وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ve ne zaman ki |
|
2 | جَاءَ | gelince |
|
3 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
4 | نَجَّيْنَا | kurtardık |
|
5 | هُودًا | Hud’u |
|
6 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
7 | امَنُوا | iman eden(leri) |
|
8 | مَعَهُ | beraberindeki |
|
9 | بِرَحْمَةٍ | bir rahmetle |
|
10 | مِنَّا | bizden |
|
11 | وَنَجَّيْنَاهُمْ | ve onları koruduk |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | عَذَابٍ | bir azaptan |
|
14 | غَلِيظٍ | kaskatı |
|
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ
وَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı نَجَّيْنَا هُوداً ’dır.
نَجَّيْنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. هُوداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, atıf harfi وَ ’la هُوداً ’e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَعَ zaman zarfı اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِرَحْمَةٍ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline müteallıktır. مِنَّا car mecruru بِرَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
وَ istînâfiyyedir. نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mefûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ عَذَابٍ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline müteallıktır. غَل۪يظٍ kelimesi عَذَابٍ ’ın sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
غَل۪يظٍ, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ
وَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı فَ karinesi olmadan gelen نَجَّيْنَا هُوداً cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
اَمْرُنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
بِرَحْمَةٍ ’deki tenvin, tazim ifade eder.
بِرَحْمَةٍ مِنَّا cümlesindeki ب sebebiyyedir. Allah Teâlâ’nın onlara olan rahmeti, kurtuluşlarının sebebi olmuştur. Rahmetten murad ise Allah Teâlâ’nın onlara olan lütfudur. Zira eğer onlara merhamet edilmemiş olsaydı yok olacaklardı ve bu yok oluş, kâfirler için bir ceza, müminler için de ancak bir imtihandı. (Âşûr)
نَجَّيْنَا kelimesinde irsâd vardır.
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا (Emrimiz geldiğinde) ifadesindeki اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Azabın emir olarak ifade edilmesi, Allah’a ait zamire izafe edilmesi, azap inmesinin gelmek şeklinde belirtilmesi, tazim ve tehdit içindir. Diğer bir görüşe göre ise ağır bir azaptan korumaktan murad, ahiret azabından korumaktır. Zaten ondan daha ağır ve şiddetli bir azap da yoktur. Ahiret azabından kurtarmak bu emrin gelmesine bağlı değil ise de onun da burada zikredilmesi, müminlere olan nimetin kemâle erdirilmesi, helak edilenlerin dünyada kızgın yel ile azaba uğratıldıkları gibi ahirette de ağır bir azap ile cezalandırılacaklarını beyan içindir. (Ebüssuûd)
نَجَّيْنَا هُوداً (Hud’u kurtardık) ve نَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ (Onları şiddetli bir azaptan kurtardık) cümlelerinde arka arkaya نَجَّيْ yani kurtarma fiilinin tekrarlanması, bu işin kolay ve basit değil, büyük ve zor olduğunu açıklamak içindir. Bu sanata ıtnâb denir. (Safvetu't Tefasir)
اَنْجَيَ fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
وَ istînâfiyyedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
غَل۪يظٍ kelimesi, عَذَابٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٍ ’deki tenvin, tasavvuru mümkün olmayan özelliğe işaret etmektedir.
نَجَّيْنَا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
عَذَابٍ غَل۪يظٍ ibaresi istiaredir. Çünkü gerçekte azap, ne kalınlık ne de incelikle nitelenebilir. Zira o, canlı varlığın kalbine veya bedenine gelen acıdır. Ancak Yüce Allah azabı, Arapların ifade tarzına uygun olarak kalın olma ile nitelemiştir. Çünkü onlar, katı, sert ve kesif şeyi önemseme, ince, zayıf ve cılız şeyi önemsememe konusundaki âdetleri uyarınca zor ve meşakkatli şeyi katı, kalın ve sert olmakla niteledikleri gibi kolay ve hafif şeyi de ince, yufka, zayıf, küçük ve cılız olmakla nitelerler. Nitekim onların عرض فلان دقيق وقدره ضائل (Falancanın şerefi yufka, kadri cılızdır) sözleri ve buna karşın söyledikleri لقي فلان فلانا بكلام غليظ و قول ثقيل (Falanca falancaya kalın/kaba (galiz) kelam ve ağır(sakil) söz ile mukabele de bulundu) dediklerini bilirsin. Ayrıca -Allahu a’lem- buradaki “ağır azap” ile kastedilenin ahiret azabının tasviri olması da mümkündür. Zira ahiret azabı demir kancalar, ateşte kızdırılmış taşlar gibi büyük aletler ve korkunç araçlarla olacağından Yüce Allah azabı kalın/ağır olmakla nitelemiştir. Çünkü o, kalın şeylerle ve ağır aletlerle uygulanacaktır. O yüzden (ifade) bu tevcihe göre mecaz olur. Allah Teâlâ’nın “Onları kalın bir azaptan kurtardık.” ifadesiyle kastedilenin, ahiret azabından kurtarma olduğunu, Yüce Allah’ın (aynı ayetteki) “Emrimiz geldiğinde Hud’u ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmetle kurtardık.” sözü teyit etmektedir. Çünkü bu kurtuluş, dünya azabından kurtuluştur. Allah Teâlâ’nın “Onları kalın/ağır bir azaptan kurtardık.” sözü, birinci azaptan kurtuluşun diğer azaptan kurtuluştan başka ve ayrı olduğuna; birincinin dünya azabı, ikincinin ahiret azabı oluşu delil teşkil etmektedir. Aksi takdirde sözün tevcihi “Emrimiz gelince Hud’u ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmetle kalın/ağır bir azaptan kurtardık.” şeklinde olur; o zaman (ayettteki) ikinci نَجَّيْنَاهُمْ ifadesinin anlamı olmazdı. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)