Hûd Sûresi 93. Ayet

وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ  ...

“Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 اعْمَلُوا yapın ع م ل
3 عَلَىٰ
4 مَكَانَتِكُمْ imkanınızın elverdiğini ك و ن
5 إِنِّي ben de
6 عَامِلٌ yapıyorum ع م ل
7 سَوْفَ yakında
8 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م
9 مَنْ kime
10 يَأْتِيهِ geleceğini ا ت ي
11 عَذَابٌ azabın ع ذ ب
12 يُخْزِيهِ aşağılatıcı خ ز ي
13 وَمَنْ ve kimin
14 هُوَ o
15 كَاذِبٌ yalancı olduğunu ك ذ ب
16 وَارْتَقِبُوا gözetleyin ر ق ب
17 إِنِّي ben de
18 مَعَكُمْ sizinle birlikte
19 رَقِيبٌ gözetliyorum ر ق ب
 
Hz. Şuayb, kabilesinin güç ve kuvvetine değil, hiç kimsenin karşı koyamayacağı bir güce sahip olan Allah’a dayanıp güvendiğine işaret etti; Allah, bilgisi ve gücüyle her şeyi kuşattığı halde topluluğun Allah’tan korkmayıp kabilesinin hatırı için kendisine dokunmamasını kınadı. Oysa asıl korkulması gereken Allah’ın kuşatıcı gücüydü; nitekim O, Medyenliler’den önce bir kısmı tarih ve coğrafya olarak onlara yakın bulunan birçok topluluğu günahları yüzünden cezalandırıp yok etmişti.
 
رقب Raqabe : رَقَبَة boyun demektir. Daha sonra bu kelimeyle bedenin tamamı kastedilmiştir. Örfte ise kölelere isim olmuştur. رَقِيب koruyan, himaye eden ve gözetendir. Boyunun koruma manasıyla bağlantısı koruyanın korunanın boynunu gözetlemesinden veya gözetlerken kendi boynunu yukarı kaldırmasındandır. Dolayısıyla fiil olarak رَقَبَ korumak ve gözetlemek anlamlarına gelir. Bu köke ait tefe’ul babındaki تَرَقَّبَ fiili ise ya gözlemlemek suretiyle sakındı veya hazırlıklı, dikkatli ve ihtiyatlı oldu manasında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rakip, rekabet, murakıp ve murakabedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ 

 

 وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ sı  mahzuftur.

Nidanın cevabı  اعْمَلُوا dur. 

اعْمَلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  car mecruru  اعْمَلُوا deki failin haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنّ۪ي عَامِلٌۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

Mütekellim zamiri  ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

عَامِلٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.


سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ

 

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar. 

تَعْلَمُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i mevsûlün sılası  يَأْتٖيهِ عَذَابٌ dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَأْتٖيهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri     هو 'dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَذَابٌ  kelimesi fail olup lafzen merfûdur.

يُخْزٖيهِ  fiili  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يُخْزٖيهِ  fiili,  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.

يُخْزٖيهِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  خزى ’dir.   

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  atıf harfi  وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  هُوَ كَاذِبٌ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُو  mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَاذِبٌ  haber olup lafzen merfûdur.

كَاذِبٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ

 

و  atıf harfidir.  ارْتَقِبُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مَعَ  mekân zarfı,  رَقٖيبٌ  kelimesine müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَقٖيبٌ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur. 

ارْتَقِبُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  رقب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ 

 

Ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevap cümlesi olan  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen “yakında akıbetinizi ve ısrarınızın cezasını göreceksiniz” anlamında  tehdittir. Dolayısıyla vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Keşşâf sahibi şöyle der:  مكانة  kelimesi masdardır. Bir şey veya bir kimse bir yere iyice yerleştiğinde,  مكُن  ve  مكانة  denilir. Bu kelime, “mekân (yer)” manasına da gelir.  مَكَانٌ - مَكَانَةٌ  ve  مَقَامٌ - مَقَامَةٌ  denir.  Mana da “içinde bulunduğunuz yönde yani şirkte ve benden nefret etmede daim kalarak yapacağınızı yapın!” ya da “Bana düşmanlık etme güç ve enerjisine sahip olarak yapacağınızı yapın!” şeklindedir. “Şüphesiz ben de” Allah’ın bana sağladığı imkân ve vereceği yardım ve destek doğrultusunda yapacağımı “yapmaktayım!” (Keşşâf, III, 476)

Burada  المَكانَةُ  kelimesi kişinin büründüğü hal için müsteardır. Hal; onu kuşatan bir şeye benzetilmiştir. Adeta bir şeyi içeren mekânla sahibi birbirine karışmıştır. Veya  المَكانَةُ; hale benzetilmiştir. Çünkü kişinin halleri, kişinin mekânını ve yerleştiği, karar bulduğu yeri gösterir.  عَلى  harfi de istiare-i tebeiyye yoluyla temekkün için kullanılmıştır. Bu da  المَكانَةُ  kelimesinin hal için müstear oluşuyla ilişkilidir. Çünkü  العِلاوَةَ  mekânla ilişkilidir. Bu istiare muraşşah olmuştur. Müşebbehün bih ile alakalı olan bir kelime müstear olmuştur. Mana şöyledir: Olduğunuz gibi kalın, çünkü sizi takip etmek gibi bir isteğim yok. Hitabın nida ile başlaması söylenecek olan şeyin önemi dolayısıyladır. Çünkü nida, nida edilenleri dinlemeye çağırır. İnatçı bir kavme yapılan nida, makamın karinesiyle tehdide delalet eder. (Âşûr, Enam Suresi 135)

Tehdidin emir kipi ile yapılması, ceza vaidini daha kuvvetli ifade içindir. (Ebüssûud, Enam Suresi 135 )

 

اِنّ۪ي عَامِلٌۜ 

 

اِنّ۪ي عَامِلٌ  cümlesi beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Şuayb’ın (a.s.) bu sözleri, onların güçlü oldukları, kendisini taşlamaya muktedir bulundukları ve onların arasında kendisinin aziz olmayan bir zayıf olduğu yönündeki iddialarını reddetmek içindir.

Yahut siz içinde bulunduğunuz küfür, benim düşmanlığım ve diğer hayırsız işlerinizde sebat edin ve bana zarar vermek, bana karşı beslediğiniz kötü niyetinizi gerçekleştirmek ve benim için düşündüklerinizi kuvveden fiile çıkarmak için bütün çabalarınızı harcayın, demektir. (Ebüssuûd)

 

  سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müstakbel harfi  سَوْفَ  tehdit makamında, tekid ifade etmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası  يَأْت۪يهِ عَذَابٌ  muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَذَابٌ  kelimesi  يَأْت۪يهِ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekit etmektedir. Bu ifadede istiare vardır.

يُخْز۪يهِ  cümlesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İkinci ism-i mevsul birinciye matuftur. Sılası olan  هُوَ كَاذِبٌ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اعْمَلُوا - عَامِلٌ - تَعْلَمُونَ  kelimeleri arasında cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve irsâd sanatları vardır.

عَذَابٌ un  tenkiri mübalağa ve korkutmak amaçlıdır.

سَوْفَ ile başlayan sözü, Nuh (as), gemiyi yaptığı sırada kavmine söylemiştir. Bu da kavmin sonunun ve cezalandırılacağı günün yaklaştığına işaret etmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Alâ Tarîki’t-Tefsîri’l-Beyânî, III, s. 304-305)

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlun hazfi; korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr, Araf Suresi 123)

Zemahşerî, beyan ilminin pek çok güzellikler barındıran bir kolu olarak nitelediği konumuzda, atıf farkı dışında birbirleriyle aynı olan cümleleri karşılaştırmalı olarak inceleyerek önemli çıkarımlarda bulunur. Atıf yapılmadan, “سوف تعلمون …ileride bileceksiniz… ve  ف  atfıyla “فسوف تعلمون …ileride bileceksiniz” cümlelerinin karşılaştırmasında, ikinci kullanımın vasl edatıyla yapılan açık (zâhir) bir vasl; birinci cümlede ise gizli (hafî) vasl olduğunu söyler. Gizli vasl durumu, öngörülen bir sorunun cevabı olmak üzere isti’nâf cümlesi olarak takdir edilir. Söz konusu kullanımda “Peki biz yaptığımızı yapsak, sen de yaptığını yapsan ne olacak?!” sorusu mukadderdir ve taraflar arası açık veya kapalı bir diyaloğa işaret eder.

Zemahşerî, cümleler ve üslûbun hareketliliği (tefennün) üzerinde önemle durarak, istînâf takdirindeki cümlelerin daha belîğ olduğunu kaydeder. Müfessirin bu

görüşlerini, onun cümlenin içerik ve bağlamını esas alan en belirleyici düşüncesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira cümlelerdeki bu tefennün, esas itibarıyla anlamdaki tefennün ve farklı noktalara vurgunun bir yansımasıdır. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 375 [Hud Suresi 39])

Şuayb’ın (a.s.) azabı rezil etmek vasfıyla vasıflandırması, onların kendisine vadettikleri taşlamaya tarizdir. Zira taşlamak, azap olmakla beraber aynı zamanda açık bir rezalettir. Nitekim ancak büyük bir cürüm, onu gerektirmektedir. (Ebüssuûd)


وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ

 

Cümle nidanın cevabına matuf olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ  cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَارْتَقِبُٓوا - رَق۪يبٌ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki  اعْمَلُوا  ve  ارْتَقِبُٓوا  fiillerinde irsâd sanatı vardır.  

اِنّ۪ي مَعَكُمْ  “Ben de sizinle beraberim.” ifadesinin ilave edilmesi, Şuayb’ın (a.s.) kendine öz güvenini göstermektedir. (Ebüssuûd)