قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | onlar (şöyle) dediler |
|
2 | يَا شُعَيْبُ | Şuayb |
|
3 | أَصَلَاتُكَ | namazın mı? |
|
4 | تَأْمُرُكَ | sana emrediyor |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | نَتْرُكَ | bırakmamızı |
|
7 | مَا | şeyleri |
|
8 | يَعْبُدُ | taptıkları |
|
9 | ابَاؤُنَا | babalarımızın |
|
10 | أَوْ | yahut |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | نَفْعَلَ | yapmaktan vazgeçmemizi |
|
13 | فِي |
|
|
14 | أَمْوَالِنَا | mallarımızda |
|
15 | مَا | şeyi |
|
16 | نَشَاءُ | istediğimiz |
|
17 | إِنَّكَ | doğrusu sen |
|
18 | لَأَنْتَ | birisin |
|
19 | الْحَلِيمُ | yufka yürekli |
|
20 | الرَّشِيدُ | akıllı |
|
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا شُعَيْبُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. شُعَيْبُ nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır.
Nidanın cevabı اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ ’dir.
Hemze istifham harfidir. صَلٰوتُكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَأْمُرُكَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَأْمُرُكَ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, تَأْمُرُكَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَتْرُكَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْبُدُ merfû muzari fiildir. اٰبَٓاؤُ۬نَٓا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, birinci masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur.
نَفْعَلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
ف۪ٓي اَمْوَالِنَا car mecruru نَفْعَلَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشٰٓؤُ۬ا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
نَشٰٓؤُ۬ا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَل۪يمُ kelimesi haberi olup lafzen merfûdur.
الرَّش۪يدُ kelimesi ise ikinci haberi olup lafzen merfûdur.قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müşriklerin Şuayb’a verdikleri cevaptır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْ ve akabindeki نَتْرُكَ muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen ب harfi ceriyle birlikte تَأْمُرُكَ fiiline müteallıktır.
نَتْرُكَ fiilinin mef’ûlü konumundaki masdar harfi مَا ’nın sılası يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci masdar harfi اَنْ ve akabindeki نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬ا cümlesi, masdar teviliyle masdariyyeye matuftur.
نَفْعَلَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan نَشٰٓؤُ۬اۜ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki muzari fiiller teceddüt ve tecessüm ifade etmektedir.
Şuayb’a (a.s.) inanmayanların “Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi ve mallarımızla her istediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor?” demeleri hidayete niyetli olmadıklarını ve Şuayb’ı (a.s.) tahkir için konuyu bilmiyormuş gibi davrandıklarını gösteriyor. Bu üslup tecâhül-i ârif sanatıdır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ ilmi) Aslında Allah’ın emrettiğini biliyorlar.
Bazı müellifler bu ayetteki istifhamın gayesini alay etme olarak açıklamışlardır.
اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ ifadesinde istiare vardır. Çünkü gerçekte namazdan emir sadır olması mümkün değildir. Namazın, hayrı emreden, kötülükten sakındıran konumunda olması dolayısıyla ona böyle denilmiştir. Yine denildiğine göre bu tabir ile kastedilen “Sana bunu dinin mi emrediyor?” manası kastedilmiştir ki “Senin şeriatın ve dinindeki emir böyle mi?” anlamındadır. Bu durum, din dairesi içinde olunca bunların emredilmesinin dine nispet edilmesi güzel olmuştur. Bu sözde bir başka mecaz daha bulunmaktadır. O da Allah Teâlâ’nın “اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓ(Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?)” sözüdür. Burada sözün zahirindeki gibi kavminin sürdürdüğü (yanlış) tutumu terk etmelerinin Şuayb’a emredilmiş olması sıhhatli olmaz. Bu bakımdan -Allahu a’lem- bunun anlamı, “Atalarımızın taptıklarını terk etmeyi bize buyurmanı sana namazın mı emrediyor?’’ şeklindedir. (Ayetteki) ikinci “emr”in zikredilmesiyle yetinilmiştir. Çünkü o (ikinci emir), sözün bağlamından anlaşılıp bilinebilecek bir unsur konumundadır. Bu (tür hazif icazları) Kur’an’ın derin sırlarındandır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
“Namazın mı emrediyor?”, ibaresinde mecazî isnad vardır.
يَعْبُدُ - صَلٰوتُكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, نَتْرُكَ - نَفْعَلَ ve نَتْرُكَ - نَشٰٓؤُ۬ا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
Namazdan maksat Hz. Şuayb’ın dini ve imanıdır. Zira namaz, dinin şiarını gösterir. Böylece onlar namazı dinden kinaye olarak zikretmişlerdir. Yahut da şöyle deriz: Namaz, asıl olarak ittiba edip uymak manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
Burada namaz kelimesi “din, davet, Allah Teâlâ” anlamına geliyor olabilir.
اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
İstînâfiyye olarak gelmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ cümlesi, diğer bir tehekküm istînâfıdır. Cümle اِنَّ, kasem lâmı ve kasr sıygasıyla gelmiştir. Cümle dört tekidi kapsar. (Âşûr)
Müsnedin yani الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir.
Onların, kuşkusuz sen, sen elbette halîmsin(!), reşîdsin(!) şeklindeki sözleri, alay ve hor görme maksadlıdır. Yani “Sen aramızda yumuşak huylu, aklı başında bir adam olarak tanınırken nasıl bize böyle birşey emredersin?” demektir. Bu vasıfların marife oluşu, Şuayb'ın bu iki sıfatla tanındığına delalet eder ve bu sıfatlar ya hakiki manada veya tehekküm maksadı ile zikredilmiştir. Bu cümlenin اِنَّ (kuşkusuz) ve ل (elbette) ile tekidi, fasl zamirinin gelişi ve haberin marife oluşu, bu iki sıfatın sadece ona mahsus olduğunu, başka kimsede olmadığını alaylı olarak ifade eder. Kavminden hiç kimse bir başkası için bu sözleri söylememiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 317)
Onların, Şuayb'ı (a.s.) bu iki vasıf ile vasıflandırmaları istihza yoluyladır; asıl maksatları ise bu vasıfların zıtları ile vasıflandırmaktır. (Ebüssuûd)
Ayetin bu cümlesi haberî formda geldiği halde alay ve istihza kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin baş tarafında ibadet ve mallarda tasarrufun zikredilmesi, tertibe göre hilm (akıllılık) ve rüşdün (olgunluğun) de zikredilmesini gerektirmiştir. Çünkü bu ikisi olmadan ibadet ve mallarda tasarruf yapılması mümkün değildir. Zira hilm, mükellef olmayı gerektiren akıldır. Rüşd ise mallarda güzel tasarrufta bulunmayı gerektiren
olgunluktur. (İbni Ebi’l-İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr, s. 224; Bedî‘u’l-Kur’an, II, 89-90; Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 306)
الْحَل۪يمُ ve الرَّش۪يدُ sıfatlarıyla aslında inkârcılar bu iki sıfatın tam zıddı olan aptallık ve kalın kafalılığı kastetmişlerdir. Tehekkümî istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)