Hûd Sûresi 66. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ  ...

(Helâk) emrimiz geldiğinde Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle helâktan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا nihayet
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
4 نَجَّيْنَا kurtardık ن ج و
5 صَالِحًا Salih’i ص ل ح
6 وَالَّذِينَ ve kimseleri
7 امَنُوا iman eden(leri) ا م ن
8 مَعَهُ beraberindeki
9 بِرَحْمَةٍ bir rahmetle ر ح م
10 مِنَّا bizden
11 وَمِنْ ve
12 خِزْيِ aşağılığından خ ز ي
13 يَوْمِئِذٍ o günün
14 إِنَّ muhakkak ki
15 رَبَّكَ senin Rabbin ر ب ب
16 هُوَ O
17 الْقَوِيُّ güçlüdür ق و ي
18 الْعَزِيزُ mutlak üstündür ع ز ز
 
Semûd kavmine verilen üç günlük süre içerisinde muhtemelen Hz. Sâlih kendine inananlarla birlikte yurdu terkedip kurtuluşa erdi; dördüncü günde Allah’ın azabı geldi ve Semûd kavmi şiddetli bir gürültüyle yok olup gitti. Burada “korkunç ses” diye çevirilen sayha kelimesi yerine A‘râf sûresinde (7/78) “deprem” anlamına gelen recfe kelimesinin kullanılmış olmasından, yok eden felâketin deprem olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 183
 

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

جَٓاءَ اَمْرُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  نَجَّيْنَا صَالِحاً dır. 

نَجَّيْنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. صَالِحاً  mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, atıf harfi  وَ la  صَالِحاً e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَعَ  zaman zarfı  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرَحْمَةٍ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنَّا  car mecruru  بِرَحْمَةٍ in mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ خِزْيِ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  نجّيناهم  (onları kurtardık.) şeklindedir.

يَوْمِئِذٍ  zaman zarfı, إذ  için muzâftır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri,  يوم إذ جاء أمرنا  (Emrimizin geldiği gün) şeklindedir.

نَجَّيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. Tekid ifade eder. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْقَوِيُّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَزٖيزُ  ise ikinci haberidir.
 

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  نَجَّيْنَا صَالِحاً  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

جَٓاءَ  fiilinin  اَمْرُ ’ya isnadı aklî mecazdır.

اَمْرُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَمْرُ, şan ve şeref kazanmıştır.

اَمْرُنَا  ve  نَجَّيْنَا  kelimelerindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

جَٓاءَ اَمْرُنَا  ifadesindeki  جَٓاءَ  (geldi) fiilinde tebei istiare vardır. Gelmek masdarı ‘olmak, vuku bulmak’ anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi sayfa 218, Enbiya Suresi 18 açıklamasından)

بِرَحْمَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Car mecrur  مِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ, takdiri  نَجَّيْنَا  (kurtardı) olan fiile müteallıktır. Makabline matuf olan cümle, mahzufla birlikte mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خِزْيِ - رَحْمَةٍ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَنْجَيَ  fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tef’il babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 

وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ  terkibindeki atıftan maksat, minnet üzerine minnet atfıdır, kurtarma üzerine kurtarma atfı değildir. Bunun için Hud Suresi 58. ayette  نَجَّيْنا هُودًا والَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنّا ونَجَّيْناهم مِن عَذابٍ غَلِيظٍ  geçtiği gibi fiile değil müteallıka atfedilmiştir. (Âşûr)

وَمِنْ خِزْىِ يَوْمِئِذٍ [O günün rüsvalığından] buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır:

Bu kelamın başındaki  وَ  atıf vavıdır. Buna göre bunun iki izahı yapılmıştır:

1) Kelamın takdirinin, “Biz Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, tarafımızdan olan bir rahmet ile onun kavminin başına gelen azaptan ve onlardan ayrılmayan, utancı hep kendilerinde görülen ve daima onlara ait olan rüsvalıktan kurtardık…” şeklinde olmasıdır. Zira  خِزْىِ  kelimesinin manası, rüsvalığı aşikâr ve insana utanç veren bir kusur ve ayıp demektir. Böylece söylenenlere itimat edilerek bu hazif yapılmıştır.

2) Takdirin, “Biz Salih'i tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık; müminleri de bugün rüsvalığından kurtardık…” şeklinde olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ  cümlesi itiraziyyedir. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَمْرُنَا  ve  رَبَّكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

الْقَوِيُّ  -  الْعَزٖيزُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

“Şüphesiz ki senin Rabbin, O, çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.” buyurmuştur. Bu, tam yerinde söylenmiş bir ifadedir. Zira Allah Teâlâ, bu azabı kâfirlere verip müminleri de ondan koruduğunu beyan buyurmuştur. Bu ayırma, birine azap verip diğerine vermeme işi, ancak eşyanın karakterini değiştirebilen ve aynı şeyi bir kimseye nispetle bela ve azap; diğer bir kimseye nispetle de rahat ve huzur vesilesi yapabilen kadir ve muktedir olan bir zat için söz konusu olabilir. (Fahreddin er-Râzî)