3 Şubat 2025
Yusuf Sûresi 96-103 (246. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 96. Ayet

فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


Müjdeci gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Yakub, “Ben size, Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا zaman
2 أَنْ
3 جَاءَ geldiği ج ي ا
4 الْبَشِيرُ müjdeci ب ش ر
5 أَلْقَاهُ koyunca ل ق ي
6 عَلَىٰ üzerine
7 وَجْهِهِ yüzü و ج ه
8 فَارْتَدَّ derhal ر د د
9 بَصِيرًا görür oldu ب ص ر
10 قَالَ dedi ki ق و ل
11 أَلَمْ
12 أَقُلْ demedim mi? ق و ل
13 لَكُمْ size
14 إِنِّي elbett ben
15 أَعْلَمُ bilirim ع ل م
16 مِنَ -tan
17 اللَّهِ Allah-
18 مَا şeyleri
19 لَا
20 تَعْلَمُونَ sizin bilmediğiniz ع ل م

فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

جَٓاءَ الْبَش۪يرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  zaid harftir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْبَش۪يرُ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪  cümlesidir.

اَلْقٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى وَجْهِه۪  car mecruru  اَلْقٰيهُ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  ارْتَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ ’dir.

بَص۪يراً  failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقٰيهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

ارْتَدَّ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  ردد ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

Mekulü’l-kavli  اَلَمْ اَقُلْ ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

اَقُلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  اَقُلْ  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ ’dur.  اَقُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَعْلَمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَعْلَمُ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i  mevsûlün sılası  لَا تَعْلَمُونَ ’dır. İrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا, müteallakı  اَلْقٰيهُ  olan şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  اَنْ, cümlede tekid ifade eden zaid harftir.

Şart cümlesi  جَٓاءَ الْبَش۪يرُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  فَارْتَدَّ بَص۪يراً  cümlesi,  فَ  atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. 

بَص۪يراً  kelimesi  ارْتَدَّ ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Bu ayette gelen  اَنْ  harfi zaid olup manayı pekiştirmektedir. Burada zaid harf, ifadeye gecikme ve bekleme olmaması yönünde bir anlam kazandırmaktadır. Yani لَمَّٓا ’dan sonra gelen  اَنْ  harfi tekid ifade ederek iki fiilin aralıksız olarak peşpeşe meydana geldiğini bildirir. (Zemahşerî, Keşşâf)


قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli,  اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze takriri manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve itirafa zorlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَقُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

قَالَ - اَقُلْ, kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayetin sonunda 86. ayetle iktibas vardır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları söz konusudur.

ارْتَدَّ : irtidât, bir şeyin, daha önceki haline dönmesidir. Binaenaleyh ayetteki bu tabirin anlamı, “Allah onu, eskiden olduğu gibi görür hale getirdi.” şeklindedir. Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir: Bazıları, “O tamamen kör olmuştu. Allah Teâlâ onu, işte bu anda görür hale getirdi.” derken diğer bazıları: “Hayır, çok ağlamaktan ve üzüntüden dolayı onun görmesi zayıflamıştı. İşte o gömleği Yakub'un yüzüne atıp Yusuf'un hayatta olduğu müjdesi verilince onun sevinci büyümüş, gönlü ferahlamış ve bütün hüzünleri yok olmuştu. İşte o zaman görmesi yeniden kuvvetlenmiş ve görme eksikliği yok oluvermişti.” İşte o zaman da “Ben size, ‘Bilemeyeceğiniz şeyleri, Allah tarafından olmak üzere ben biliyorum.’ demedim mi?” demiştir. Bundan maksat, onun rüya yolu ile Yusuf'un hayatta olduğunu bilmesidir. Çünkü bu ifadenin, kendinden önceki ile mana cihetinden bir ilgisi vardır. Bu ifade Hz. Yakub'un daha önce söylemiş olduğu, “Ben, kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikayet ediyorum. Ben, Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyorum.” şeklindeki sözüne bir işarettir.  (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 97. Ayet

قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ  ...


Oğulları, “Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu idik” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 يَا أَبَانَا babamız ا ب و
3 اسْتَغْفِرْ bağışlanmasını dile غ ف ر
4 لَنَا bizim
5 ذُنُوبَنَا günahlarımızın ذ ن ب
6 إِنَّا gerçekten biz
7 كُنَّا ك و ن
8 خَاطِئِينَ günah işledik خ ط ا
Hz. Ya‘kub’un oğulları, babalarına karşı suçlarını itiraf ettiler ve ondan günahlarının bağışlanması için Allah’tan af dilemesini istediler.Fakat, Ya‘kub’un, oğullarına karşı kalbi kırıktı, kendisinin affettiğine işaret etmekle birlikte Allah’ın affı için hemen dua etmedi; ya seher vaktini veya aralarında helâlleşmelerini beklemek ya da kırgınlığını hissettirmek için onu bir süre erteledi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 256-257
Riyazus Salihin, 212 Nolu Hadis
Ebû Hureyre  radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm mikdarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.”  
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)

قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli,  يَا اَبَانَٓا ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfi,  اَبَانَٓا  münadadır.  اَبَانَٓا  münada olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir. 

Nidanın cevabı  اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا ’dur.  

اسْتَغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

لَنَا  car mecruru  اسْتَغْفِرْ  fiiline müteallıktır.  ذُنُوبَنَٓا  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَغْفِرْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 

اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir. 

خَاطِـ۪ٔينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

خَاطِـ۪ٔينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خطأ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اسْتَغْفِرْ لَنَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.


 اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberi ism-i fail kalıbında gelmiştir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. Bunun manası ihsanın onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır.   (tevbe 120-121) (Halidî, Vakafat s. 86; Tevbe Suresi, 120-121)

Ayetin sonunda 91. ayete iktibas vardır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları söz konusudur.

خَاطِـ۪ٔينَ - ذُنُوبَنَٓا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yakub'un oğulları ondan özür dilemeye başlayarak: “Ey babamız, bizim için istiğfar et. Biz gerçekten suçlular idik.” dediler. (Yakub da): “Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Şüphesiz O, Gafûr ve Rahîm'dir.” dedi. Ayetin zahiri, Hz. Yakub’un (a.s.) o anda onlar için istiğfarda bulunmadığını ama ileride onlar için istiğfar etmeyi va’dettiğini gösterir. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 98. Ayet

قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...


Yakub, “Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 سَوْفَ (şimdi)
3 أَسْتَغْفِرُ mağfiret dileyeceğim غ ف ر
4 لَكُمْ sizin için
5 رَبِّي Rabbimden ر ب ب
6 إِنَّهُ şüphesiz O
7 هُوَ O
8 الْغَفُورُ bağışlayandır غ ف ر
9 الرَّحِيمُ esirgeyendir ر ح م

قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ ’dir.

Mekulü’l-kavli, سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

اَسْتَغْفِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

لَكُمْ  car mecruru  اَسْتَغْفِرُ  fiiline müteallıktır.  رَبّ۪ي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur.


 اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْغَفُورُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  kelimesi ikinci haberdir.

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Hz. Yakub’un sözleridir. Müstakbel harfi  سَوْفَ  tekid içerir.

رَبّ۪ي  izafetinde muzâfun ileyh olan  ي  zamiri sebebiyle Hz. Yakub şeref kazanmıştır.

 

 اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve kasrla tekid edilen cümle, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin yani  الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Yakub’un (a.s.) onlar için “Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim.” sözünün manası, “Bu istiğfara ileride de devam edeceğim.” şeklindedir. Rivayet edildiğine göre o, yirmi küsur sene, her cuma gecesi onlar için istiğfar ediyordu. Hatta denildi ki “O bir vakitte namaza kalkar ve namazını bitirince ellerini göğe doğru kaldırır ve der ki: ‘Ya Rabbi, Yusuf'a olan feryad-ü figânımı ve ona karşı olan sabırsızlığımı bağışla. Yusuf'a yaptıkları işlerden ötürü, oğullarıma mağfiret et.’ Bunun üzerine Allah Teâlâ ona, ‘Seni de onların hepsini de bağışladım.’ diye vahyeder.” (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 99. Ayet

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ  ...


(Mısır’a gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve “Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا nihayet
2 دَخَلُوا vardıklarında د خ ل
3 عَلَىٰ yanına
4 يُوسُفَ Yusuf’un
5 اوَىٰ çekip kucakladı ا و ي
6 إِلَيْهِ kendine
7 أَبَوَيْهِ ana-babasını ا ب و
8 وَقَالَ ve dedi ق و ل
9 ادْخُلُوا girin د خ ل
10 مِصْرَ Mısır’a م ص ر
11 إِنْ
12 شَاءَ dileğiyle ش ي ا
13 اللَّهُ Allah’ın
14 امِنِينَ güven içinde ا م ن
Ya‘kub aleyhisselâm, yakınlarıyla birlikte kendi ülkesinden ayrılarak Mısır’a Hz. Yûsuf’un yanına gitti. Rivayete göre Hz. Yûsuf ile Mısır hükümdarı, kalabalık bir asker topluluğu, devlet adamları ve Mısır halkı ile birlikte Hz. Ya‘kub’u şehrin dışında karşıladılar. Hz. Yûsuf, ana babasını kucaklayıp bağrına bastıktan sonra onları özel bir konakta dinlendirdi; sonra da güven içinde şehre girmelerini söyledi (Râzî, XVIII, 210-211).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 258

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

دَخَلُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

دَخَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلٰى يُوسُفَ  car mecruru  دَخَلُوا  fiiline müteallıktır.  يُوسُفَ  kelimesi gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Şartın cevabı  اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ ’dır. 

اٰوٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

اِلَيْهِ  car mecruru  اٰوٰٓى  fiiline müteallıktır.  اَبَوَيْهِ  mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ’dir.

Mekulü’l-kavli,  ادْخُلُوا مِصْرَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

ادْخُلُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur.

مِصْرَ  mef’ûlün bih olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ  cümlesi itiraziyyedir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اٰمِن۪ينَ  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن شاء الله دخولكم آمنين دخلتم (Allah dilerse güvenle girersiniz) şeklindedir.

اٰمِن۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  أمن  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ

 

فَ  atıf harfidir.  اٰوٰٓى ’ya müteallık olan zaman zarfı  لَمَّا, şart manası taşımaktadır. İki ayet arasında meskutun anh vardır.

Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap fiilleri mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ  cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ادْخُلُوا مِصْرَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

اَبَوَيْهِ  kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlîb sanatı vardır.  ادْخُلُوا  emrinde tağlîb yoluyla hem müennes hem müzekker kastedilmiştir.

ادْخُلُوا مِصْرَ  ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. (Mahmud Safî)


اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen  اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ  cümlesi şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasındaki  شَٓاءَ  fiilidir. Takdiri,  إن شاء الله دخولكم آمنين دخلتم [Allah dilerse güvenle girersiniz.] şeklinde olan cümlede şartın cevabının hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.

Şart fiili  شَاۤءَ ’nin mef’ûlü mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınırlamadan düşünmesini sağlayan îcaz sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰمِن۪ينَ  kelimesi haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اٰمِن۪ينَۜ -  اٰوٰٓى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ  (Emin olarak Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin.) cümlesindeki  اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ  ifadesi dua cümlesi olup bereket isteğiyle getirilmiştir. Ayette takdim ve tehir vardır. Takdiri,  ادْخُلُوا مِصْرَ اٰمِن۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ  şeklindedir. (Safvetu't Tefasir)

دَخَلُوا - ادْخُلُوا  kelimeleri arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ [İnşallah emniyetle girin.] cümlesi emir değil dua manasındadır. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اٰمِن۪ينَ, “emin olarak” ifadesinin manası, “canınızdan, malınızdan ve ailenizden emin olarak; hiç kimseden korkmadan” şeklindedir. Çünkü daha önce onlar, Mısır krallarından korkarlardı. Bunun, “kıtlıktan, sıkıntıdan ve ihtiyaç halinden emin olarak, korkusuzca” manasında veya “Daha önce işledikleri o suçtan dolayı, Yusuf'un zarar vermesinden emin olarak ve korkmadan” manasına geldiği de söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 100. Ayet

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  ...


Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرَفَعَ ve çıkardı ر ف ع
2 أَبَوَيْهِ ana-babasını ا ب و
3 عَلَى üstüne
4 الْعَرْشِ tahtın ع ر ش
5 وَخَرُّوا ve hepsi kapandılar خ ر ر
6 لَهُ onun için
7 سُجَّدًا secdeye س ج د
8 وَقَالَ ve dedi ق و ل
9 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
10 هَٰذَا işte bu
11 تَأْوِيلُ yorumudur ا و ل
12 رُؤْيَايَ rü’yanın ر ا ي
13 مِنْ
14 قَبْلُ önceki ق ب ل
15 قَدْ muhakkak
16 جَعَلَهَا onu yaptı ج ع ل
17 رَبِّي Rabbim ر ب ب
18 حَقًّا gerçek ح ق ق
19 وَقَدْ ve gerçekten
20 أَحْسَنَ iyilik etti ح س ن
21 بِي bana
22 إِذْ zira
23 أَخْرَجَنِي beni çıkardı خ ر ج
24 مِنَ -dan
25 السِّجْنِ zindan- س ج ن
26 وَجَاءَ ve getirdi ج ي ا
27 بِكُمْ sizi de
28 مِنَ -den
29 الْبَدْوِ çöl- ب د و
30 مِنْ
31 بَعْدِ sonra ب ع د
32 أَنْ
33 نَزَغَ fitne soktuktan ن ز غ
34 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
35 بَيْنِي aramıza ب ي ن
36 وَبَيْنَ ve arasına ب ي ن
37 إِخْوَتِي kardeşlerim ا خ و
38 إِنَّ gerçekten
39 رَبِّي Rabbim ر ب ب
40 لَطِيفٌ çok ince düzenler ل ط ف
41 لِمَا şeyi
42 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
43 إِنَّهُ şüphesiz O
44 هُوَ O
45 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
46 الْحَكِيمُ her şeyi yerli yerince yapandır ح ك م
Müfessirler, “huzurda yere kapanma” olayını iki şekilde yorumlamışlardır: a) Hz. Yûsuf’a karşı bir saygı selâmı olmak üzere yere kapanmışlardır. 4. âyet bu anlamı destekler mahiyettedir. b) Hz. Yûsuf’a kavuştukları için Allah’a şükretmek üzere secdeye kapanmışlardır. 4. âyetin meâlinde, “Onları bana Allah’a secde ederlerken gördüm” diye çevirdiğimiz cümle, “Onları benim için secde ederlerken gördüm” şeklinde çevirmek de mümkündür. Bu takdirde âyet ikinci anlamı destekler.
 Hz. Yûsuf, bir nezaket ve tevazu örneği daha göstermiş, sahip olduğu bu debdebe ve ihtişamın kendisine Allah tarafından lutfedildiğini söyleyerek Allah’a senâda bulunmuştur. Kardeşlerinin kendisine muhtaç oldukları bir dönemde onlardan intikam almayı düşünmediği gibi, onların yaptıklarını hatırlatacak tek kelime dahi söylememiş, kardeşleriyle arasını şeytanın açtığını ifade etmiştir. Bununla birlikte bu olayların ilâhî takdir ve hikmet neticesinde meydana geldiğine de işaret etmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 258
خرّ Harra : خَرَّ duyulabilecek şekilde bir ses çıkararak düştü demektir. خَرِيرٌ sözcüğü ise su, rüzgâr gibi yüksekten yere düşen şeylerin düşerken çıkardıkları seslerdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  رَفَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اَبَوَيْهِ  mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfûn ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَى الْعَرْشِ  car mecruru  رَفَعَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  خَرُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  خَرُّوا  fiiline müteallıktır.  سُجَّداً  kelimesi  خَرُّوا deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

يَٓا اَبَتِ  cümlesi itiraziyyedir.  

يَا  nida,  اَبَتِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ sı mahzuftur. Nidanın cevabı mahzuftur.

Mekulü’l-kavli,  هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

İşaret ismi  هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَأْو۪يلُ  haber olup lafzen merfûdur.

رُءْيَايَ  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  رُءْيَايَ ye mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ   tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَعَلَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim  zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَقاًّ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.


وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَحْسَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

ب۪ٓي  car mecruru  اَحْسَنَ  fiiline müteallıktır. 

اِذْ  zaman zarfı,  اَحْسَنَ  fiiline müteallıktır.  اَخْرَجَن۪ي   ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. (إِذْ) mef’ûlün fih, mef’ûlün bih, mef’ûlün leh olur.

b. (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlün fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخْرَجَن۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Sonundaki   نِ  vikayedir.

Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ السِّجْنِ  car mecruru  اَخْرَجَن۪ي  fiiline müteallıktır. 


 وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِكُمْ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.  مِنَ الْبَدْوِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  مِنْ بَعْدِ nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

نَزَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.  بَيْن۪ي  mekân zarfı mukadder fetha ile mansub olup  نَزَغَ  fiiline müteallıktır.

Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيْنَ  mekân zarfı, atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

اِخْوَت۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ 

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَط۪يفٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  لِ  harf-i ceri ile birlikte  لَط۪يفٌ e müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 


اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَل۪يمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  kelimesi ikinci haberdir.

الْحَك۪يمُ - الْعَلٖيمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ 

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öncesine matuf olan   وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداً  cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سُجَّداً  kelimesi  خَرُّوا deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

سُجَّداً, ana babasının halinin beyanını kuvvetlendiren ifade olarak ıtnâbdır.

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداً  [Ana ve babasını tahtın üstüne çıkarıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar.] Burada  اَبَوَيْهِ  kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlîb sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade eden  رَفَعَ  kelimesi, ana babaya gösterilecek saygının önemine binaen her ne kadar lafız bakımından secdeye kapanma manasına gelen,  خَرُّوا  kelimesinden önce gelmişse de mana itibariyle ondan sonradır. Ona secde ettiler, sonra ana babasını kral tahtına oturttu, demektir. (Safvetu't Tefasir)

رَفَعَ - الْعَرْشِ  ve  سُجَّداً - خَرُّوا  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

رَفَعَ - خَرُّوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.


 وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ

 

وَ  atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olan  يَٓا اَبَتِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı mahzuftur. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  هٰذَا  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder.  هٰذَا  ile rüyanın teviline işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

رُءْيَايَ ’dan hal olan  قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

رَبّ۪ي  izafetinde Hz. Yusuf’a ait mütekellim zamirinin, Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle Hz. Yusuf, şan ve şeref kazanmıştır.

حَقاًّ, mahzuf mef’ûlu mutlak için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


 وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ 

 

قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّ  cümlesine matuf olup tahkik harfi  قَدْ la tekid edilmiş cümlenin müstenefe olması da caizdir.

Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ  cümlesi,  اَحْسَنَ ye müteallık zaman zarfı  اِذْ ’in, muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki …جَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ  cümlesi,  وَ  harfiyle makabline atfedilmiştir. 

Vahidî ve daha bazılarının beyanına göre “Bedv” kelimesi iki anlama gelir: Birincisi, şahsın uzaktan göründüğü düzlük ve açık yer demektir ki dilimizde buna “alan” denir. Bunun aslı (beda, yebdu, bedven) fiilinden zuhur manasına mastar olup sonra ism-i mekan gibi kullanılmıştır. “Bedv”in karşıtı “hazar”dır. Bunlar nispet yası ile kullanıldıkları zaman “bedevî” ve “hazarî” denilmiştir. İkincisi ise Abdullah b. Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Yakup, “Beda” adı verilen yere yerleşip orada yaşıyormuş ve Yusuf'un yanına işte oradan gelmişti. O yerde dağın dibinde kendisinin bir mescidi vardı. İbnu'l Enbarî de demiştir ki: “Beda bilinen bir yerdir. Filan, Şi'b ile Beda arasındadır.” denilir. Bu iki meşhur yer, şiirlerde birlikte anılagelmiş olan yerlerdir. (Elmalılı)

اَنْ ve akabindeki نَزَغَ الشَّيْطَانُ cümlesi, masdar teviliyle, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.


اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ

 

İstînâfiye veya ta’lîliyye olarak fasılla gelen  اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُ  cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.  

Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  رَبّ۪ٓي, veciz ifade yollarından olan izafetle gelmiştir. 

رَبّ۪ي  izafetinde Hz. Yusuf’a ait mütekellim zamirinin, Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle Hz. Yusuf, şan ve şeref kazanmıştır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılasıolan  يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrurun müteallakı  لَط۪يفٌ ’dur.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

“Şüphesiz ki Rabbim, dilediğini çok ince ve çok güzel olarak tedbir edendir.” demiştir. Bu, “Yusuf ile babasının ve kardeşlerinin muhabbet, ülfet, güzel bir geçim ve gönül huzuru içinde yeniden bir araya gelmeleri, aklen son derece uzak bir ihtimaldi. Fakat Allah Teâlâ latiftir; bir şeyin meydana gelmesini murad ederse onun sebeplerini kolaylaştırır, meydana gelmesi aklen ne kadar uzak dahi olsa o şey meydana gelir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ, isim cümlesi formunda gelmiştir. هُوَ ’nin fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir.  اِنَّهُ ’daki  هُ, şan zamiridir.

Müsnedin yani  الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiri, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Muttasıl zamirin, munfasıl zamirle tekid edilmesi lafzî tekiddir.

اِخْوَت۪يۜ - اَبَوَيْهِ  kelimeleriyle  لَط۪يفٌ - اَحْسَنَ  ve  حَقاًّ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

اَبَوَيْهِ - اَبَتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَبْلُۘ - بَعْدِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  السِّجْنِ - الْعَرْشِ  ile  رُءْيَايَ - حَقاًّۜ  kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî vardır.

رَبّ۪ي - بَيْنَ - اِنَّ - قَدْ  kelime kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Yusuf Sûresi 101. Ayet

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ  ...


Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbim ر ب ب
2 قَدْ gerçekten
3 اتَيْتَنِي bana verdin ا ت ي
4 مِنَ
5 الْمُلْكِ mülk م ل ك
6 وَعَلَّمْتَنِي ve bana öğrettin ع ل م
7 مِنْ
8 تَأْوِيلِ yorumunu ا و ل
9 الْأَحَادِيثِ düşlerin ح د ث
10 فَاطِرَ yaratıcısı ف ط ر
11 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
12 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
13 أَنْتَ sensin
14 وَلِيِّي benim velim و ل ي
15 فِي
16 الدُّنْيَا dünyada د ن و
17 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
18 تَوَفَّنِي beni öldür و ف ي
19 مُسْلِمًا müslüman olarak س ل م
20 وَأَلْحِقْنِي ve beni kat ل ح ق
21 بِالصَّالِحِينَ iyilere ص ل ح
Hz. Yûsuf, mülkü ve onu yönetmek için gerekli olan olayları yorumlama ilmini kendisine yüce Allah’ın verdiğini, dünyada da âhirette de kendisini yönetip himaye eden velîsinin Allah olduğunu zikrederek O’na şükranlarını arzediyor ve dünyada insana verilen imkânların “iyi bir insan ve iyi bir müslüman olma” amacına hizmet etmesi gerektiğini vurguluyor (velî hakkında bilgi için bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/2,138-140; En‘âm 6/14).
 Rivayete göre Hz. Ya‘kub Mısır’da oğlunun yanında yıllarca yaşadı. Vasiyeti uyarınca naaşı, Filistin’de defnedilmiş bulunan babası Hz. İshak’ın yanına gömüldü. Hz. Yûsuf babasından sonra yirmi üç yıl daha yaşadı. Onun naşını da Mısırlılar mermer bir sandukaya koyarak Nil yatağına gömdüler. Mısırlılar onu çok sevdikleri için kendi memleketlerinde kalmasını istemişlerdi. Daha sonra Hz. Mûsâ onun naaşını bularak babası Hz. Ya‘kub’un yanına götürüp defnetti (Râzî, XVIII, 216).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 259
Riyazus Salihin, 586 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Zira ölmeyi isteyen kimse eğer iyi biriyse, belki daha çok hayır ve iyilik yapar. Şayet kötü biriyse, olabilir ki, tövbe edip Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışır.”
Buhârî, Temennî 6; Müslim, Zikir 10. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd  31
Müslim’in Ebû Hureyre radıyallahu anh’den bir başka rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Mü’minin hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır.”
(Müslim, Zikir 13. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1)

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ

 

Nida harfi mahzuftur.  رَبِّ  münada olup damme ile mebni mahallen mansubdur. Mahzuf olan mütekellim  ي sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ dir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اٰتَيْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.

Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْمُلْكِ  car mecruru  اٰتَيْتَن۪ي  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  عَلَّمْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.

Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ تَأْو۪يلِ  car mecruru  عَلَّمْتَن۪ي  fiiline müteallıktır.  الْاَحَاد۪يثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَّمْتَن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  علم’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. 


 فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

Nida harfi mahzuftur. فَاطِرَ  münada olup lafzen mansubdur.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ye matuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ dir. 

Munfasıl zamir   اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَلِيّ۪  haber olup mukadder damme ile merfûdur.

Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  وَلِيّ۪ ye müteallıktır.  الدُّنْيَا  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاٰخِرَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الدُّنْيَا ’ya matuftur. 

فَاطِرَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فطر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  تَوَفَّن۪ي  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مُسْلِماً  mütekellim zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf  harfidir.  اَلْحِقْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انتdir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

بِالصَّالِح۪ينَ  car mecruru  اَلْحِقْن۪ي  fiiline müteallıktır.  الصَّالِح۪ينَ nin cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

مُسْلِماً  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَفَّن۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin ve mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ  cümle, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş lâzım-ı  faide-i haber talebî kelamdır.

Nidanın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  عَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Her iki cümle de haber üslubunda geldiği halde dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Burada mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Yusuf (a.s.) bu sözleri ile sevinç ve mutluluğunu izhar etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ insanın kalbinden geçenleri bilir. Yusuf (a.s.) da O’nun haber verilmeye ihtiyacı olmadığını bilmektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir veya nida cümlesinden bedeldir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  mübteda ve haberden oluşmuş lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

Nidanın cevabı haber üslubunda geldiği halde dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla cümleler, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

Veli olmanın, dünya ve ahirette olmak üzere belirtilmesi taksim sanatıdır.

الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَا  ve  السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَاطِرَ  kelimesi mahzuf nida harfinin münadası olarak mansubdur. Sözün gelişinden anlaşılan bazı durumlarda nida edatı hazf edilebilir. (Beyzâvî, III, 284)

Dilciler şöyle demişlerdir: “Arapçada  فَاطِرَ  ‘fatr’ kelimesi asıl olarak ‘yarmak’ manasınadır. Yeryüzü (biten bitkiler ile) yarıldığında, ağacın dalları, yaprakların çıkması ile âdeta yarık yarık olduğunda da bu kelime kullanılır. İşte kelimenin Arapçadaki kök manası budur. Daha sonra bu kelime, var etme ve yaratma manasına kullanılmıştır. Çünkü var edilen o şey, yok iken sanki bir karanlık içinde imiş de yaratılmak sureti ile o yokluk ve karanlık yarılmış ve içinden o çıkmış gibi olur.” (Fahreddin er-Râzî)

رَبِّ - وَلِيّ۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلِيّ۪  ve تَأْو۪يلِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.


تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

Hz. Yusuf’un sözlerine dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Aynı üsluptaki  اَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ  cümlesi  وَ  harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مُسْلِماً - الصَّالِح۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاطِرَ - تَوَفَّن۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Kim dua ederse mutlaka duadan önce Allah'a hamdu sena etmelidir. Binaenaleyh Yusuf (a.s.), dua etmeyi isteyince işte bu ifadeden önce Cenab-ı Hakk'ı, “Ya Rabb, Sen bana mülk verdin ve sözlerin tevilini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan.” diyerek övmüş, sonra bunun peşinden, “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kat.” diyerek dua etmiştir. Bunun bir benzeri de Hz. İbrahim’in (a.s.) yaptığı iştir. O, önce, “(O Rabb) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.” diyerek Allah'ı medhü sena etmiş; daha sonra da “Rabbim bana hüküm ihsan et ve beni salihlere kat.” (Şuara Suresi, 83) diyerek duada bulunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 102. Ayet

ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ  ...


İşte bu (kıssa), gayb haberlerindendir. Onu sana biz vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar tuzak kurarak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu
2 مِنْ
3 أَنْبَاءِ haberlerindendir ن ب ا
4 الْغَيْبِ gayb غ ي ب
5 نُوحِيهِ vahyettiğimiz و ح ي
6 إِلَيْكَ sana
7 وَمَا değildin
8 كُنْتَ sen ك و ن
9 لَدَيْهِمْ onların yanında
10 إِذْ zaman
11 أَجْمَعُوا toplandıkları ج م ع
12 أَمْرَهُمْ yapacakları işleri için ا م ر
13 وَهُمْ ve onlar
14 يَمْكُرُونَ tuzak kurarlarken م ك ر
Hz. Peygamber, bu kıssayı yaşayanlarla beraber yaşamadığı ve kitaptan okumadığı gibi herhangi bir kimseden de öğrenmiş değildi. Çünkü Mekke’de yahudilerle temasta bulunan bazı kimseler bulunsa bile, yahudi din âlimi yoktu. Bütün bunlar, bu kıssanın gayb haberlerinden ve bir mûcize olduğunun delilidir (gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 260

ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ اَنْبَٓاءِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealıktır.  الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

نُوح۪يهِ  fiil cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

نُوح۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri   نحن dur. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  نُوح۪يهِ  fiiline müteallıktır.


وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كُنْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تَ  muttasıl zamiri,  كَاَنَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

لَدَيْهِمْ  mekân zarfı  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı,  كُنْتَ nin mahzuf haberine müteallıktır. 

اَجْمَعُٓوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اَجْمَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَمْرَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَمْكُرُونَ  fiiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَمْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَجْمَعُٓوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  جمع ’dir.   

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ

 

Fasılla gelen ayet müstenefedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Muhammed’dir. İlk cümle, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede  مِنْ اَنْبَٓاءِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif  edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette, gayb haberlerine işaret edilmiştir.  Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ  cümlesi, ذٰلِكَ nin ikinci haberidir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اَنْبَٓاءِ - نُوح۪يهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr,  اَنْبَٓاءِ  ile  الْغَيْبِ  arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu ifadeden maksat, gaybdan haber vermektir. Binaenaleyh bu, bir mucizedir. Bunun gaybdan haber verme olduğunu şu şekilde izah ederiz: Hz. Muhammed (s.a.), hiçbir kitap okumamış ve hiç kimsenin talebesi olmamıştır. Onun yaşadığı belde de alimler diyarı değildi. Binaenaleyh onun bu uzun kıssayı (hadiseyi), hiçbir okumuşluğu ve öğretimi olmadığı halde ve onlardan hiçbiri de yanında bulunmadığı halde en ufak bir yanlışlık ve hata olmaksızın anlatması, ancak ve ancak bunun bir mucize olmasından ileri gelmektedir. (Fahreddin er-Râzî)



وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ

 

وَ ’la gelen cümle, istînâfa matuftur. Menfi  كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كاَن ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mekân zarfı  لَدَيْهِمْ  ve zaman zarfı  اِذْ, bu mahzuf habere müteallıktır.

اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ  cümlesi muzâfun ileyhdir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal konumundaki  وَهُمْ يَمْكُرُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

وَهُمْ يَمْكُرُونَ  hal cümlesi olarak onların işlerini kınamak maksatlı ıtnâbtır.

Ayetteki,  وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ [Yanlarında değildin.] ifadesi, bunu inkâr edenlerle alay etmek için söylenmiştir. Çünkü herkes, Hz. Muhammed’in onların yanında olmadığını bilir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelâmdan murad, Peygamberimizin (s.a.) onların sadece karar ve hile meclislerinde bulunmadığını ifade etmek değil, hiçbir mecliste ve mekânda onlarla beraber bulunmadığını ifade etmektir. Bunun bu zikre tahsis edilmesi, kıssanın başı ve en gizli halleri olmasından dolayıdır. Nitekim “onlar hile yaparken” ifadesi de bunun, onların en gizli halleri olduğunu bildirmektedir. Bu hitap her ne kadar Resulullah (a.s.) için ise de bundan murad, kendisini yalanlayanları ilzam etmektir. (Ebüssuûd)


Yusuf Sûresi 103. Ayet

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ  ...


Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildir
2 أَكْثَرُ çoğu ك ث ر
3 النَّاسِ insanların ن و س
4 وَلَوْ ama
5 حَرَصْتَ ne kadar istesen de ح ر ص
6 بِمُؤْمِنِينَ inanacak ا م ن
Kureyş’in, “İsrâiloğulları Mısır’a niçin gitti?” şeklindeki sorusuna cevap olmak üzere inmiş olan bu kıssa, Kur’an’ın bir mûcize, Hz. Muhammed’in de bir peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir. Bununla birlikte Kureyş’in çoğu inanmamıştır. Zira onlar gerçeği aramada samimi değillerdi. Yüce Allah, “Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar” buyurarak elçisini teselli etti.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 260

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  ما  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  

اَكْثَرُ  kelimesi  مَٓا nın ismi olup lafzen merfûdur.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

حَرَصْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  مُؤْمِن۪ينَ  lafzen mecrur,  مَٓا nın haberi olarak mahallen mansubdur.  مُؤْمِن۪ينَ  kelimesinin nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  لو حرصت على إيمان أكثر الناس فما هم بمؤمنين  (İnsanların çoğunun iman etmesi konusunda hırslı olsan da onların çoğu iman etmez.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

Cümle وَ la … وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  مَٓا, nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir.  مَٓا ’nın ismi veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Haberine dahil olan  بِ, tekid ifade eden zaid harftir.

Hal وَ ’ı ile gelen cümle, itiraziyyedir. لَوْ  şart edatıdır. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  حَرَصْتَ, müspet mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَرَصْ, bir şeyi, mümkün olan en ileri bir gayretle elde etmeyi istemektir. (Fahreddin er-Râzî)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,

لو حرصت على إيمان أكثر الناس فما هم بمؤمنين  [İnsanların çoğunun iman etmesi konusunda hırslı olsan da onların çoğu iman etmez.] şeklindedir. 

Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber inkârî kelamdır.

Hidayetin sadece Allah’ın elinde olduğunu ifade eden itiraz cümlesi tâzim maksatlı ıtnâbtır.

Ayetteki لَوْ  edatının cevabı, mahzuftur. Çünkü bu edatın cevabı, kendinden önce bulunamaz. (Fahreddin er-Râzî)

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ (Sen aşırı bir şekilde istesen de insanların çoğu iman etmez.) ayetinde  وَلَوْ حَرَصْتَ (sen aşırı bir şekilde istesen de) ara cümlesi, Hicaz lügatindeki  مَا ’nın ismi ile haberi arasına girmiştir. Bu ara cümlesi hidayetin sadece Allah’ın elinde olduğunu ifade eder. (Safvetu't Tefasir)


Günün Mesajı

Hz. Yusuf (a.s.), bu duasıyla şu dersi vermekte ve şu tembihte de bulunmaktadır: “Dünyanın en lezzetli saadetinden çok daha büyük ve çekici bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır. Ölüm, işte bu saadete açılan kapıdır. Bu sebeple, ölümden korkmamalı ve ondan ötesi için çalışmalıyız.” Hz. Yusuf'un bu duası, O'nun çok yüce sıddıkiyetini, dünyanın en parlak ve en sevinçli halinin bile ona gaflet veremediğini, onu meftun edemediğini, dolayısıyla yine Âhiret'i istediğini göstermektedir. Hz. Yusuf'un bu duasında, bütün nimetler içinde en büyük nimetin ve her zaman istenmesi gereken şeyin Müslüman olarak can verip, salihlere katılabilmek olduğu gerçeği yatmaktadır. Kim duâ ederse, mutlaka duadan önce Allah'a hamd-ü sena etmelidir. Binâenaleyh Yusuf (a.s.), duâ etmeyi isteyince, işte bu ifadeden önce Cenâb-ı Hakk'ı, "Ya Rab, sen bana mülk verdin ve sözlerin tevilini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan" diyerek övmüş, sonra bunun peşinden, "Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihlere kat" diyerek duâ etmiştir.

Bunun bir benzeri de Hz. İbrahim (a.s.)'in yaptığı iştir. O, önce, "(O Rab) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur diyerek Allah'ı medh-ü sena etmiş; daha sonra da "Rabbim bana hüküm ihsan et ve beni sâlihlere kat" (Şuârâ, 83) diyerek duâda bulunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Sayfadan Gönüle Düşenler

Sevgili Nefs’im

Hayatının belli dönemlerinde, Hz. Yûsuf’u ve babası hz. Yakub’u hatırla.
Küslüğünde ısrar ettiğinde, haklıyım kavgalarına tutuştuğunda, affetmek de zorlandığında, affettiğini iddia ettiğinle karşı tarafı kınamaya devam ettiğinde.
Günaha yaklaştığında, uzaklaşamıyorum diye düşündüğünde, dürüst ve adil davranmak zor geldiğinde.
Yaşadığın zorlukların ne anlama geldiğini çözemediğinde, haksızlıklarla başa çıkamadığında, sevdiklerinden ayrı kaldığında, özlediğinde.

Yaşadığın zorluklarda, karşılaştığın, haksızlıklarda ve nice sıkıntılı hallerde gözlerini kapat ve yıllar sonra Yûsuf’una kavuşan hz. Yakub’u düşün. İçinde bulunduğun her halin, çok daha büyük bir şeyin parçası olduğunu ve her şeyin geçeceğini hatırla. Nasıl hissedersen hisset, hiçbir zaman yalnız olmadığına, Allah’ın her an seninle olduğuna inan. Kavuşma anında, elhamdulillah diyeceğin duasıyla bekle.

Ey bize hz. Yûsuf’u bildiren Allahım!

Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin hatalarını anladıkları gibi; bize de hatalarımızın farkına vardır, düzeltmemizde yardımcımız ol ve tövbelerimizi kabul buyur.
Hz. Yûsuf’un, kardeşlerini affettiği gibi; haklıydım kavgalarını tekrarlamadan, affettiğinde gerçek manada affedenlerden olmamız için kalbimizi gereken merhametle doldur. Senin affına ve rahmetine layık kullardan olmamızı nasip et.
Hz. Yakub’u, oğlu hz. Yûsuf’a kavuşturduğun gibi; bizi de hayırla sevdiklerimize kavuştur. Dünyada ve cennetinde, hayırlı insanlarla bir araya getir. Hepsi bir tarafa, bizi Sana kavuştur.
Hz. Yûsuf’la, kardeşlerinin arasını düzelttiğin gibi; kalplerinde dargınlık olanları küslüklerinden arındır ve barıştır. Şeytanın ve nefsimizin, bizi yanlış hallere sürükleyerek, sevdiklerimizle aramıza girmesinden Sana sığınırız.
Ve bizi hz. Yûsuf’un duasına kat: Ey gökleri ve yeri Yaratan! Dünyada da ahirette de, beni yönetip himaye eden Sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni salihler arasına kat.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji