Hûd Sûresi 46. Ayet

قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ  ...

Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Allah) dedi ki ق و ل
2 يَا نُوحُ Nuh
3 إِنَّهُ şüphesiz o
4 لَيْسَ değildir ل ي س
5 مِنْ -den
6 أَهْلِكَ senin ailen- ا ه ل
7 إِنَّهُ elbette o
8 عَمَلٌ bir iş yapmıştı ع م ل
9 غَيْرُ olmayan غ ي ر
10 صَالِحٍ iyi ص ل ح
11 فَلَا
12 تَسْأَلْنِ benden isteme س ا ل
13 مَا bir şeyi
14 لَيْسَ olmayan ل ي س
15 لَكَ senin
16 بِهِ hakkında
17 عِلْمٌ bilgin ع ل م
18 إِنِّي şüphesiz ben
19 أَعِظُكَ seni sakındırıyorum و ع ظ
20 أَنْ
21 تَكُونَ olmanı ك و ن
22 مِنَ -den
23 الْجَاهِلِينَ bilgisizler- ج ه ل
 
Nûh’un oğlu iman etmediği için onun kendi ailesinden sayılmadığı, iman olmayınca tek başına kan bağının birçok hak ve ödev için yeterli olmadığı bildirilmektedir. Çünkü inkârcıları kurtarmak Hz. Nûh’un gönderiliş hikmetine aykırıydı. Nûh insanları bir olan Allah’a iman etmeye ve O’ndan başkasına kulluk etmemeye çağırmak, onları inkârcılık ve putperestlikten kurtarmak için gönderilmiştir. Oysa onlar peygambere isyan ve işkence etmişler, hatta davetine son vermediği takdirde onu öldüreceklerini söylemişlerdir. Artık böyle zalimlerin kurtuluşu söz konusu değildir. Bu sebeple yüce Allah, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şeyi kendisinden istememesi hususunda Nûh’u uyarmakta ve onun gibi büyük bir peygamberin bu tür isteklerden sakınmasını ve cahillerden olmamasını tavsiye etmektedir. Bu uyarı Hz. Nûh’un bir iman zaafına düştüğü anlamına gelmez. Nitekim kendisinin bu uyarıya verdiği karşılık onun Allah’a teslimiyetinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Şüphesiz o da diğer peygamberler gibi bir beşer olarak çocuk sevgisi ve benzeri insanî duygulara sahipti. Oğlunun tûfandan kurtulması için Allah’a yalvarması da bu duygudan kaynaklanıyordu. Cenâb-ı Allah bir peygamberin inkârcı biri hakkında böyle bir istekte bulunmasının doğru olmadığını bildirdi ve böyle hatalara düşmemesini tavsiye etti. Nitekim Hz. Peygamber’e de buna benzer bir uyarı yapılmıştır (bk. Tevbe 9/113). İbn Âşûr, Hz. Nûh’un bu isteğinin gemi karaya oturduktan sonra ve oğlunun dünyada kurtulmasından ümidini kesmiş olduğu bir anda gerçekleştiğini dikkate alarak Nûh’un bu talebinin oğlunun âhirette bağışlanmasına yönelik olduğu kanaatine varmıştır (XII, 83-85).
 
Nûh’un oğlu iman etmediği için onun kendi ailesinden sayılmadığı, iman olmayınca tek başına kan bağının birçok hak ve ödev için yeterli olmadığı bildirilmektedir. Çünkü inkârcıları kurtarmak Hz. Nûh’un gönderiliş hikmetine aykırıydı. Nûh insanları bir olan Allah’a iman etmeye ve O’ndan başkasına kulluk etmemeye çağırmak, onları inkârcılık ve putperestlikten kurtarmak için gönderilmiştir. Oysa onlar peygambere isyan ve işkence etmişler, hatta davetine son vermediği takdirde onu öldüreceklerini söylemişlerdir. Artık böyle zalimlerin kurtuluşu söz konusu değildir. Bu sebeple yüce Allah, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şeyi kendisinden istememesi hususunda Nûh’u uyarmakta ve onun gibi büyük bir peygamberin bu tür isteklerden sakınmasını ve cahillerden olmamasını tavsiye etmektedir. Bu uyarı Hz. Nûh’un bir iman zaafına düştüğü anlamına gelmez. Nitekim kendisinin bu uyarıya verdiği karşılık onun Allah’a teslimiyetinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Şüphesiz o da diğer peygamberler gibi bir beşer olarak çocuk sevgisi ve benzeri insanî duygulara sahipti. Oğlunun tûfandan kurtulması için Allah’a yalvarması da bu duygudan kaynaklanıyordu. Cenâb-ı Allah bir peygamberin inkârcı biri hakkında böyle bir istekte bulunmasının doğru olmadığını bildirdi ve böyle hatalara düşmemesini tavsiye etti. Nitekim Hz. Peygamber’e de buna benzer bir uyarı yapılmıştır (bk. Tevbe 9/113). İbn Âşûr, Hz. Nûh’un bu isteğinin gemi karaya oturduktan sonra ve oğlunun dünyada kurtulmasından ümidini kesmiş olduğu bir anda gerçekleştiğini dikkate alarak Nûh’un bu talebinin oğlunun âhirette bağışlanmasına yönelik olduğu kanaatine varmıştır (XII, 83-85).
 

قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا نُوحُ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  نُوحُ  münadadır.  Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.

Nidanın cevabı  اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَ  cümlesidir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

لَيْسَ  camid nakıs fiildir. 

كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  لَيْسَ  ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو 'dir.

مِنْ اَهْلِكَ  car mecruru  لَيْسَ ’nin haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ nin  ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَمَلٌ  kelimesi  اِنَّ 'nin haberi olup lafzen merfûdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, ذو عمل  (amel sahibi) şeklindedir.  غَيْرُ  kelimesi  عَمَلٌ 'un sıfatı olup lafzen merfûdur.  صَالِحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.


 فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن جاءك علم هذا فلا تسألني  (Sana bunun bilgisi gelirse bana sorma) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَسْـَٔلْنِ  meczum muzari fiildir. 

Sonundaki  نِ  vikayedir.  Hazf edilen  ي  ise mef‘ûlun bihtir.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَيْسَ  camid nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

لَكَ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

بِهٖ  car mecruru  عِلْمٌ ’in mahzuf haline mütallıktır.  عِلْمٌ kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 


اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir  ي  harfi,  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَعِظُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

تَكُونَ  nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  انت ’dir.  مِنَ الْجَاهِلٖينَ  car mecruru  تَكُونَ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.  الْجَاهِلٖينَ nin cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْجَاهِلٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ

 

Fasılla gelmiş istînaf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَ  cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcazı hazif sanatı vardır.  لَيْسَ nin haberi mahzuftur.  مِنْ اَهْلِكَۚ, bu mahzuf habere müteallıktır.

Bu ayet, neseb yakınlığına değil, din yakınlığına bakılması gerektiğine delalet eder. Çünkü bu hadisede, Hz. Nuh ile oğlu arasındaki neseb yakınlığı, en kuvvetli biçimde tahakkuk etmişti. Fakat aralarında din yakınlığı olmadığı için Allah Teâlâ da “O katiyen senin ailenden değildir.” şeklindeki çok beliğ bir ifadeyle aralarında hiçbir yakınlık bulunmadığını söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle  اِنَّ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  عَمَلٌ  kelimesinin, takdiri  ذو  olan muzâfı hazf edilmiştir.  عَمَلٌ için sıfat konumundaki  غَيْرُ aynı zamanda  صَالِحٍۗ ’e muzâftır.

Hz. Nuh’un oğlunun amele isnad edilmesi, mecaz-ı aklîdir.

Bu ayette tek kelimelik  فاسد (kötü) kelimesinin yerine  “غَيْرُ صَالِحٍۗ salih (uygun ve iyi olmayan)” ifadesinin seçilmesi, bir başka ifadeyle, “kötüdür” demek yerine “iyi değildir” demek Zemahşerî’ye göre Nuh’un (a.s.) kötülük nitelemesinden beri tutulmasına, kurtulanların da peygambere akrabalıkları sebebiyle değil, iyilikleri sebebiyle kurtulmuş olduklarına işaret etmek içindir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 384)

Ayetin bu kısmı, oğlunun ehlinden olmadığının sebebini bildirir: Çünkü senin oğlun fasid bir amelin sahibidir. Ayetteki anlatımda “O salih olmayan bir ameldir.” denilmesi, daha etkin bir ifadedir. Sanki onun şahsı, amelin ta kendisi kılınmıştır. Cenab-ı Hakk’ın böyle bir talebi cehalet olarak nitelemesi, aslında daha önce beyan edilen “kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki ailen” ifadesinde buna bir delalet olması ve suale ihtiyaç bırakmamasıdır. Lakin evlat sevgisi Hz. Nuh’u bundan meşgul etmiş, durum kendisine netleşmemiştir. (Beyzâvî)

“Fâsid” yerine “salih” kelimesinin tercih edilmesinin sebebi şu olabilir:

- Fâsidin sonucunda bazen salah gerçekleşir.

- Kurtulanların kurtuluşu, salâhları sebebiyle olmuştur. (Ebüssuûd)


 فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ 

 

فَ, mukadder şartın cevabına gelen harftir. Takdiri,  إن جاءك علم هذا  [Sana bu ilim geldiyse] olan şart cümlesinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şartın cevabı olan  فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لَا تَسْـَٔلْنِ  fiilinin ikinci mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası,  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ, nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  عِلْمٌ, muahhar ismidir.

عِلْمٌ - عَمَلٌ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Nuh (a.s.) onun kurtarılmasını istemekten nehyedildi. Ve sanki şöyle buyuruldu: “Ey Nuh! Bunu anladıktan sonra artık doğru ve hikmete uygun olduğunu kesinlikle bilmediğin bir şeyi Benden isteme!”

Yahut: “Benden, doğru olduğunu kesin bilmediğin bir şeyi isteme!” 

Yahut “Doğru olup olmadığını kesin bilmediğin bir şeyi Benden isteme!” Hangi mana olursa olsun, bu nehiy umumidir; bu istek de ona dahildir. (Ebüssuûd)


اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade ederler.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden …تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun bih konumundadır.

كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْجَاهِل۪ينَ, nakıs fiil  كَان’nin mahzuf haberine müteallıktır.

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

عِلْمٌۜ - الْجَاهِل۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَيْسَ - اِنّ۪ٓ - مِنَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Nuh (a.s.) onun hakkında iyice düşünseydi ve hallerini araştırsaydı, onun mümin olmadığından ve ailesinden istisna edilenin o olduğundan şüphe etmeyecekti, işte bundan dolayı şöyle buyurulmuştur: “Cahillerden olmamanı sana öğütlerim.” (Ebüssuûd)