وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَفَعَ | ve çıkardı |
|
2 | أَبَوَيْهِ | ana-babasını |
|
3 | عَلَى | üstüne |
|
4 | الْعَرْشِ | tahtın |
|
5 | وَخَرُّوا | ve hepsi kapandılar |
|
6 | لَهُ | onun için |
|
7 | سُجَّدًا | secdeye |
|
8 | وَقَالَ | ve dedi |
|
9 | يَا أَبَتِ | babacığım |
|
10 | هَٰذَا | işte bu |
|
11 | تَأْوِيلُ | yorumudur |
|
12 | رُؤْيَايَ | rü’yanın |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلُ | önceki |
|
15 | قَدْ | muhakkak |
|
16 | جَعَلَهَا | onu yaptı |
|
17 | رَبِّي | Rabbim |
|
18 | حَقًّا | gerçek |
|
19 | وَقَدْ | ve gerçekten |
|
20 | أَحْسَنَ | iyilik etti |
|
21 | بِي | bana |
|
22 | إِذْ | zira |
|
23 | أَخْرَجَنِي | beni çıkardı |
|
24 | مِنَ | -dan |
|
25 | السِّجْنِ | zindan- |
|
26 | وَجَاءَ | ve getirdi |
|
27 | بِكُمْ | sizi de |
|
28 | مِنَ | -den |
|
29 | الْبَدْوِ | çöl- |
|
30 | مِنْ |
|
|
31 | بَعْدِ | sonra |
|
32 | أَنْ |
|
|
33 | نَزَغَ | fitne soktuktan |
|
34 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
35 | بَيْنِي | aramıza |
|
36 | وَبَيْنَ | ve arasına |
|
37 | إِخْوَتِي | kardeşlerim |
|
38 | إِنَّ | gerçekten |
|
39 | رَبِّي | Rabbim |
|
40 | لَطِيفٌ | çok ince düzenler |
|
41 | لِمَا | şeyi |
|
42 | يَشَاءُ | dilediği |
|
43 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
44 | هُوَ | O |
|
45 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
46 | الْحَكِيمُ | her şeyi yerli yerince yapandır |
|
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. رَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَبَوَيْهِ mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için ى ile mansubdur. İzafetten dolayı ن harfi hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir هِ muzâfûn ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى الْعَرْشِ car mecruru رَفَعَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. خَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru خَرُّوا fiiline müteallıktır. سُجَّداً kelimesi خَرُّوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
يَٓا اَبَتِ cümlesi itiraziyyedir.
يَا nida, اَبَتِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı mahzuftur.
Mekulü’l-kavli, هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. تَأْو۪يلُ haber olup lafzen merfûdur.
رُءْيَايَ muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamir ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru رُءْيَايَ ’ye mütellıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَعَلَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
رَبّ۪ي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamir ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَقاًّ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ب۪ٓي car mecruru اَحْسَنَ fiiline müteallıktır.
اِذْ zaman zarfı, اَحْسَنَ fiiline müteallıktır. اَخْرَجَن۪ي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. (إِذْ) mef’ûlün fih, mef’ûlün bih, mef’ûlün leh olur.
b. (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlün fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرَجَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir.
Mütekellim zamiri ى mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ السِّجْنِ car mecruru اَخْرَجَن۪ي fiiline müteallıktır.
وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. مِنَ الْبَدْوِ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır.
مِنْ بَعْدِ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
نَزَغَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. بَيْن۪ي mekân zarfı mukadder fetha ile mansub olup نَزَغَ fiiline müteallıktır.
Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ mekân zarfı, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِخْوَت۪ي muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَط۪يفٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, لِ harf-i ceri ile birlikte لَط۪يفٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَل۪يمُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ kelimesi ikinci haberdir.
الْحَك۪يمُ - الْعَلٖيمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesine matuf olan وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداً cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سُجَّداً kelimesi خَرُّوا ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
سُجَّداً, ana babasının halinin beyanını kuvvetlendiren ifade olarak ıtnâbdır.
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداً [Ana ve babasını tahtın üstüne çıkarıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar.] Burada اَبَوَيْهِ kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlîb sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade eden رَفَعَ kelimesi, ana babaya gösterilecek saygının önemine binaen her ne kadar lafız bakımından secdeye kapanma manasına gelen, خَرُّوا kelimesinden önce gelmişse de mana itibariyle ondan sonradır. Ona secde ettiler, sonra ana babasını kral tahtına oturttu, demektir. (Safvetu't Tefasir)
رَفَعَ - الْعَرْشِ ve سُجَّداً - خَرُّوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَفَعَ - خَرُّوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ
وَ atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İtiraziyye olan يَٓا اَبَتِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı mahzuftur. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ism-i هٰذَا ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder. هٰذَا ile rüyanın teviline işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
رُءْيَايَ ’dan hal olan قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
رَبّ۪ي izafetinde Hz. Yusuf’a ait mütekellim zamirinin, Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle Hz. Yusuf, şan ve şeref kazanmıştır.
حَقاًّ, mahzuf mef’ûlu mutlak için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ
قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّ cümlesine matuf olup tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş cümlenin müstenefe olması da caizdir.
Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ cümlesi, اَحْسَنَ ’ye müteallık zaman zarfı اِذْ ’in, muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki …جَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ cümlesi, وَ harfiyle makabline atfedilmiştir.
Vahidî ve daha bazılarının beyanına göre “Bedv” kelimesi iki anlama gelir: Birincisi, şahsın uzaktan göründüğü düzlük ve açık yer demektir ki dilimizde buna “alan” denir. Bunun aslı (beda, yebdu, bedven) fiilinden zuhur manasına mastar olup sonra ism-i mekan gibi kullanılmıştır. “Bedv”in karşıtı “hazar”dır. Bunlar nispet yası ile kullanıldıkları zaman “bedevî” ve “hazarî” denilmiştir. İkincisi ise Abdullah b. Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Yakup, “Beda” adı verilen yere yerleşip orada yaşıyormuş ve Yusuf'un yanına işte oradan gelmişti. O yerde dağın dibinde kendisinin bir mescidi vardı. İbnu'l Enbarî de demiştir ki: “Beda bilinen bir yerdir. Filan, Şi'b ile Beda arasındadır.” denilir. Bu iki meşhur yer, şiirlerde birlikte anılagelmiş olan yerlerdir. (Elmalılı)
اَنْ ve akabindeki نَزَغَ الشَّيْطَانُ cümlesi, masdar teviliyle, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ
İstînâfiye veya ta’lîliyye olarak fasılla gelen اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُ cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan رَبّ۪ٓي, veciz ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.
رَبّ۪ي izafetinde Hz. Yusuf’a ait mütekellim zamirinin, Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle Hz. Yusuf, şan ve şeref kazanmıştır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılasıolan يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrurun müteallakı لَط۪يفٌ ’dur.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Şüphesiz ki Rabbim, dilediğini çok ince ve çok güzel olarak tedbir edendir.” demiştir. Bu, “Yusuf ile babasının ve kardeşlerinin muhabbet, ülfet, güzel bir geçim ve gönül huzuru içinde yeniden bir araya gelmeleri, aklen son derece uzak bir ihtimaldi. Fakat Allah Teâlâ latiftir; bir şeyin meydana gelmesini murad ederse onun sebeplerini kolaylaştırır, meydana gelmesi aklen ne kadar uzak dahi olsa o şey meydana gelir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ, isim cümlesi formunda gelmiştir. هُوَ ’nin fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir. اِنَّهُ ’daki هُ, şan zamiridir.
Müsnedin yani الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiri, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Muttasıl zamirin, munfasıl zamirle tekid edilmesi lafzî tekiddir.
اِخْوَت۪يۜ - اَبَوَيْهِ kelimeleriyle لَط۪يفٌ - اَحْسَنَ ve حَقاًّ - الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَبَوَيْهِ - اَبَتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَبْلُۘ - بَعْدِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, السِّجْنِ - الْعَرْشِ ile رُءْيَايَ - حَقاًّۜ kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî vardır.
رَبّ۪ي - بَيْنَ - اِنَّ - قَدْ kelime kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.