksiniz…” ve “ف atfıyla فسوف تعلمون …ileride bileceksiniz” cümlelerinin karşılaştırmasında, ikinci kullanımın vasl edatıyla yapılan açık (zâhir) bir vasl; birinci cümlede ise gizli (hafî) vasl olduğunu söyler. Gizli vasl durumu, öngörülen bir sorunun cevabı olmak üzere istînâf cümlesi olarak takdir edilir. Söz konusu kullanımda “Peki, biz yaptığımızı yapsak sen de yaptığını yapsan ne olacak?!” sorusu mukadderdir ve taraflar arası açık veya kapalı bir diyaloğa işaret eder.
Zemahşerî, cümleler ve üslubun hareketliliği (tefennün) üzerinde önemle durarak, istînâf takdirindeki cümlelerin daha belîğ olduğunu kaydeder. Müfessirin bu
görüşlerini, onun cümlenin mefhumu ve bağlamını esas alan en belirleyici düşüncesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira cümlelerdeki bu tefennün, esas itibarıyla anlamdaki tefennün ve farklı noktalara vurgunun bir yansımasıdır. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 375 [Hûd Suresi, 39])
وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ cümlesi, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَذَابٌ مُق۪يمٌ [Kalıcı azab]’ın tenkiri; azabın bilemeyeceğimiz derecede korkunç olduğunu gösterir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. İki azap kelimesinin farklı azaplar olması sebebiyle aralarında tam cinas vardır.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ [Rüsva edecek olan azabın geleceği kimseleri yakında bileceksiniz.] demektir. مَنْ يَأْت۪يهِ [… geleceği kimse] ibaresindeki “azap” ile dünya azabını kasdetmektedir ki bu azap boğulmadır. عَذَابٌ مُق۪يمٌ [kalıcı azabın] yani ahiret azabının, kurtulması imkânsız olan borç ve hakkın inmesi gibi (kime ineceğini [yakında öğreneceksiniz) (Keşşâf)
Rezil edecek azap, boğulma azabıdır. Temelli azap da ebedi cehennem azabıdır.
Bu kelam, onlar için pek anlamlı bir tehdittir. (Ebüssuûd)