Yusuf Sûresi 101. Ayet

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ  ...

Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbim ر ب ب
2 قَدْ gerçekten
3 اتَيْتَنِي bana verdin ا ت ي
4 مِنَ
5 الْمُلْكِ mülk م ل ك
6 وَعَلَّمْتَنِي ve bana öğrettin ع ل م
7 مِنْ
8 تَأْوِيلِ yorumunu ا و ل
9 الْأَحَادِيثِ düşlerin ح د ث
10 فَاطِرَ yaratıcısı ف ط ر
11 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
12 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
13 أَنْتَ sensin
14 وَلِيِّي benim velim و ل ي
15 فِي
16 الدُّنْيَا dünyada د ن و
17 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
18 تَوَفَّنِي beni öldür و ف ي
19 مُسْلِمًا müslüman olarak س ل م
20 وَأَلْحِقْنِي ve beni kat ل ح ق
21 بِالصَّالِحِينَ iyilere ص ل ح
 
Hz. Yûsuf, mülkü ve onu yönetmek için gerekli olan olayları yorumlama ilmini kendisine yüce Allah’ın verdiğini, dünyada da âhirette de kendisini yönetip himaye eden velîsinin Allah olduğunu zikrederek O’na şükranlarını arzediyor ve dünyada insana verilen imkânların “iyi bir insan ve iyi bir müslüman olma” amacına hizmet etmesi gerektiğini vurguluyor (velî hakkında bilgi için bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/2,138-140; En‘âm 6/14).
 Rivayete göre Hz. Ya‘kub Mısır’da oğlunun yanında yıllarca yaşadı. Vasiyeti uyarınca naaşı, Filistin’de defnedilmiş bulunan babası Hz. İshak’ın yanına gömüldü. Hz. Yûsuf babasından sonra yirmi üç yıl daha yaşadı. Onun naşını da Mısırlılar mermer bir sandukaya koyarak Nil yatağına gömdüler. Mısırlılar onu çok sevdikleri için kendi memleketlerinde kalmasını istemişlerdi. Daha sonra Hz. Mûsâ onun naaşını bularak babası Hz. Ya‘kub’un yanına götürüp defnetti (Râzî, XVIII, 216).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 259
 
Riyazus Salihin, 586 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Zira ölmeyi isteyen kimse eğer iyi biriyse, belki daha çok hayır ve iyilik yapar. Şayet kötü biriyse, olabilir ki, tövbe edip Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışır.”
Buhârî, Temennî 6; Müslim, Zikir 10. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd  31
Müslim’in Ebû Hureyre radıyallahu anh’den bir başka rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Mü’minin hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır.”
(Müslim, Zikir 13. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1)
 

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ

 

Nida harfi mahzuftur.  رَبِّ  münada olup damme ile mebni mahallen mansubdur. Mahzuf olan mütekellim  ي sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ dir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اٰتَيْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.

Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْمُلْكِ  car mecruru  اٰتَيْتَن۪ي  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  عَلَّمْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.

Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ تَأْو۪يلِ  car mecruru  عَلَّمْتَن۪ي  fiiline müteallıktır.  الْاَحَاد۪يثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَّمْتَن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  علم’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. 


 فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

Nida harfi mahzuftur. فَاطِرَ  münada olup lafzen mansubdur.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ye matuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ dir. 

Munfasıl zamir   اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَلِيّ۪  haber olup mukadder damme ile merfûdur.

Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  وَلِيّ۪ ye müteallıktır.  الدُّنْيَا  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاٰخِرَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الدُّنْيَا ’ya matuftur. 

فَاطِرَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فطر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  تَوَفَّن۪ي  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مُسْلِماً  mütekellim zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf  harfidir.  اَلْحِقْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انتdir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

بِالصَّالِح۪ينَ  car mecruru  اَلْحِقْن۪ي  fiiline müteallıktır.  الصَّالِح۪ينَ nin cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

مُسْلِماً  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَفَّن۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin ve mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ  cümle, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş lâzım-ı  faide-i haber talebî kelamdır.

Nidanın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  عَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Her iki cümle de haber üslubunda geldiği halde dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Burada mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Yusuf (a.s.) bu sözleri ile sevinç ve mutluluğunu izhar etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ insanın kalbinden geçenleri bilir. Yusuf (a.s.) da O’nun haber verilmeye ihtiyacı olmadığını bilmektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir veya nida cümlesinden bedeldir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  mübteda ve haberden oluşmuş lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

Nidanın cevabı haber üslubunda geldiği halde dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla cümleler, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

Veli olmanın, dünya ve ahirette olmak üzere belirtilmesi taksim sanatıdır.

الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَا  ve  السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَاطِرَ  kelimesi mahzuf nida harfinin münadası olarak mansubdur. Sözün gelişinden anlaşılan bazı durumlarda nida edatı hazf edilebilir. (Beyzâvî, III, 284)

Dilciler şöyle demişlerdir: “Arapçada  فَاطِرَ  ‘fatr’ kelimesi asıl olarak ‘yarmak’ manasınadır. Yeryüzü (biten bitkiler ile) yarıldığında, ağacın dalları, yaprakların çıkması ile âdeta yarık yarık olduğunda da bu kelime kullanılır. İşte kelimenin Arapçadaki kök manası budur. Daha sonra bu kelime, var etme ve yaratma manasına kullanılmıştır. Çünkü var edilen o şey, yok iken sanki bir karanlık içinde imiş de yaratılmak sureti ile o yokluk ve karanlık yarılmış ve içinden o çıkmış gibi olur.” (Fahreddin er-Râzî)

رَبِّ - وَلِيّ۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلِيّ۪  ve تَأْو۪يلِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.


تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

Hz. Yusuf’un sözlerine dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Aynı üsluptaki  اَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ  cümlesi  وَ  harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مُسْلِماً - الصَّالِح۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاطِرَ - تَوَفَّن۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Kim dua ederse mutlaka duadan önce Allah'a hamdu sena etmelidir. Binaenaleyh Yusuf (a.s.), dua etmeyi isteyince işte bu ifadeden önce Cenab-ı Hakk'ı, “Ya Rabb, Sen bana mülk verdin ve sözlerin tevilini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan.” diyerek övmüş, sonra bunun peşinden, “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kat.” diyerek dua etmiştir. Bunun bir benzeri de Hz. İbrahim’in (a.s.) yaptığı iştir. O, önce, “(O Rabb) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.” diyerek Allah'ı medhü sena etmiş; daha sonra da “Rabbim bana hüküm ihsan et ve beni salihlere kat.” (Şuara Suresi, 83) diyerek duada bulunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)