Hûd Sûresi 94. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ  ...

(Azap) emrimiz gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
4 نَجَّيْنَا kurtardık ن ج و
5 شُعَيْبًا Şuayb’ı
6 وَالَّذِينَ ve kimseleri
7 امَنُوا iman eden(leri) ا م ن
8 مَعَهُ onunla birlikte
9 بِرَحْمَةٍ bir rahmetle ر ح م
10 مِنَّا tarafımızdan
11 وَأَخَذَتِ ve aldı ا خ ذ
12 الَّذِينَ kimseleri
13 ظَلَمُوا zulmeden(leri) ظ ل م
14 الصَّيْحَةُ bir çığlık ص ي ح
15 فَأَصْبَحُوا ve kaldılar ص ب ح
16 فِي
17 دِيَارِهِمْ yurtlarında د و ر
18 جَاثِمِينَ diz çökmüç olarak ج ث م
 
Onları helâk eden bu gürültü de Semûd kavminde olduğu gibi kuvvetli ihtimalle deprem öncesi veya onunla birlikte gelen gürültüdür (bk. A‘râf 7/91). Şuarâ sûresinde ise “gölge gününde” (muhtemelen güneş tutulduğu bir günde) onları azabın yakaladığı haber verilmiştir (26/189). Böylece peygambere isyan edip onu öldürmek isteyen Medyen halkı da Semûd kavmi gibi helâk olup gitmişlerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 195
 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  نَجَّيْنَا شُعَيْباً ’dır. 

نَجَّيْنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. شُعَيْباً  mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَعَ  mekân zarfı  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرَحْمَةٍ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنَّا  car mecruru  بِرَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.


 وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّيْحَةُ  kelimesi  اَخَذَ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir.  اَصْبَحُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  اَصْبَحُوا  ’nun ismidir.  فٖي دِيَارِهِمْ  car mecruru  جَاثِمٖينَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاثِمٖينَ  kelimesi  اَصْبَحُوا ’nun  haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

جَاثِمٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جثم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karînesi olmadan gelen  نَجَّيْنَا شُعَيْباً  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumunda, شُعَيْباً  kelimesine matuf olan has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا  mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.

بِرَحْمَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. 

اَمْرُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَمْرُ  şan ve şeref kazanmıştır. 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesindeki  اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

اَنْجَيَ  fiili ifal babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 

جَٓاءَ اَمْرُنَا  [Emrimiz geldi.] sözündeki geldi fiilinde tebei istiare vardır. “Gelmek” masdarı, “olmak, vuku bulmak” anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi s. 218, Enbiya Suresi 18)

22. ayette Salih (a.s.), 57. ayette Hud (a.s.), 66. ayette Salih’e (a.s.), bu ayette de Şuayb’a (a.s.) hitaben Allah Teâlâ aynı kelimeleri kullanmıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr, tekrir ve iktibas sanatı diyebiliriz.

Emrimiz gelince; azabımız gelince demektir. Nitekim “Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini yakında öğreneceksiniz.” (Hud Suresi 39) ifadesinden de bu anlaşılmaktadır. Yahut azabımızın vakti gelince, demektir. Zira beklemek, bunu bildirmektedir.

Burada Allah tarafından ihsan edilen rahmet, O'nun tarafından muvaffak kılındıkları imandır yahut O'nun tarafından kendilerine ihsan edilen merhamettir. (Ebüssuûd)


وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ

 

Şartın cevabına matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi  فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  ف۪ي دِيَارِهِمْ, önemine binaen amili olan  اَصْبَحُ ’nun  جَاثِم۪ينَ  şeklindeki haberine   takdim edilmiştir.

İsim cümlesi sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesi yenilenme ve tekrarlanma ifade eder.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela; fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, s. 190-191)

ظَلَمُوا - بِرَحْمَةٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ  sözü istiaredir. Çünkü gerçek anlamda “alınıp yakalanma (اخذ)” ile sadece cisimler nitelenir. “Korkunç gürültü (الصَّيْحَةُ)” ise bir tür ses olduğundan bir arazdır. Sadece kulaklara daha kuvvetli çarpan, kalplere ziyadesiyle korku ve ürperti salan sestir. Burada kastedilen şudur: Onların helak edilmeleri “korkunç gürültü” yüzündendir. “O korkunç gürültü onları tutup yakaladı yani onları öldürdü, hepsinin hakkından geldi” denilmesi güzel olmuştur. (Almak, tutmak ve yakalamak (اخذ), helak etmenin lâzımı olduğundan, أخذ helak etmekten kinayedir.) (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

جَاثِم۪ينَ  fiili Kur’an’da 5 yerde geçmiştir. Araf, Hud, Ankebut Sureleri, hepsi Salih ve Şuayb (a.s.) kavmi hakkındadır. Yüzü koyun yatmak, çömelmek, tünemek demektir. Buna çok benzeyen ve farklı bir kökün türevi olan  جاثية  kelimesi de diz üstü oturmak demektir ve 1 kere geçmiştir.

Bir görüşe göre Cebrail korkunç bir sesle onlara gürledi de onlar hemen helak oldular. Araf Suresi ile Ankebut Suresi’nde ise “Onları saika yakalayıverdi.” denilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi herhalde bu zelzele, ona sebep olan havanın dalgalanmasını meydana getiren o korkunç sesin devamında gerçekleşmiş ve onlar, bulundukları yerden hiç ayrılamadan can vermişlerdir.

Ayette Şuayb (a.s.) ve onunla beraber iman edenlerin kurtarılmasının, onların helakından önce zikredilmesi, buna daha fazla önem verildiğini belirtmek ve ilâhlığın gereği olan rahmetin, onların suçlarının gereği olarak eseri ortaya çıkan gazaptan önce geldiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk,  الصَّيْحَةُ (ses) kelimesini, daha önce bahsedilmiş malum bir sese işaret olmak üzere elif-lamlı olarak zikretmiştir. O belli sayha da Cebrail’in (a.s.) sayhası (narası)’dır. “Onlar yurtlarında diz üstü çökekaldılar.”   جَاثِم۪, “yerine, ayrılmayacak şekilde yapışıp kalan” demektir. Yani Cebrail (a.s.) onlara o narayı attığında, her birinin canı oldukları yerde çıkıverdi. “Sanki onlar orada hiç oturmamışlardı.” yani “Sanki onlar, o yurtlarında alıp satan, gidip gelen diriler değillerdi.” (Fahreddin er-Râzî)